25 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/04

 Kızıl Bayrak'tan
Polis devletinde devlet terörü haftası
AKP destekli silahlı çetelerden Serêkaniyê’ye saldırı
Devletin “demokrasi” makyajının son kalıntıları da dökülürken
Devlet terörüne karşı eylem güncesi
ÇHD İstanbul Şube Yöneticisi Ş. Ceren Uysal ile saldırılar üzerine
ÇHD İstanbul Şube yöneticisi Av. Gülvin Aydın ile devlet terörünü konuştuk
Hrant Dink eylem ve etkinliklerle anıldı
Türk Metalciler Kızıl Bayrak’a dava açtı
Sermaye hükümeti Ulusal İstihdam Stratejisi’ne start veriyor
UİS operasyonunda son perde
Karayolları’nda özelleştirme saldırısını durdurmak için ileri!
Daiyang-SK Metal işçileri açlık grevine başladı
İTO/Teknopark işçileri ücretlerini almakta kararlılar
TKİP IV. Kongresi sunumları.../3
“Geleceğin kıtasında” yeni bir savaş, eski bir sömürge
Doğanın metalaştırılması ve finansallaştırılması / Volkan Yaraşır
Güney Afrika deneyiminin gösterdikleri / S. Eren
İsrail seçimleri
ODTÜ’nün coşkusuyla gençliğin devrimci kavgasını büyütelim!
“Devrimci Kadın Kurultayı”na yürürken
Kadınların sağlıklı koşullarda kürtaj hakları kısıtlanamaz
Devrimci kadınlar kurultaya hazırlanıyor
Devlet terörüne karşı direniş ateşini her yere yayalım!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devlet terörüne karşı direniş ateşini
her yere yayalım!

Devlet terörü dizginlerinden boşaldı. Baskı ve zorbalık en üst noktaya tırmandırıldı. Bugün her demokratik eylem faşist devlet terörü ve zor aygıtları ile bastırılmaya çalışılıyor. Öğrencisinden işçisine, kamu emekçisinden avukatına kadar herkes bu saldırganlığın hedefinde bulunuyor.

Dinci-gerici AKP iktidarı her fırsatta “demokrasiden”, “insan haklarından”, “kardeşçe bir arada yaşamaktan” bahsetti durdu. Bunu yaparken aynı zamanda sopasını da eksik etmedi. Sermayenin bu saldırganlığının nedeni son derece anlaşılır. İçinden geçtiğimiz toplumsal-siyasal koşullar bunu gerektiriyordu.

AKP, 2013 yılında ekonomik alanda “yeni atılım”lardan bahsetti durdu. Oysa bu balon kısa sürede söndü. Dünyayı adeta salgın bir virüs gibi saran kriz Türkiye’yi doğrudan etkilemiş bulunuyor. Aslında devlet terörünün bu denli uç noktalara varması, krizlerin etkisiyle açığa çıkabilme potansiyeli gösteren sınıf hareketini henüz büyümeden sindirmeye çalışma nedeniyledir. Bir yanı mali kriz ise, diğer yanı aynı krizlere bağlı olarak gittikçe şiddetlenen sayısız bölgesel gerici savaşlardır. Hâlihazırda Ortadoğu’da bölgesel ölçekli gerici bir savaş var. Bu savaşta Türk sermaye sınıfı hegemonya savaşları içerisinde önemli mevziler elde etmek peşinde. Hatırlanacağı üzere ABD emperyalizminin Irak’ı işgali sonrasında, ABD’de güçlü bir savaş karşıtı muhalefet gelişmişti. ABD bu muhalefeti ezmek amacıyla savaş konseptiyle de uygun “patriot” yasalarını çıkarmıştı ve oradaki muhalefete karşı muazzam bir terör sergilenmişti. Bu, işin doğasına aykırı değildir. Bunalımların, savaşların olduğu koşullarda halk isyanları ve devrimler de kaçınılmazdır. Genel olarak sistem kitle hareketlerinin büyüme ihtimaline karşılık devlet terörünü pervasızca kullanır. Bu terörün varlığını bir takım yasalarla güvence altına alır. Anti-terör yasalarının amacı budur.

Bugün coğrafyamızda her toplumsal kesim bu anti-terör yasalarının kapsamı içerisindedir. En sıradan eylem devlet terörüne maruz kalıyor. ODTÜ öğrencilerinin emperyalist savaş karşıtı yürüyüşü vahşi bir saldırganlığa maruz kaldı. Günlerce sermaye basını öğrencilerin bu haklı eylemini karaladı durdu. Değişik üniversitelerde ODTÜ öğrencilerini destekleyen gençlik güçleri, ÖGB ve polis terörüne maruz kaldı. Gençliğe bu denli saldırılırken işçi sınıfı ve emekçilere dönük saldırganlık da sürüp gidiyor. HEY Tekstil işçilerinin eylemi zorbalıkla ezilmeye çalışıldı. Ücretlerini alamadıkları için direnen Teknopark İstanbul işçileri, İTO sermayesinin karşısına dikildiğinde aynı teröre maruz kaldılar. Çorlu’da Daiyang işçileri grev kırıcı kaçak işçilere karşı çıktığında polis saldırısına uğradılar. İşçi sınıfı ve emekçilerin öncüleri BDSP’liler, emperyalist savaş karşıtı bir yürüyüşte polisin özel hedefi haline geldiler. Vahşice saldırıya uğrayıp gözaltına alındılar. Bütün bu saldırganlık için onlar açısından tatmin edici bir gerekçe gerekmiyor. En uydurma gerekçelerle, delillerle insanlar gözaltına alınıyor, işkenceden geçiriliyor, tutuklanıyor. ÇHD’li ve HHB’li devrimci avukatlara dönük baskın, gözaltı ve tutuklama furyası, burjuva hukukunun dahi ayaklar altına alındığını gözler önüne seriyor. Bugün aralarında avukatlarında olduğu birçok devrimci aynı uydurma gerekçelerle işkencelerden geçirilerek zindanlara dolduruldu.

İmha ve inkar politikalarının bir bileşeni olarak, “müzakere” ile kirli savaş arasına sıkıştırılmaya çalışılan Kürt halkı aynı devlet terörünün hedefi durumundadır. Öyle ki kesintisizce süren operasyonlarda KCK suçlamasıyla binlerce Kürt siyasetçi aynı şekilde zindanlara doldurulmuştur. Hatırlanacağı üzere 2012 Newrozu’ndan sonra birçok ilerici ve devrimci ev baskınlarında, sokaklarda gözaltına alınmıştı. Bu terörün doğrudan hedefinde “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını bayrak edinmiş biz sınıf devrimcileri de bulunuyorduk. Aylarca F tipi cezaevlerinde tecrit işkencesine maruz kaldık. Savcılığın iddianamesi, ne kadar keyfi bir şekilde hücrelerde tutulduğumuzu açıkça ortaya koydu. Çalıştığım fabrikada direniş komitemizin gazeteci Umur Talu’ya yazmış olduğu mektup, örgütsel suç olarak dosyadaki yerini almıştı. Onun dışında aynı dosya içerisinde sanatçı İlkay Akkaya’nın telefonu ve Cesur Yürek filmini izlemek örgütsel suç delilleri arasındaydı. Bunlardır işte hücrelerde tutulmamıza sebep suçumuz! Polis-savcılık-mahkeme bir örgütlü suç şebekesi olarak kapitalizmin bekası için kahramanca mücadele ediyor!

Son olarak bu yazıyı mahkemede yaptığım savunmanın son paragrafıyla bitirmek isterim: “Bugün ülkeyi boydan boya emperyalizmin hizmetine sunanlar, ABD ve NATO’nun askeri üsleriyle dolduranlar, kardeş halklara düşmanlıkta sınır tanımayanlar, işçi sınıfı ve emekçilere dipsiz bir yoksulluğu dayatanlar, ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ adı altında tarihsel haklarımızı gasp edenler, kıdem tazminatımızı gasp edenler, taşeronlaştırmayı yaygınlaştıranlar, haklarımızı teker teker budayanlar, işte onlar asıl suçlulardır ve tarih karşısında hesap vereceklerdir.”

Zeynel Nihadioğlu

 

 

 

 

Newroz tutukluları serbest!

 

17 Ocak’ta ilk duruşmalarına çıkarılan Newroz tutukluları serbest bırakıldı.

Aralarında Zeynel Nihadioğlu ve Burcu Deniz’in de bulunduğu 6’sı tutuklu 11 kişinin yargılandığı davanın ilk duruşmasında mahkeme heyeti “tutuksuz yargılanma” kararı vererek tutukluları serbest bıraktı.

Özel güvenlik ekipleri duruşma öncesi gazetecileri salına alınmadı. Ailelerin ve avukatların da zorlamasıyla gazeteciler alındı ancak bu kez bir çok tutsak yakını salona giremedi. Ailelerin kendi aralarında yer değiştirmesi sırasında da sorun yaratan özel güvenlik ekipleri mahkemeyi izlemeye engel oldular.

Newroz davasının ilk duruşmasına savcılığın hazırladığı hukuksuz iddianame damgasını vurdu.

Duruşmada yargılananlar alfabetik sıraya göre savunmalarını yaptı. Savunmalarda ağırlıklı olarak polisin tutumu teşhir edildi ve eylemin yasa dışı gösterilmek istenildiği vurgulandı. Sanıklar ağırlıklı olarak Newroz’a katılmanın haklılığını savundular ve iddianamede yer alan dayanaksız iddialara yanıt verdiler.

Avukat savunmalarının ardından mahkeme heyeti izleyicileri salondan çıkartıp karar için görüştü. Ardından da tüm tutukluların tahliyesine karar verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

 

Galatasaray’da 408. buluşma

 

Cumartesi Anneleri, bu hafta yaptıkları eylemde İsmail Şahin dosyasını gündeme getirdi. 408. kez yapılan eylemde söz alan kayıp eşi Kiraz Şahin, süreci anlattı. Şahin, yıllardır her yere başvurmalarına rağmen cevap almadıklarını belirterek kayıp eşinin akibetinin araştırılmasını istedi. Ardından, oğlu Sercan’ın babası için yazdığı ağıt okundu.

Kayıp Erif Aşkaya’nın oğlu Hüseyin Aşkaya da babasının Kürt sorunu nedeni ile kayıp olduğunu belirterek kayıpların akibetinin açıklanması gerektiğini vurguladı.

İHD İstanbul Şubesi adına yapılan açıklamayı bu hafta Leman Yurtsever okudu. İsmail Şahin’in 17 yıldır kayıp olduğu belirtilen açıklamada kaybedilme süreci anlatıldı

Dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı Nusret Albayrak’la ailenin görüştüğü belirtilen açıklamada hiçbir sonucun çıkmadığı, Başbakan Erdoğan ile yapılan görüşmenin sonucunda da bir bilgi verilmediği vurgulandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul