22 Kasım 2013
Sayı: KB 2013/45

Tasfiyeci sürecin bir ürünü olarak Diyarbakır gösterisi
Davutoğlu Washington’da günah çıkarıyor
Yeni saldırı dalgası ve sendikalar
TMMOB’ye yönelik saldırılar sürüyor…
İzzetin Doğan AKP’den servet almış!
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
“Polisin komplolarına izin vermeyeceğiz!”
Dershanelere mahkum eden eğitim sistemi değişmeli!
Faşist saldırılara eylemli yanıt
Baskılar bizi yıldıramaz!
Feniş işçileri direnişte kararlı
SİO’da MİB çalışanlarına saldırı!
Petrol-İş’e açık mektup...

TKİP’nin 15. yıl etkinliğinde yapılan konuşma...

Parti örgütlerinden mesajlar...
TKİP’nin 15. yıl etkinliğine sol örgütlerden mesajlar...
Bursa’da direniş, devrim ve özgürlük buluşması!
Etkinliklerle özgürlük, devrim, sosyalizm mücadelesine çağrı!
Yeraltı nehirlerimizin asi damarına! - H. Eylül
Alaattin Karadağ, katledilişinin 4. yılında anıldı!
Haiti halkı yine isyanda!
Fransız burjuvazisinin sömürgeci hevesleri 
Rusya-Mısır ilişkilerinde yeni dönem
Dünyada işçi ve emekçi eylemleri
25 Kasım’da Haziran Direnişi ruhuyla mücadeleye!
“Sömürünün olmadığı bir dünya mümkün!”
­­Elif Kaya ve Burcu Koçlu’dan emekçi kadınlara mektup
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

25 Kasım’da
Haziran Direnişi ruhuyla mücadeleye!

 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü yaklaşıyor. AKP iktidarının politikalarıyla, kadının toplumsal yaşamda maruz kaldığı şiddet, baskı ve sömürünün daha da katmerleştirildiği bir dönemde bu gündemin ayrı bir anlamı bulunuyor.

25 Kasım’ın tarihsel kökeni ve anlamı

Öncelikle bu mücadele gününün tarihsel kökenine değinmek gerekirse, 25 Kasım; 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde, Trojillo Diktatörlüğü’ne karşı Clandestina Hareketi’nin öncülerinden, Patria Mercedes, Minerva Argentina ve Maria Terasa adlı Mirabel Kardeşler’in katledilmelerinin tarihidir. Mirabel Kardeşler’in tecavüz edilerek öldürülmeleri kadına yönelik şiddete karşı tepkileri artırmıştır. 1981 yılında Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan 1. Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kongresi’nde Mirabel Kardeşler’in öldürüldüğü gün olan 25 Kasım “ Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan edilmiştir.

Egemen kültürün ataerkil olduğu sınıflı toplumlarda ezilen bir cins olarak kadınlar şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalmaktadır. Günümüzde emperyalist-kapitalist sistemin egemen olduğu her yerde kadına yönelik şiddet evde, fabrikada, işyerlerinde ve sokakta gündelik yaşamın bir parçası olarak yaşanmaktadır. Ancak savaşlar, kriz dönemleri gibi süreçlerde kadınların maruz kaldığı şiddet artmaktadır. Haksız ve kirli savaşların, emperyalist yağma ve talan politikalarının yıkımı en çok kadınları etkilerken, tecavüz bir savaş politikası olarak geçmişten bugüne kullanılmaktadır. Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede kadınların yaşadıkları cinsel saldırılar bunun son örneği olmuştur.

Sınıflı toplumlarda egemen olan sınıf hükümranlığını korumak ve kendine muhalif sesleri susturmak amacıyla, Mirabel Kardeşler örneğinde olduğu gibi, cinsel saldırı ve tacizi bir silah olarak kullanmaktadır. Dünya ve Türkiye tarihinde kurulu düzene başkaldıran her muhalif, devrimci kadın bu yolla teslim alınmak, susturulmak istenmiştir. Günümüzde de gözaltında ve hapishanelerde devrimci kadınlar cinsel kimliklerine yönelik saldırılarla yıldırılmak istenmektedir. Ancak egemenlerin bu saldırıları karşısında gösterilen, Mirabel Kardeşler’de simgeleşen ve 25 Kasım’ın tarihe geçmesine vesile olan, mücadele azmi ve iradesi bugün de sürdürülmektedir.

25 Kasım’ın güncel önemi ve çağrısı

En genel tanımıyla kadına yönelik şiddet “kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakma” olarak tanımlanıyor. Bu tanımdan hareketle AKP iktidarı döneminde kadına yönelik şiddetin daha da arttığı ortadadır.

AKP, iktidara geldiğinden beri her ne kadar kırıntı düzeyinde olsa da, kadınların kazanılmış hak ve özgürlüklerini geri almak için bir çaba içerisinde olmuştur. Gerek çalışma yaşamında gerekse sosyal yaşamda kadınların cinsiyetlerinden dolayı yaşadıkları ayrımcılık ve ezilmişlik artmıştır. Dinsel gerici ideoloji, iktidarda olmanın imkânlarıyla daha fazla toplumsal yaşama nüfuz etmektedir. Ki bundan da en çok kadınlar etkilenmektedir. Keza mevcut düzende kadına yönelik ataerkil ve gerici bakış, iktidarın bu sorunu artırıcı adımlarıyla daha fazla güçlenmiştir. Bundan dolayı AKP döneminde kadına yönelik şiddetin %1400 artmış olması şaşırtıcı değildir.

Son dönemde gündeme gelen “kızlı-erkekli” tartışması, öncesinde kürtaj ve sezaryen tartışmaları, üç çocuk söylemleri ve daha bir dizi gündemle kadınların hak ve özgürlükleri kısıtlanmak istenmektedir. Bunlara ek olarak 4+4+4 eğitim sistemiyle yasal olarak kız çocuklarının eğitim süreçlerinin istenildiğinde kolaylıkla bitirilebileceği ve çocuk gelin olmaya zorlanacakları ortadadır. Zaten fiiliyatta kız çocuklarının böylesi bir geleceksizliğe mahkûm edildiği Türkiye koşullarında bu sorun önlenmek yerine, daha da derinleştirilmiştir.

Kapitalist düzende kadına biçilen toplumsal rol AKP döneminde daha kalın çizgilerle belirlenmektedir. Bu çizginin aşılması durumunda bu sınırlar baskı ve şiddetle kadınlara hatırlatılmaktadır! Bu sınırlara göre kadının yeri evidir, iyi bir eş, anne olursa belli bir “saygı” görebilir. Onun dışında yalnız yaşamak, boşanmayı tercih etmek ya da giyim kuşamı kadının şiddete maruz kalma nedeni olabilmektedir. Kadının geleneksel rolleri üzerine getirilen baskılar öylesine artmıştır ki, örneğin kadının çocuk sahibi olmaya kendisinin karar vermesi durumunda devlet işin içine girmeyi görev bilmektedir. Buradan kaynaklı toplumsal baskı ise gündelik yaşamda kadınları ayrıca kuşatmaktadır. Emniyet ve yargı kurumunun kadına yönelik şiddet karşısındaki tutumu kadına yönelik şiddeti beslerken, artık devlet ihbarcı komşular, apartman yöneticileri, görev adamı valiler vb. yoluyla da kadınların yaşam alanlarını daha çok daraltmayı hedeflemektedir.

Kadın hak ve özgürlüklerinin bu yönlü kısıtlanmasına paralel olarak kadın emeğinin sömürüsü artmaktadır. Zira kadınların toplumsal yaşamdan dışlanmaları onları emek sömürüsünden uzaklaştırmamaktadır. Sermaye sınıfı ve devleti esnek çalışma modelleriyle, evde çalışma, eve iş verme vb. yollarla kadın emeğini daha da ucuza sömürmek istemektedirler. Fiiliyatta yaşanan bu tür uygulamalar “Kadın istihdam paketleri” gibi kulağa hoş gelen ama sömürüyü arttıran projelerle yasal dayanaklara kavuşacaktır. Sermaye sınıfı kâr oranlarını etkilemediği ve hatta daha çok işine geldiği oranda dinci-gerici parti AKP’nin gerici projelerine hiç itiraz etmemektedir.

Şiddet toplumsal bir sorundur. Kapitalizmde, şiddetin daha örgütlü bir şekilde devlet eliyle ya da onun kültürü etkisindeki bireyler eliyle yürütülüyor olması, şiddetin kaynağı konusunda bir kafa karışıklığı yaratmamalıdır. Sorunun çözümü her toplumsal sorunda olduğu gibi, onu ortaya çıkaran toplumsal koşulların ortadan kaldırılmasından ayrı değildir. Şiddetin kaynağı olan kapitalizm hedef alınmadan gerçek ve kalıcı çözümler bulunamaz. Bundan kaynaklı şiddet gibi toplumsal bir sorun ancak toplumsal bir devrimle ortadan kaldırılabilir. Ve ancak kapitalizme karşı sosyalizm alternatifi içinde şiddet sorunu kalıcı bir şekilde ortadan kaldırılabilir. Kalıcı ve kesin çözüme toplumsal bir devrimle ulaşılacağı gerçeğini unutmadan, kadına yönelik şiddete karşı acil demokratik taleplerimiz için mücadeleyi yükseltmek ise ayrıca gereklidir. Bu nedenle 25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı güncel taleplerimizle birlikte kalıcı ve kesin çözüm yolunun tok bir şekilde ifade edildiği bir gün olmalıdır.

Haziran Direnişi ruhuyla mücadeleye!

Bu yılki 25 Kasım eylem ve etkinlikleri Haziran Direnişi sonrası bir dönemde gerçekleştirilecektir. Haziran Direnişi’ne kadınların kitlesel katılımı ve devlet şiddetinin yoğunluğuna karşı kadınıyla-erkeğiyle birlikte gösterilen direnç, önemli deneyimler bırakmıştır. Kadınlar sokaklarda, eylem alanlarında özgürleşmeyi öğrenmişlerdir. Mücadele içinde özgürleşen kadınlar şiddetin her türlüsünü göğüsleyebileceklerini bir kez daha göstermişlerdir.

Kuşkusuz Haziran Direnişi’nde öfkenin hedefinde sistem, Erdoğan veya uygulanan politikalar olsa da topluma egemen ataerkil gerici kültürün etkisiyle tepkiler kendini kadına şiddeti içeren küfürlerle göstermiştir. Bunun kendisi kadına yönelik şiddetin köklerinin ne kadar derinlerde olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş, yine bu durumun devrimci müdahalelerle kısmen aşılabilmiş olması da mücadele yolu ve yöntemini bir kez daha ortaya koymuştur.

Direniş sürecinde devletin bildik tavrı da bir kez daha toplumun geniş kesimlerince daha açık görülmüştür. Örneğin Gezi sürecinde gözaltına alınan ya da tutsak düşen kadınlara cinsel taciz özellikle uygulanmıştır. Gezi tutsağı kadınların “ince arama” adı altında yıldırma ve sindirme politikalarına maruz bırakılması aslında toplumun geri kalanına verilmek istenen bir mesajdır.

Özetle, direnişin ve sokakların özgürleştirici gücünü tadan kadınların toplumsal yaşamda karşılaştıkları şiddete, ayrımcılığa ve ezilmişliğe karşı durmaları daha kolaydır. Böylesi eylemsel süreçlerin dönüştürücü gücü bizlere tutulacak yolu da göstermektedir. 25 Kasım, direniş ruhunu kuşanarak, işçi ve emekçi kadınları şiddete, baskıya ve sömürü düzeni kapitalizme karşı savaşmanın ve örgütlenmenin çağrısı olmalıdır.

 

 

 

 
§