26 Ağustos 2016
Sayı: KB 2016/32

Özgürlük devrimde, barış sosyalizmde!
AKP’ye uyumlu ve ayarlı bombalar
Haklarımız ve geleceğimiz için mücadeleye
Basın özgürlüğü yalnız düzenin kalemşorları için…
OHAL’de fırsatçılığa devam!
Tarihten bugüne NATO ve Türkiye gerçeğine dair…
ABD ve Türk sermaye devletinin Cerablus seferi üzerine
Emperyalizme hizmet halklara düşmanlık bakidir
Biden ve Yıldırım’dan “ilişkileri onarma” vurgusu
TKİP V. Kongresi sunumlarından... Gençlik çalışmamızın sorunları
Direnmeyi seçmeyenler teslimiyete yürürler
Sermaye-hükümet-Türk Metal ittifakı iş başında!
Japon sömürü teknikleri
“Kaybedecek neyimiz kaldı!”
“Mezarda emeklilik”ten “bireysel emeklilik” yalanına
1900-Novecento
Kapitalizm ve çocuk
Sosyal-demokrat hükümetler ve günümüzdeki rolleri
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

1900-Novecento

 

Yoldaşlar! Bekleyin bir dakika! Boğazımda bir yumru var!
Yumruyu yok etmek için özel mülkiyetten kurtulmalıyız.”

1900 filmi İtalya’nın kuzey bölgesinde köylüler ve toprak sahipleri arasında yaşanan sınıf mücadelesini konu edinmektedir. Filmde iki emperyalist paylaşım savaşı arası dönemde siyasal gelişmeler ve insan ilişkileri öne çıkıyor. Filmin yönetmenliğini yapan Bernardo Bertolucci’nin filmlerindeki muhteşem felsefi incelikleri, filmi dikkatli izlediğinizde göreceksiniz. Kimi sahnesinde lirik bir gerçeklikle karşılaşıyor olsanız da Frued’un bilinçaltı gerçekliğini yansıtan sahnelerini sürreal olarak görebilirsiniz.

Oyuncularını gördüğünüzde izlemek için merak uyandıran bu filmde Robert De Niro ve Gerard Depardieu başrolde oynuyor. Fakat filmin bütün oyuncuları filmde anlatılmak isteneni, yaşıyormuş gibi mükemmel bir performansla sergiliyor.

Filmde gözünüzü korkutan tek şey süresi olabilir. İstanbul-İzmir arası yolculuk kadar uzun. Fakat İzmir’e varmak kadar keyifli bir film. Film, iki ana karakteri olan Alfredo Berlinghieri ve Olmo Dalco’nun aynı gün doğumuyla başlıyor. O gün aynı zamanda aydınlanma çağının ve İtalyan operasının önemli isimlerinden Giuseppe Verdi’nin öldüğü gündür (27 Ocak 1900). Bunun yanı sıra Verdi İtalyan faşistlerinin önde gelenlerindendir. Burada yoksul bir köylü çocuğu olan Verdi’nin ölümünün yanı sıra yine yoksul bir köylü çocuğu Olmo’nun ve Verdi gibi bir faşistin ölümünün ardından bir faşist toprak sahibinin çocuğu olan Alfredo’nun doğuşu bir dönemin bitişini, başka bir dönemin ise başlangıcını temsil etmektedir. Yani 1900-1945 yılları arasında İtalya’da sınıf savaşımının farklı bir evreye girdiğini temsil etmektedir.

Filmde dönem değişimleri ve ara geçişler de muazzam bir incelikle işlenmiş. Örneğin kış mevsimi yoksul köylüler için acıların derinden yaşandığı bir dönemi temsil ederken, yaz mevsimi komün köylerinin örgütlenmesini ve köylülerin çiftlikleri ele geçirerek faşizmi yenmesini işliyor.

Filmde duygusal, görsel, zihinsel yönden ufkunuz açılmakla birlikte gerçeklikten şaşılmıyor. İşçilerin greve çıkmadan önce ve çıktıklarında kazanacaklarına dair olan inançları, grev meydanlarına yakından şahit olanlara tanıdık gelecektir. Yine köylülerin, greve çıkma kararı alınmasını öğrendikleri anda yapmış oldukları birlik tartışmasında birlik olduklarına inandıran sahne de aynı duyguyu yaratıyor.

Kadın erkek ilişkilerinde de ataerkil davranış biçimlerini yüzeysel olarak işleyen filmin bir sahnesinde, “Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır cezalandırılmamış” diyen Marx’ı hatırlarız.

Birliğin, grevin, sosyalizmin, savaşın, faşizmin, acının gerçekçi yönleriyle işlendiği filmde kimi zaman faşistleri ve toprak sahiplerini marjinal yönleriyle vurucu yermeler, sınıflar arası farklılıkları gösteriyor.

Çocuklukları beraber geçen Olmo ve Alfredo yaptıkları muzipliklerle çok yakın arkadaş olmalarına rağmen Olmo’nun askere gidip gelmesinin ardından sosyalist mücadele içinde yer alması ve Alfredo’nun babasının ölümünün ardından çiftliğin sahibi olması, arkadaşlıklarının da sonu olur. Zira bu yakın arkadaşlık keskinleşen sınıf farklılıklarına direnemez. Artık Olmo sosyalist, Alfredo ise faşist cephede yer almayı tercih etmiştir. Fakat ilerleyen yıllarda tekrar arkadaşlıkları devam eder.

Filmin sonunda ise yine İtalya’nın bugünkü durumunu bildiğimiz için şaşırtıcı olmayan bir gerçeklikle karşıyoruz. Fakat İtalyan köylüler, üzerlerine düşen görevi yapmıştır.

Bu gerçeklik Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz vb.nin filmlerinde mevcut olan bir gerçekliktir.

İyi seyirler dilerim.

Gebze’den bir işçi

 

 

 

 

Bir direniş destanı “Sıcak Karlar”

 

Yuri Bondarev tarafından İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Stalingrad savunmasını soluksuz anlatan, Sibirya soğuklarını direnişin ateşiyle ısıtmayı başarabilen önemli eserlerden biridir Sıcak Karlar.

Roman 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda, doğu cephesinde, Stalingrad yakınlarında bir nehrin kıyısında köprüyü tutan Kızıl Ordu ile Alman ordusu arasındaki savaşı anlatıyor. Eğer Alman orduları nehri geçerlerse son kalan Sovyet ordusu da bozguna uğrayacak ve Sovyetler Birliği tümden işgal edilmiş olacak. Kızıl Ordu topçu bataryası subay ve erleri olayın bilincindeler. Ya Nazi faşizmine yenilecek ve yılların birikimi bir anda yok olup gidecek ya da Sovyetler Birliği tarihteki haklı davasını yeni bir zaferle taçlandıracaktır.

Nazi Ordusu’na ait tank tümeni ve piyadeler eşliğindeki panzer birlikleri olağanüstü bir direnişle karşılaşırlar. Öyle ki yüzer kişilik bölüklerden ikişer üçer kişi kalana kadar Kızıl Ordu direnişini sürdürür. Direnişin destansı anlatımının yanında yiğit proletaryanın yaşadıklarını da bütünlüğü içerisinde anlatmayı başaran yazar, yaşanan korkuyu, gururu, sevinci, paylaşımı, fedakârlığı arı bir dille anlatıyor.

Bir eleştiri yazısında deniliyor ki “Sovyet edebiyatında kahraman, kendi eylemlerinin, tarihsel eylemin bir parçası olduğunu duyar; kendi bireyselliği ile yaşamsal sahiciliğinin, soyut bir fikrin sırf bir kişileştirmesi haline gelmesine izin vermez; işte bu yeni edebi yöntemin en anlamlı niteliklerinden biriydi. Daha çok savaş yılları edebiyatında görüldüğü biçimde, ayrıntılara kaçılmış ve kalın çizgilerle abartılmış bir kişileştirme aslında, zamanın gerek psikolojik, gerek toplumsal gerçeğiyle çelişmemektedir.(Suçkov, 1982, s.236)”

Dünyada savaşlar vardır. Haklı savaşlar-haksız savaşlar. Bir tarafta kapitalizm diğer tarafta sosyalizm. Bir tarafta sömüren mutlu azınlığın çıkarı uğruna bütün Avrupa’yı kana bulayan bir Hitler gibi diktatörde simgeleşmiş kapitalizm. Diğer tarafta buna karşı sadece kendi topraklarını korumakla kalmayan, aynı zamanda ezilen halkları ve dünya işçi sınıfını faşizm belasından kurtaran Sovyetler ve Kızıl Ordu…

Demagojik bir şekilde kapitalist yazarlar iki diktatörün karşılaşması olarak lanse ediyorlar İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı. Öyle olsaydı eğer Stalingrad önlerinde bozguna uğratılan faşist Alman ordusu ve ona karşı kazanılan zaferden dolayı İngiltere parlamentosunda Enternasyonal marşı okunmaz, Sovyetler’e altın kılıç ödülü verilmezdi. Tarih kitapları her zaman kralları-soyluları yazmaz. Sovyet işçi sınıfı ve halkının destanını da yazar.

Yuri Bondarev’in özgürlük mücadelesi olarak anlattığı Sıcak Karlar kitabı okunmaya değer.

Ümraniye’den bir işçi

 
§