11 Eylül 2015
Sayı: KB 2015/35

Kirli savaşa, faşist baskı ve zorbalığa karşı...
Kirli savaş üniversitelere taşınacak!
Faşizme karşı sınıfın ‘barış’ı için mücadeleye!
Sermayenin sözcüleri saldırıları körüklüyor
MİB: Fabrikada sömürülüp kıyılan da biziz, cephede ölen de!
Sermaye devleti faşist çeteleri sokaklara saldı
Polis terörü artarak devam ediyor
Demirtaş: Kararı Erdoğan ve Davutoğlu aldı
“Boşuna çırpınmayın MİB yakanızı bırakmayacak!”
ORS işçileri: Beklenmeyen taş
GMİS yöneticilerinden Yeraltından Sesler’e saldırı
Pamsan işçileri direnişi patronun kapısına taşıdı
"Mülteci krizi" değil, kapitalist barbarlık!
Türkiye’nin ikiyüzlü göçmen politikası
Emperyalizmin “güvenlik konsepti” ve Ortadoğu işgali! - A. Serhat
Emperyalist rekabette son yapılan hamleler
FHKC Filistin Ulusal Konseyi toplantısına katılmayacak
Dünyada işçi ve emekçi eylemleri
Öğrettikleri, hatırlattıklarıyla Greif Direnişi
DEV TEKSTİL Eylül Ayı Genişletilmiş MYK Toplantısı Sonuç Bildirgesi
Yeni Greifler’in, yeni metal fırtınaların yolu: Meslek Liseleri!
İşçi bültenleri mücadeleyi yükseltmeye çağırıyor
“Güçlü bir kadın işçi örgütlenmesi için güne yüklenmeye!”
12. Mamak Kültür Sanat Festivali gerçekleştirildi!
Victor Jara’nın namuslu gitarı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalizmin “güvenlik konsepti” ve Ortadoğu işgali!

A. Serhat

 

Birinci Körfez Savaşı ile başlayan ABD öncülüğündeki bölge işgali, Irak’ın ardından 11 Eylül saldırıları bahane edilerek Afganistan’la ikinci aşamaya ulaştırılmıştı. Daha Birinci Körfez Savaşı’nın yaralarını saramayan Irak ikinci müdahaleyle destabilize edilerek, yüzbinlerce insanın katledildiği, bütün zenginliklerinin yağmalandığı, derin bir kaosun içine sürüklenerek yönetilemez bir duruma getirilmişti. Hala da bu müdahalenin acı sonuçlarını yaşamakta ve yıllarca da yaşamaya devam edecektir. Bu bölgeye müdahalenin acı sonuçlarını çok daha ileri düzeyde yaşayan bir başka ülke de Afganistan’dır. Emperyalist ağababalarınca beslenip büyütülen Taliban, El Kaide, Müslüman Kardeşler gibi islami terör örgütleri her dönem olduğu gibi bugün de Kuzey Akdeniz’den Güney Asya’ya kadar uzanan coğrafyada emperyalist işgal ordularınca kullanılagelmiş araçlardır ve olmaya da devam edeceklerdir. Tıpkı bugün Nijerya ve Çad’da Boko-Haram gibi, Suriye ve Libya’da IŞİD, El Nusra, Ahrar el-Şam vb. örgütlerin neredeyse tamamı bir şekilde sahaya sürülmüş piyonlar ve bölgenin yeniden dizayn edilmesinin araçları olduğu gibi.

ABD öncülüğündeki emperyalist blok, Sovyetler’in dağılmasının ardından, “Yeni Dünya Düzeni“ adı altında, Doğu Avrupa’dan Karadeniz’in kuzeyine, Güney Asya’dan Akdeniz’in kuzeyine kadar olan coğrafi alanda harita değişiklikleri ve mümkünse yeni ülkeciklerin kurulmasını 21. yy stratejisi olarak tanımlamakta ve buna göre de hamleler yapmaktadır. Doğu Avrupa’ya müdahale Yugoslavya’nın parçalanması ile başlamış ve bugün de Ukrayna’da daha ileriden bir cephe yaratılarak ikinci bir hamle yapılmıştır. ABD ve AB’nin iç savaşa sürüklediği Ukrayna iki yıl gibi kısa bir zaman içinde ikiye, hatta Kırım’ın Rusya’ya dahil olmasıyla üçe parçalanmış ve bugün özellikle Alman emperyalizminin ileri bir karakolu haline getirilmiştir. ABD emperyalizmi Varşova Paktı’nın dağılmasını fırsat bilerek kendisini dünyanın efendisi ilan etti ve hegemonyasını pekiştirmek için çeşitli hamleler yaptı. ABD emperyalizminin yeni dünya düzeni olarak tanımlanan konseptinin veya 21. yy dizaynının fikir babaları olan Brzezinski ve John Mackinder, Doğu Avrupa’dan başlayan ve Güney Asya’ya kadar uzanan jeopolitik alanı şöyle tanımlarlar: Brzezinski’ye göre Afganistan jeopolitik olarak önemli bir bölgedir, hatta İngilizlerin 17. yüzyılda "Asya’nın gözetleme kulesi" tanımına vurgu yapar. Ülkenin yeraltı kaynakları açısından bir zenginliğinin olmadığını ama coğrafi olarak ilk elden kontrol edilmesi gereken yer ve sıçrama tahtası diye tanımlar. Aynı vurgu Basra Körfezi’nin denetimi ve İsrail’in güvenliği bakımından Irak ve Yemen için de yapılır.

Kara Hakimiyet Teorisinin mimari John Mackinder ise, dünya hakimiyetinin sağlanması için iki ana merkez bölge tanımlaması yapar. Bunlardan ilki Doğu Avrupa bir diğeri ise Güney Asya’dır. Bu iki bölgenin kontrol altına alınması ya da güç boşluğunun doldurulması durumunda dünya hakimiyetinin ABD emperyalizminin öncülüğünde gerçekleşebileceğini dile getirir.

Birinci Körfez Savaşı’ndan Balkanlara, 11 Eylül saldırılarıyla Afganistan’a ve en nihayetinde Arap Baharı’yla başlayan gelişmelerin ardından Suriye ve Libya’da yaşananlara baktığımızda bu Yeni Dünya Düzeni ya da adına küreselleşme denilen emperyalist savaş makinasının nasıl da bir program çerçevesinde çalıştığına tanıklık etmekteyiz. Bir dönem adına teröre karşı anavatanı savunma denilen işgal girişimleri daha sonra adını daha yumuşak terimlere bıraktı; diktatörlüklere karşı demokrasi savaşı! O aynı diktatörlerle on yıllarca iş tutan, her türlü kirli alışverişin içinde olanlar bir anda bölgede var olan yönetimlerin demokratik olmadıklarını, insan haklarını hiçe saydıklarını vb. keşfetmeye başlamışlardı. Oysa ki bu yalanların dolaşıma sokulduğu günlerde ve bugün de bölgenin en gerici ve pespaye rejimleriyle iş tutan ve onlara sonuna dek destek verenler de yine o aynı karanlık emperyalist güçlerdi. Başını ABD ve AB emperyalistlerinin çektiği bu güçler yukarıda tanımlamaya çalıştığımız bütün bölgelerdeki katliamların, yaşanan bütün trajedilerin birinci dereceden sorumlusu durumundadırlar. Yine bu emperyalist blokun payandaları durumundaki başta Türkiye olmak üzere Suudi Arabistan, Katar, Ürdün vb. bölge ülkeleri de bu Yeni Dünya Düzeninin ve bölgeyi işgalin ve yağmalanmasının işbirlikçileri olarak iş tutmaktadırlar. Özellikle Suriye’deki iç savaşın yıllarca finansörlüğünü ve tetikçiliğini yapanlar ilk elden yukarıda sıraladığımız bölge ülkeleri olmuştur ve hala da bu işbirlikçi görevlerini ifa etmeye devam etmektedirler. Körfez ülkelerinin sınırsız maddi ve silah desteği, Türkiye’nin son dönemlere kadar yarattığı olanaklar ölçüsünde ülkeyi kan gölüne çeviren selefi terör grupları, kısmen sınırlandırılmış gibi görünse de bu desteği hala da almaya devam etmektedirler. ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin bu gruplara karşı havadan müdahalesi kesinlikle bu terör gruplarını yok etmek amaçlı yapılmamaktadır. Bilakis kontrolden çıkma ihtimalinin yüksek olduğu bu yapılanmaları kendilerine daha da bağımlı kılmak ve hareket kabiliyetlerini bir parça sınırlandırmak adına yapıldığı bilinmektedir. ABD’nin koalisyona, özellikle de Türkiye’yi dahil etmek istemesinin nedeni, daha çok da bu örgütlerle ilişkilenmek ve kontrolü Türkiye üzerinden yapmak istediği ortaya çıkmaktadır. En nihayetinde Suriye’deki iç savaşın başlamasından bugüne kadar bu terör odaklarını besleyip büyüten bizzat AKP eliyle gerici Türk sermaye devleti olmuştur. Büyük bir açgözlülük ve Osmanlı’nın varisi havalarında Emevi Camii’nde namaz kılmak isteyen Erdoğan, çok geçmeden ABD’nin beysbol sopasını görünce bu hayallerinden gerisin geri çark etmiş ve İncirlik Üssü’nü açarak ABD’nin bölge planlarına tekrardan geri dönmüştür. Çünkü ABD’nin Suriye konusunda Esad sonrasına ilişkin henüz bir iktidar alternatifi görünmemekte ve bu oluşuncaya kadar da bir biçimde Esad ve BAAS rejimine müsamaha göstermek durumunda olduğu anlaşılmaktadır. Yine Suriye’ye ilişkin bölgenin bir diğer gücü İran, Rusya ve Çin’in tutumu da bunu zorunlu kılmaktadır. Emperyalist güçler ve koalisyon ortağı işbirlikçi bölge ülkelerinin bu selefi terör gruplarına desteğinin bundan sonra da olacağı ve onları işgal ettikleri bölgeler içinde kendilerine bağımlı kimi adacıklarda iktidar yaparak bir parça daha ehlileştirecekleri yapılan operasyonların şeklinden görülmektedir.

Emperyalist gericiliğin bölgeyi işgali ve yağmalanması karşısında ciddi anlamda ilerici bir toplumsal muhalefetin ya da sınıf hareketinin zayıflığı ve örgütsüzlüğü bu kuşatmayı daha da kolaylaştırmakta ve bölgedeki kaosu daha da derinleştirmektedir. Kuşkusuz tek tek bütün ülkelerde ilerici, demokratik hareketler ve muhalefet odakları bulunmaktadır fakat bu güçlerin örgütsüzlüğü ve zayıflığı olası toplumsal bir direnişe öncülük etme kapasitelerinin olmaması durumu daha da zorlaştırmaktadır. Ayrıca bölgedeki mezhep ayrılıkları ve etnik ayrılıklar üzerinden gelişen örgütlülükler de emperyalizme karşı toplumsal bir direnişi zayıflatan bir başka etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine bölgeye has BAAS rejiminin milliyetçi sosyalizmi emekçilerin ve ezilen halkların hafızasında çok derin negatif izler bırakmıştır. Buna parelel olarak ciddi bir işçi sınıfı kültürünün hemen hemen hiç olmaması da örgütsüzlüğü ve dağınıklığı tetikleyen ve besleyen nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyolojik olarak biraz daha geriden gelen toplumlarda hele de bütün bir toplumsal sol mirası İslami gruplara kaptırmış yapılarda bilinen anlamıyla anti-emperyalist hareketlerin oluşması oldukça zaman alacaktır. Ama en nihayetinde zaman ileriye akmakta ve bu toplumlar da kendi içinden ilerici ve devrimci direniş merkezlerini yaratmayı başaracaklardır. Bu açıdan bakıldığında ciddi bir direniş ve anti emperyalist geleneği olan Türkiye devrimci hareketine büyük sorumluluklar düşmektedir. Bölgeyi de kuşatan anti-emperyalist bir hareketi yaratmak ve bu gerici kuşatmayı kırmak artık gelinen aşamada ertelenemez biricik sorumluluk alanlarından biridir.

 
§