4 Aralık 2015
Sayı: KB 2015/45

Çözüm devrimci sınıf mücadelesi
Uçak krizi derinleşiyor IŞİD destekçileri sıkışıyor
Türkiye: Sermaye için cazip ve istikrarlı bir ülke!
Elçi’nin katledilmesi eylemlerle lanetlendi
"Tanıklar dinlenmedi, deliller ilk günden karartıldı!"
Kürt halkı azgın devlet terörüne boyun eğmiyor!
Söz, basın ve örgütlenme özgürlüğü için mücadeleye!
Baskı ve yasakta yeni perde: Dündar ve Gül tutuklandı!
“Hak ihlalleri 30 yıldır aynı şekilde sürüyor”
Haklar ve özgürlükler için eller şaltere, ayaklar sokağa!
“İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf asgari ücret!” mücadelesini yükseltelim!
Direnişin kalesi Renault’ta eylemler sürüyor
Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!
TKİP’nin 17. kuruluş yıldönümü etkinliği
Parti örgütlerinin mesajlarından...
Alaattin Yoldaş anısına…
Paris katliamı ve tekellerin militarizm tutkusu
Dünya İklim Zirvesi: Yeni bir ikiyüzlülük, yeni bir aldatmaca
5 Aralık "Türk kadını"nın seçme ve seçilme hakkı üzerine...
Türkiye kadın hareketi tarihinin önemli deneyimi
Kadın işçileri örgütleme seferberliğine güç verelim!
Bu eğitimcilerin eğitimi şart!
DGB 1 yaşında
Emperyalizme karşı Erdal olunmalı!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

5 Aralık "Türk kadını"nın seçme ve seçilme hakkı üzerine...

Bir “lütuf”tan daha fazlası!

 

Seçme ve seçilme hakkı tarihte feodalizmin ortadan kalkması ile öncelikle mülk sahibi erkeklere tanınan bir ayrıcalık olarak karşımıza çıkmış ve Fransız İhtilali sonrasında bu ayrıcalık tüm erkeklere tanınmıştır. Fransız İhtilali'nde kadınlarca 1789’da krala sunulan, oy hakkı ve kendilerinin temsilini isteyen dilekçenin reddinden 1980’li yıllara dek kadınların oy hakkı mücadelesi zorlu bir yol izlemiştir. İngiltere’de olduğu gibi sulfretler şahsında kah kralın atının ayakları dibine kendini atarak intihar eylemlerine, açlık grevlerine, kah dernekler, örgütler kurarak mitingler düzenleyerek hak alma mücadelesini örmeye kadar birçok yol ve yöntem kadın örgütleri tarafından kulanılmıştır. Burjuva kadın, erkekle aynı siyasal hakları talep etmiş ve bu uğurda atttığı adımlar feminizmin de ilk adımları olarak tarih yolunda kendisine yer bulmuştur.

Özellikle sanayi devriminin ardından burjuvazinin de artık kendi egemenliğini sağlamlaştırdığı 1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren burjuva kadın da sahneye çıkarak siyasal haklarını daha gür bir biçimde talep etmiştir. 1900’lü yıllar, birinci emperyalist savaşın gölgesinde keskinleşen sınıf savaşımları eşliğinde büyüyen siyasal-politik atmosferde burjuva feminist hareket, bir bütün olarak aynı zamanda kendisinin de ait olduğu burjuvazinin hanesine istemeye istemeye yazmayı kabul edeceği kadın haklarına dair ilerici hamlelerin yazımında rol alarak döneminin kendine biçtiği devrimci rolü de oynamış ve geride bırakmıştır. O bu rolü oynayıp geride bırakadursun sahnede diğer bir yandan, talep edilen hakkın sökülüp alındığı geleceğin devrimci sınıfı, işçi sınıfının kadınlarının mücadelesi de filizlenip yeşermiş ve boy vermiştir. 1889’da Paris’te düzenlenen Uluslarasarı İşçi Kongresi'nde Clara Zetkin kadınlar arasında sosyalist çalışmanın araçlarını tartışmış, 1907’de 1. Uluslarası Sosyalist Kadınlar Konferansı gerçekleşmiş ve bu konferansta kadınların genel ve sınırsız oy hakkı talebi kabul edilmiştir. Ardından yapılan işçi kongreleri ve 2. Uluslarası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda da genel oy hakkı üzerine tartışmalar yapılmış ve mücadele araçları oluşturulmuştur. Sınıf savaşımının keskin günlerinde emekçi kadınlar, erkek sınıf kardeşleri ile birlikte hakları için mücadele etmişlerdir.

Her bir ülkenin kendi siyasal-sınıfsal gelişimine paralel olarak şekillenen mücadelede, burjuva hükümetler, gerek burjuva feminist kadınların siyasal hak talebinin basıncı altında gerekse de özellikle Büyük Ekim Devrimi’nin ardından kendi ülkelerinde sınıf savaşımlarının bir sonucu olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımaya “razı” olmuşlardır.

Osmanlı’dan "Genç Cumhuriyet"e
kadınların mücadelesi

Osmanlı’da kadının statüsü özellikle Tanzimat Fermanı'nın ve ardından Islahat Fermanı'nın ilanıyla bir nebze yükselmiş ama Osmanlı kadını, sesini duyurmayı ancak Meşrutiyet'in ilanının ardından başarabilmiştir. 1. Meşrutiyet'le getirilen temsil hakkı sadece erkeklere ve vergi-servet esası üzerinden verilmiştir. Bu dönemde bırakalım temsil hakkını nüfus sayımlarında dahi kadınlar sayılmamaktadır, yani resmi kayıtlarca bile “yok hükmünde” idiler. Buna rağmen Meşrutiyet döneminde sayısı 40’ı bulan dergi ve gazete çıkaran kadınlar 2. Meşrutiyet'in ilanından sonra örgütlenmeye de başlamıştır. 1913 yılında kurulan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti (Osmanlı Kadının Haklarını Savunma Derneği) bunların başlıcalarıdır. Bu örgütlenme 1921 yılında kadınların seçme ve seçilme hakkını gündemine almıştır. Hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır fakat varlığı ile şunu ispatlamaktadır ki, Osmanlı’da bir grup aydın kadın, erkeklerle eşit siyasal haklar talebini yükseltmekten ve akabinde birinci emperyalist savaşta “vatan savunmasına” katılarak erkek sınıf kardeşleri ile birlikte ulus devletin temelini atmaktan geri durmamışlardır. "Genç Cumhuriyet" günlerinde de “beraber savaştık, beraber yönetelim!” savaşını sürdüreceklerdir.

Kadınlar Halk Fırkası, Türk Kadınlar Birliği ve Nezihe Muhiddin

Nezihe Muhiddin, eğitim seviyesi yüksek, bir kaç yabancı dil bilen ve edebiyat alanında eserler veren bir aydındı. Aynı zamanda kadın hakları savunucusu ve eylemciydi. Kadınlar Halk Fırkasının kurucusu olan Muhiddin’in mücadelesi ve aynı anlama gelmek üzere Kadınlar Halk Fırkası ile Türk Kadınlar Birliğinin tarihi ve Muhiddin’in yaşamı kemalist ideolojinin kadın haklarına bakışınının da özlü bir yansımasını barındırmaktadır.

Bilinenin aksine kurulan ilk siyasal parti Cumhuriyet Halk Fırkası değil, Kadınlar Halk Fırkasıdır. 1923 yılında programlarında yer alan "kadınların siyasal haklarının savunucusu olacakları"nın deklare edilmesi, kadınların askerlik yapmalarının talep edilmesi gibi maddelerden ötürü onay alamayan fırka, söz konusu maddelerde esnemelere giderek ve amacını yoksul kadınlara, yetimlere yardım, kadınların eğitim seviyesinin yükseltilmesi, kadınların çalışma hayatına kazandırılması ve bu amaçlı konferanslar düzenlenmesi vb. yardım ve sosyal faaliyetler olarak göstererek Kadın Birliği adı altında dernekleşmiştir. Fırkanın onay alamamasının altında kadınların zaten seçme ve seçilme hakkının olmadığı, bu sebeple de siyasal hak ortada yokken bunu savunmanın ve geliştirmenin de mümkün olmayacağı anlayışı ve bu anlayışın da altında kemalist ideolojinin hareketi kendi belirlediği sınırlar içinde tutma çabası yatmaktadır. Fırka tartışmalarında ve birliğe giden yolda Muhiddin ve çevresindeki aydın-burjuva kadınlar birçok alay ve hakaretle karşı karşıya kalmışlardır. Cumhuriyet’te ve dönemin birçok gazetesinde yer alan yazılarda kadınlar aşağılanmış, dönemin karikatür dergilerinde kadınların mecliste moda tartışmaları yaptığını tasarruf eden çizimler yer almıştır.

Ancak tüm baskı ve alaylar karşısında yılmayan Muhiddin, Birlik çatısı altında siyasal taleplerini dillendirmeye devam etmiştir. Diğer bir yandan Birlik, amaçlarını gerçekleştirmek için kurslar ve konferanslar vermiş, kadınların eğitilmesi, medeni kanun ile tanınan hakların kullanılması ve yeni meslekler edinmesi faaliyetlerinde öncülük yapmıştır.

Birlik, 1925 yılında propagandif bir atılım olarak İstanbul’da mebus adayı olarak Halide Edip ve Nezihe Muhiddin’i göstermiştir. Yine aynı yıl Birlik, sesini duyurabilmek adına “Kadın yolu” adlı dergiyi yayınlamaya başlamıştır. Böylece, faaliyetlerini kamuoyuna duyurmuş, hükümete taleplerini iletmiştir. Döneme ışık tutan bu yazılı belgede yer alan yazılarında, Muhiddin sıklıkla akla ve vicdana sahip olan kadınların neden seçme ve seçilme hakkı olmasın diye sormuştur.

1926 yılına gelindiğinde ise Cumhuriyet Halk Fırkası'na üyelik başvurusunda bulunulmuş ve kamuoyunda büyük bir tartışmanın da fitili ateşlenmiştir. "Kadınların hayır işleri ile uğraşmasının daha doğru olacağı" cevabı ise CHP’nin Birlik’e verdiği yanıttır. Aynı zamanda 1926 yılında kabul edilen medeni kanuna yönelik eleştirilerini sürdüren Birlik, sıkı yönetim mahkemeleri döneminde pek de tepki çekmemek adına bu eleştirilerin dozajını yumuşatmıştır.

1927 yılına gelindiğinde Birlik adını “Türk Kadınlar Birliği” olarak değiştirmiştir. 25 Mart 1927’de Birliğin merkezinde toplanan kongrede Muhiddin ve arkadaşları ünlü ikinci maddenin “Kadın Birliği’nin siyasal hakların alınması için çalışacağı” şeklinde değiştirilmesi önerisini kongreye sunmuş ve öneri kabul edilmiştir. Bu gelişmenin ardından 1927 Haziran seçimlerinde mecliste kadın haklarını savunacak bir bağımsız feminist erkek aday gösterme girişiminde bulunmuşlardır. Fakat gösterilmesi planlanan aday, kamuoyu baskısına dayanamayınca bu girişimden vazgeçilmiş, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın aday gösterme aşamasında CHF’ye başvurarak kendi adaylarını sunmaya karar vermişler fakat bu girişim de başarısız kalmıştır.

Nezihe Muhiddin’e karşı 1927 kongresinde ünlü ikinci maddenin değişmesiyle başlayan muhalefet, hükümetin de yardımları ile cemiyet merkezinin polis tarafından aranması ve Muhiddin’in yolsuzlukla suçlanması ile amaçlarına ulaşmış ve basına "İnkılapları doğuran, çabalar ve savaşımdır. Biz de, seçimden seçime her yurttaş gibi haklarımızı alacağımız güne değin savaşmayı sürdüreceğiz, kanunlar, er geç toplumsal yaşamın gereklerine uymak zorundadırlar” diyen Muhiddin’i siyasal arenadan uzaklaştırmıştır. Nezihe Muhiddin bundan sonra sessizliğe bürünmüş, 1958 yılında ise bir akıl hastanesinde yapayalnız ölmüştür.

Muhalefetin bu başarısının ardından TKB’nin başına Latife Bekir geçmiş, hükümetin politikaları çerçevesinde ılımlı bir hak mücadelesi çizgisini sürdürmüş, sosyal faaliyetlere ağırlık vermiştir. 1930 yılına gelindiğinde artık kemalist ideoloji belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kadınlara tanımakta, milletvekilliği seçimleri için ise 1934’e kadar beklemeyi uygun görmektedir. 5 Aralık 1934’te kabul edilen değişikle seçme ve seçilme hakkı yasalaşırken, 7 Aralık’ta Beyazıt Meydanı’nda kadınlar büyük bir kutlama mitingi yapmış, 10 yıllık mücadeleleri ile elde ettikleri hak için meydanlara çıkmışlardır.

Kemalist ideolojinin “başarı”sı yalnızca Muhiddin’i tarih sahnesinden silmekle kalmamış, ardından Türk Kadınlar Birliği’ni kapatarak, yönlendirme işlevini baskılama boyutuna vardırarak bu mücadeleyi kendi içinde eritmiştir. Türk Kadınlar Birliği’nin İstanbul’da 1935 yılında ev sahipliği yaptığı 12. Uluslararası Kadınlar Birliği’nin toplantısında kurgulananın dışında Avrupalı kadın örgütlerince savaş öncesi atmosferde “barış” ve “silahsızlanma” propagandasının yapılmış olması TKB ile hükümetin siyasal çizgisini çelişkiye düşürmüş ve bu durum kapanmanın birinci nedeni olarak TKB’nin hanesine yazılmıştır. İkinci neden ise devletin, CHP dışında tek bir örgüt tasarruf etmesi idi. Bu örgüt de, kurulması öngörülen, kadın erkek tüm toplumun birlikte parti ideolojisine hizmet edeceği bir örgüt, “halkevleri” idi. Baskılar sonuç vermişti. Uluslararası Kadın Birliği’nin toplantısının ardından Birlik başkanı, Birlik faaliyetlerinin doruk noktasında iken, açıklamasında artık seçme ve seçilme hakkını elde ettiklerini ve Birlik adı altında mücadele edecek başkaca bir gayelerinin kalmadığını belirterek kendilerini feshettiklerini açıklamıştır.

Kadınlar Fırkasının kuruluş başvurusundan Nezide Muhiddin’in siyasal yaşamdan tasfiyesine uzanan yukarıda aktardığımız kısa tarihsel anlatım, kemalist ideolojinin ulvi “başarı”sının da kanıtıdır. Muhiddin’in ve Muhiddin şahsında temsil edilen “hak alıcı” çizginin tasfiyesi, burjuvazinin kadın hakları mücadelesini kendi çizdiği sınırlar içerisinde tutma çabasıdır. “Kadına haklarını ben verdim” diyen kemalist burjuvazi kadınların eylemliliklerini sindirmiş ve yönlendirmiştir. Muhiddin’in adını tarihten sildiği gibi Kadınlar Halk Fırkası ve Türk Kadınlar Birliğinin verdiği mücadele de tarihten silinmiştir. Kemalist ideolojinin kişi kültü ve yüceltme hastalığı 2015’de bizlere yalnızca “kadın haklarını veren ulu önder”i bahşetmiştir. Kafamıza kazınmaya çalışılan ise verilen kısmi hakların bile, bir “lütuf”tan ibaret olduğudur.

Resmi tarih ve inatçı gerçekler

Resmi tarih, hele de yaşadığımız topraklarda kemalist ideolojiyle harmanlanmış resmi tarihse söz konusu olan, her bir anlatılanı, yazılanı bir kere daha sorgulamak gerekir. Zira tarihi, dünyayı kendi ideolojik-politik penceresinden seyre dalarak egemenler yazar. Bu tarih yazımı, salt kendi burjuva egolarını tatmin etmenin aracı değil, tersine sistematik olarak baskı altında tuttuğu sınıfları kendi ideolojisiyle zehirlemenin, onları kendi politik platformuna yedeklemenin ve üzerinde yükseldiği sömürü sisteminin devamını garantilemenin bilinçli aracı olarak kullanılır. Bilim ve gerçekler bu uğurda kurban edilir.

Şu günlerde resmi tarihin kemalist ideologları tarafından şişirilerek sunulan ve resmi tarihte “Mustafa Kemal Atatürk”ün Türk kadınlarına “bahşettiği” seçme ve seçilme hakkı üzerinden ortaya konulan “bilim” işte bu kurban edilmeye verilecek güncel örneklerden yalnızca biridir. Resmi tarihin gerçekleri çarpıtarak, kendi burjuva kemalist dünya görüşünü topluma empoze ederek biat ve şükür duygularını egemen kıldığı günümüzde kadınların seçme ve seçilme hakkı üzerinden ortaya çıkan bu ikiyüzlülük, daha birçok konuda, örneğin Şeyh Sait Ayaklanması başta olmak üzere Kürt-alevi ayaklanmalarında, işçi sınıfının hak mücadelesinde de aynen cereyan etmiştir. Ve halen daha katliamların, suikastların yaşandığı bugün tarih egemen güçlerce kendi pencerelerinden, kendi sınıfsal çıkarlarını sağlamanın aracı olarak yazılmaya devam ediliyor. Bir şartla ki, “gerçekler inatçıdır!”

***

Son olarak okura, kemalist ideolojinin; kendisinin “bahşettiği” seçme ve seçilme hakkından nasıl da birçok Avrupa ülkesinden önce yararlandığımızı anlatmadaki ustalığı karşısında aşağıdaki listeyi sunuyoruz. Zira resmi tarih, seçme ve seçilme hakkından Türkiye’den sonra yararlanan ülkeleri sıralamayı pek sever fakat öncekilerin hele ki Sovyetler Birliği’nin esamesi bile okunmaz. Zira Büyük Ekim Devriminin öncesi ve sonrası göstermektedir ki, ancak emekçi kadınlar örgütlediklerinde ve onların ikinci sınıf cins konumunu pekiştiren kapitalist sisteme karşı mücadele ettiklerinde ve en nihayetinde kendi sınıflarının iktidar mücadelesine omuz verdiklerinde, bu mücadele içerisinde kazandıkları deneyimle beraber haklarını da tam anlamıyla kazanmışlardır. SSCB’den bahsetmek işte bu sebeple korkutucudur. Ancak korkunun ecele faydası da yoktur. Er ya da geç bu topraklarda da burjuva devlet, tüm yalanları ile birlikte tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır.

Kronoloji:

1893- Yeni Zelanda’daki Liberal işçi partisi koalisyonu hükümeti, kadınlara oy hakkı tanıdı.
1907- Finlandiya’da kadınlara oy hakkı tanındı.
1915- Danimarka, İzlanda dahil kadınlara oy hakkı tanındı.
1917- Sovyetler Birliği’nde kadınlar oy hakkına sahip oldu.
1920- ABD’de kadınlara oy hakkı verildi
1922- Kanada’nın İngilizce konuşulan tüm eyaletlerinde kadınlara oy hakkı verildi.
1923- Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Estonya kadınlara oy hakkı verildi.
1928- İngiltere’de 21 yaşına gelmiş kadınlara oy hakkı verildi.
1934- Brezilya’da kadınlara oy hakkı verildi.
1934- Türkiye’de Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1937- Filipinler’de kadınlara oy hakkı verildi.
1944- Fransa’da yapılan yasa değişikliğiyle kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.
1946- İtalyan kadınları ilk genel seçimlere katıldılar.
1947- Çin ve Liberya’da kadınlara oy hakkı verildi.
1958- Uganda’da kadınlara oy hakkı verildi.
1960- Nijerya’da kadınlar oy hakkına sahip oldular
1971- İsviçre’de kadınlar seçme ve seçilme hakkını elde etti.

Kaynaklar: “Türk Kadınlar Birliği” yüksek Lisans Tezi-Müge Dişbudak, “Türk kadının siyasal hak kazanma süreci” Belkıs Konan, “Kadınsız İnkılap” -Yaprak Zihnioğlu, “Nisa Taifesi ve Kadınlar Halk Fırkası” Ayşe Hür, Radikal, 09.12.2012,

 
§