27 Eylül 2013
Sayı: KB 2013/38

AKP’den savaş tezkeresi
Yayılmacılık ve yağma odaklı dış politika
Suriye halklarıyla dayanışmayı büyütelim!
CHP’nin sahte savaş karşıtlığı
Yeni Haziranlar işçi sınıfının önderliği ile zafere ulaşacak! - K. Toprak
Haziran ruhu AKP’yi korkutuyor!
Asimilasyon politikalarına karşı birleşik-kitlesel-militan direniş!
“Emekçilerin direnmesinden daha doğal bir şey olamaz!”
“Benimle aynı durumda olan arkadaşları yan yana gelmeye çağırıyorum!”
Çocuklarımızın katili bu düzendir!
Feniş direnişi eylemlerle sürüyor!
Gericiliğin ağırlığı ve devrimci çıkış yolu
İran-Batı yakınlaşması
Yunanistan, ırkçı-faşist saldırganlık ve çözüm

Almanya seçimleri ve sonuçları

Kapitalist düzene rahat yok!
Güney Kürdistan’da seçimler
Gençlik forumlarda mücadeleyi büyütüyor
Düzen üniversitelerde baskılarını arttırıyor…
Savunma sanayinin bir parçası olarak üniversiteler
“Direniş dediğimiz aslında tam bir diriliş!”
“Devrim yürüyüşümüz ON’larla sürüyor!”
ODTÜ yolu, ‘çevreci’ AKP ve direniş çizgisi - T. Kor
Faşist devlet terörüne karşı direnişi yükseltelim!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye halklarıyla dayanışmayı büyütelim!

 

Suriye’ye yönelik olası bir emperyalist müdahale şimdilik ertelenmiş gözükse de Amerikancı dinci-gerici hükümetin savaş çığırtkanlığında en küçük bir gerileme söz konusu değil. Öyle ki, bu “erteleme” durumu bile AKP hükümetinin savaşa hazırlık faaliyetlerinde bir nebze azaltma yaratmamıştır. Geçtiğimiz günlerde medyaya düşen bir haber bu durumu somut olarak gözler önüne sermektedir.

Diyarbakır Eğitim-Sen’in yaptığı açıklamaya göre AKP hükümetinin savaş hazırlıklarını okullara kadar taşıdığı belirtilmektedir. Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından 17 ilçedeki özel ve resmi okullara gönderilen yazılarda okullarda savaşa karşı alınması gereken tedbirlerin sıralandığı bildirilmektedir. Öte yandan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) tarafından yayınlanan genelge ile “kimyasal saldırıya karşı alınacak tedbirler konusunda okul yöneticilerini uyarıp, öğrencilerin bilgilendirilmesi” istendiği belirtilmektedir.

Bulduğu her fırsatı Suriye’ye yönelik emperyalist bir savaşın haklı dayanağı olarak göstermeye çalışan AKP hükümetinin tüm çabalarına karşın emperyalist efendilerinden henüz beklentilerine bir yanıt alamamış olması onun bu hırsını dizginlemeye yetmiyor. Bir yandan Suriye helikopterinin düşürülmesi gibi provokatif eylemlerle “krizler” yaratarak âdete Suriye rejimini kışkırtıyor. Öte yandan her türlü himayeliğini yaptığı dinci-gerici çetelerin savaşına aktif olarak katılıyor.

Böylelikle her an bir savaşın kopacağı umudu ve arzusuyla toplumu da savaş koşullarına ikna ve hazır etmeye çalışıyor. Helikopter düşürülmesi olayında yaşandığı gibi bu aktif saldırganlık tutumunu sınırların ihlal edilmesi ve “yeni angajman” kuralları argümanlarıyla haklı ve meşru kılmaya çalıştığı gibi toplumu da bu yönde manipüle etmeye çalışıyor. Diğer yandan NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in “askeri seçenek masada tutulmalı” sözleri ve helikopter düşürülmesi olayına ilişkin “destek” mesajları Amerikancı dinci hükümeti saldırgan ve kışkırtıcı politikalarında daha cüretkâr davranması için cesaretlendiriyor.

Toplumun savaşa ikna edilmesine yönelik propaganda faaliyetlerinin yanı sıra fiili hazırlıkların artarak devam ettiği ise yine sınırlardan gelen haberlerle açığa çıkıyor. Hatay’ın İskenderun ilçesindeki 39’uncu Mekanize Piyade Tugayı’ndan hareket eden iki askeri tırla Reyhanlı’daki Suriye sınırına askeri araçların sevk edildiği bilgileri geliyor. Füze bataryalarından hareketli askeri gereçlere kadar önceki haftalardan beridir devam eden bu sevkiyat savaşa dair ciddi bir hazırlığa girişildiğinin en somut göstergeleridir.

Tüm bunlarla birlikte Suriye’ye yönelik saldırganlığa izin verecek olan savaş tezkeresinin 4 Ekim’de Meclis’e sunulacak olması Amerikancı dinci-gerici hükümetin kendisini tamamıyla bir emperyalist savaş ve saldırganlığa göre koşulladığını gösteriyor. Zira Suriye’ye yönelik bir emperyalist savaş AKP hükümetinin kendi geleceği açısından da kritik önemdedir. Bu yüzden de Amerikancı hükümetin, emperyalist güç dengelerinin henüz izin vermediği bir emperyalist savaşın ne olursa olsun başlatılması yönünde provokatif arayış ve çabalarına bundan sonra da devam edecek olmasına kesin gözüyle bakılabilir. Bu çabalarına en büyük desteği ise “one minute” şovlarına rağmen askeri ve ekonomik alanda her türlü işbirliğini derinden derine sürdürdüğü ve provokasyon konusunda engin bilgi ve tecrübeye sahip olan İsrail siyonizminden gelecek olmasını unutmamak gerekir.

Sermaye devletinin dümenine geçen AKP hükümetinin emperyalist savaş çığırtkanlığına ve hazırlıklarına karşı işçi ve emekçiler de “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarıyla emperyalizmin taşeronluğuna hizmet eden bu politikaya geçit vermemelidirler. Suriye halklarına yeni katliamlar ve yıkımlar dışında bir şey sunmayacak olan emperyalist savaşın “insaniyet namına” değil, daha fazla kâr ve rant paylaşımı uğruna tezgâhlandığı açıktır. İşçi ve emekçilerin kanı ve canı üzerinden pazarlık kozlarını arttırmayı umanların insani değerlerle en ufak bir ilgilerinin bulunmadığı açıktır.

O halde emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarına karşı çıkmak aynı zamanda tarih boyunca bu yıkıcı savaşları işçi ve emekçilerin sürekli gündemine getiren sisteme yani kapitalist sömürü sistemine karşı mücadeleyi de zorunlu kılar. Bu yüzden Türkiye işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesi sermayenin sınıfsal iktidarına karşı el ele anti-kapitalist mücadeleyle birlikte yürütülmelidir. “Kapitalizm savaş demektir, barış sosyalizmle gelecek” şiarı bugün her açıdan daha güncel ve yakıcıdır.

 

 

 

 

AKP savaş kışkırtıcılığından vaz mı geçiyor?

 

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu için New York’a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “dikkat çekici” açıklamalar yapıyor. ABD’ye hareketinden önce basına açıklama yapan Gül, -cihatçı canileri kast ederek- “Sınırdaki radikal gruplardan kaygı duyuyoruz. Bizim için bu büyük bir güvenlik tehdididir. Bu birinci derecede bizi ilgilendirir” dedi.

Bununla yetinmeyen Gül, radikal grupların yaratacağı tehlike konusunda, uluslararası toplumu uyardıklarını da iddia etti.

Bu ifadeler kuşkusuz ki, kimse için inandırıcı değil. Çünkü Gül’ün başında bulunduğu Türk devletinin, tetikçi cihatçıları kollayıp koruduğu, eğittiği, silahlandırdığı kimse için bir sır değil. Türk Hava Yolları’nın (THY) 40 ülkeden devşirilen cihatçı tetikçileri 2.5 yıldan beri Antakya ve Antep’e taşıyarak “özel hizmet” sunduğu da herkesin malumudur.

“Sınırları korumaktan aciziz” iddiasında bulunan Gül, Türk devletinin yüzlerce kilometrelik sınırı, çeteler için “yol geçen hanı”na çevirdiğini gizlemeye çalışıyor. Gül ve onun devleti, gelinen yerde sınırı denetlemekte gerçekten güçlük çekiyorlarsa, bu, cihatçıların devşirdiği on binlerce tetikçiyi Suriye’ye taşımış olmalarından dolayıdır.

New York’ta, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ile görüşen Gül, “Suriye’de krizden çıkılmasını sağlayacak kapsamlı bir siyasi stratejinin belirlenmesi gerektiğini, BM’nin itibarı ve güvenilirliği açısından artık somut adım atılmasının vaktinin geldiğini” söyledi.

Gül, kapsamlı bir siyasi stratejinin belirlenmesinden söz ederken, AKP iktidarının başı, Ankara’da savaş naraları atmaya devam ediyordu. Türk devletinin cihatçı tetikçilerle veya Gül’ün söylemiyle radikal gruplarla işbirliği/suç ortaklığı bilinmesine rağmen, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları ilgiyle karşılandı. Çünkü bu açıklamalar, bazılarının “Gül savaşa karşı mı çıkıyor?” sorusunu gündeme getirmelerine neden oldu.

Dinci-gerici koalisyon içinde devam eden iktidar ve rant paylaşımı kavgasından dolayı, Gül’ün diğer AKP şefleriyle mutabık kalmadığı konular olsa da, bu, Suriye halkına karşı işlenen savaş suçunun dolaysız ortağı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Türk dış politikasının tam iflası, ABD-Rusya arasında –sorunlu, dalgalı ve ABD’nin kaypaklığından dolayı kırılgan olsa da- Suriye’nin kimyasal silahlarıyla ilgili anlaşmaya varılması ve cihatçıların son günlerde birbiriyle savaşa tutuşması vb. gelişmelerin, Abdullah Gül’ü bu tür açıklamalar yapmaya mecbur ettiğini tahmin etmek güç değil.

Bu açıklamaların Gül’ün kişisel görüşlerinin ifadesi mi, politika değişikliği mi, olduğu önümüzdeki süreçte belli olacak. Buna karşın, AKP iktidarının pratik icraatlarında herhangi bir değişiklik söz konusu değil. Zira Tayyip-Davutoğlu ikilisinin savaş çağrıları devam ediyor. İç politikada ise, devlet terörünün giderek azdırılması da, savaş hazırlığının göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor. Bu arada Abdullah Gül dahil, Ankara’daki bütün dinci-Amerikancı şefler, “Esad gitmelidir” teranesini tekrarlamaya devam ediyorlar.

Kısacası hem savaş tehdidi devam ediyor hem emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı mücadele, özel bir önem taşımaya devam ediyor.

 
§