‘84 Ölüm Orucu direnişçileri ölümsüzdür!
“Apo, Haydar, Fatih ve Hasan’a...
Analarımızın saçlarında tutuşan
Dört kırmızı karanfile düşürüldü adınız
Unutulmadınız!”
12 Eylül cuntasının amansız baskı ve terörünün hedefinde öncelikle devrimciler oldu. On binlerce ilerici, devrimci ve yurtsever işkencelerden geçirildi ve zindanlara kapatıldı. Cunta rejimine ilk büyük darbeyi de zindanlarda direniş yolunu seçen devrimciler vurdu. Bedenlerinden başka silahları kalmayan tutsaklar, bedenlerini cunta karşısında adeta barikata çevirdiler. Düşmana geçit vermediler!
Cunta toplumsal muhalefeti postallarıyla ezerken aynı zamanda düzenin adamlarını yaratmaya çalışıyordu ve bunun en büyük ayağını zindanlar oluşturuyordu. Cuntacılar CIA şeflerinden de aldıkları dersler ile tutsaklara yönelik kampanyalara giriştiler. İşkenceler, operasyonlar ile birlikte pişmanlık yasaları ve rehabilitasyon gündeme geldi. Başka bir yöntem ise tek tip elbise oldu. 1982 yılında gündeme getirilen tek tip elbise tutsaklara yönelik aşağılayıcı bir saldırı girişimiydi.
İnsanlık onurunun ayaklar altına alındığı Diyarbakır Cezaevi’nde Kemal’ler yürünmesi gereken yolu gösterdiler. Diyarbakır’da yakılan ateş Metris ve Sağmalcılar’da daha da körüklendi. Birçok devrimci tek tipleşme yerine direnmeyi seçtiler ve ‘84 yılında bedenlerini ölüme yatırdılar.
400 Devrimci Sol ve TİKB tutsağı süresiz açlık grevine başlayarak cuntacıların kalbine korku tohumları ektiler. “Tek tip elbise giymedik ve giymeyeceğiz” diyen devrimciler 40. günden sonra direnişlerini ölüm orucuna dönüştürdüler. Direniş “dışarıya” da nefes verdi. Devrimcilerin aileleri de artık sokaklardaydı. Sivilleşen cunta birçok aileyi tehdit ve işkence ile yıldırmaya çalıştı ancak aileler yılmadılar ve direnişin bayrağını dışarıda da dalgalandırdılar. Gözaltına alınan ve işkenceden geçirilen Aysel Zehir’in babası kızı kadar kararlıydı. İşkencecinin “bundan sonra da aynısını yapacak mısın” sorusunu Zehir “evet aynısını yine yapacağım” diyerek cevaplıyordu.
75 gün süren direniş sırasında devrimci tutsaklardan dördü ölümsüzlüğe kavuştular. Kavgada düşen direnişçilerin sözleri devrime ve zafere duydukları inancı özetliyordu:
“Ölüm orucu gönüllüsü olarak mücadelenin bir başka biçimini yerine getirmenin gururu ve sevinci içindeyim. Bu konuda hiçbir tereddüdüm olmadı, olamazdı. Çünkü gelinen sürecin özelliği, bunun sorumluluğu böyle hareket etmemizi gerektiriyordu. Hareketle bütünleşmiş, ona gönül vermiş, onun saflarında mücadelenin birçok aşamalarından geçmiş bir militanın ölümü seve seve göze alması kadar kutsal, doğal birşey olamaz...” Abdullah Meral
“Bir devrimcinin ailesine, eşine, yoldaşlarına, halkına ve ülkesine yapabileceklerini, yapması gerekenleri kapasitem ve yeteneklerim oranında yerine getirmeye çalıştım. Bugün de bunlardan en anlamlısını gerçekleştirmek istiyorum başaracağıma inanıyorum...” Haydar Başbağ
“Böyle bir mektupla karşı karşıya kalmak durumunda olacağımı hiç tahmin etmemiştim. Polis sorgusunda mizansen içinde teklif edildiğinde içten içe nasıl da gülmüştüm. Onlar bir farkla ‘vasiyetname’ demişlerdi. Evet. Son mektup bir yerde vasiyetname olarak da değerlendirilebilir. Bizdeki ‘mal’, ‘mülk’ belli. O da siz yoldaşlarımda fazlasıyla var zaten. Bu nedenle benim bu konumda bırakacağım pek fazla bir şey olmasa gerek...” M. Fatih Öktülmüş
“...böyle onurlu bir görevin bana verilmesini inançla karşılarken bu kararımda hiçbir tereddüt ve karamsarlığa yer vermeden bu tarihsel görev içinde ölümü coşkuyla karşılıyorum...” Hasan Telci
‘84 Ölüm Orucu şehitleri sadece cuntaya değil onun ürünü tasfiyeciliğe, yılgınlığa ve çürümeye karşı da darbe vurdular. Dosta da düşmana da devrim umudunun asla sönmeyeceğini ve bunun da tek yolunun direniş olduğunu gösterdiler. |