9 Eylül 2016
Sayı: KB 2016/34

Yayılmacı savaşlara karşı işçilerin birliği halkların kardeşliği
AKP/Erdoğan iktidarının kazanamayacağı savaş
T. Erdoğan Obama ve Putin’le görüştü
Düzenin yapboz siyaseti
Faşist baskı ve teröre karşı direnişi büyütelim!
Olmayan düğmeyi ilikleyen düzen hukuku
DEV TEKSTİL Eylül Ayı GMYK Toplantısı gerçekleştirildi
Murat Ülker neden, nasıl zengin?
İş cinayetleri ve ortalığa saçılan gerçekler
Kırıntılar için değil, sermayenin köleliğinden kurtulmak için mücadeleye!
Güncel deneyimler ışığında demokrasi sorunu - H. Fırat
Türkiye-AB ilişkilerinde çatışan çıkarlar, gerilen ipler
ABD başkanlık seçimleri: Tiyatro devam ediyor
TTİP: Emperyalist sömürü, yağma ve haydutluğun yeni bir aracı
Çocukların özgürlüğü için yıkılacak düzen.
Hapishanelerde 600 çocuk
Şiddete uğrayan kadınlar, devlete güvenmiyor!
Sermaye devleti kesenin ağzını işçiye kapattı, MİT’e açtı
Düzenle barış diyenlerin, demokrasi ve özgürlükten anladıkları...
Yarım kalan şarkı... Victor Jara!
Gerçekçiliğin sinemadaki özeti: Yılmaz Güney
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Güncel deneyimler ışığında demokrasi sorunu

H. Fırat

 

Demokrasi tartışmalarının yakıcı bir gündem haline geldiği son dönemde, bu tartışmalara ışık tutması amacıyla Mart 1997 tarihinde verilen konferansın bir bölümünü okurlarımıza sunuyoruz. Demokrasi sorununun ele alındığı konferansın kayıtları daha sonra “Demokrasi ve devrim” başlığıyla Eksen Yayıncılık tarafından kitaplaştırılmıştır. Okurlarımız kitaba Eksen Yayıncılık bürolarından ve “www.kizilbayrak1.net” sitesinden ulaşabilir.

Yakın dönemin Latin Amerika deneyimini de gözeterek, bir takım başka olayları da· gözeterek, tartışılan sorunları biraz daha açmak istiyorum.

“Kapitalizm ve emperyalizm ancak iktisadi devrimle devrilebilir... Demokratik dönüşümlerle, en ‘ideal’ demokratik dönüşümlerle bile devrilemez”, diyor Lenin. Ama bunu, tam da, teorik olarak en ideal demokratik dönüşümleri kapitalizmin sınırları içerisinde gerçekleştirmek mümkündür demek için, bu gerçegi vurgulamak için, bunu anlamakta güçlük çeken “emperyalist ekonomistler”e sorunu anlatabilmek için dile getiriyor. Bütün demokratik istemler teorik olarak kapitalizmin içine sığar, onunla bağdaşabilir; kapitalizmde olmayacak şeyler değildir bunlar. Bunu kavramak neden özel, hatta kritik bir önem taşımaktadır? Bunu kavramak önemlidir, zira bu kavranmadıkça siyasal özgürlük istemine dayalı bir programın neden düzen içi çözümlere götürdüğü de kavranamaz.

Kapitalist bir toplumda devrimci konumun biricik güvencesi kapitalizmi aşan bir teorik bakıştır. Burjuvazinin siyasal iktidarını devirmeyi esas alan, bunu burjuvazinin özel mülkiyet tekelini parçalama programıyla birleştiren bir konumdur. Bu konumu edineceksiniz ve bütün diğer sorunlara bu konumdan hareketle bakacaksınız. Yani sosyalizm konumunda bulunacaksınız ve tüm demokratik-siyasal sorunlara bu konumdan bakacaksınız. Sosyalizme göre demokrasi, sosyalizme göre şu ve ya bu özel demokratik-siyasal sorun.

Eğer böyle bir konumunuz yoksa, buna uygun bir programınız yoksa, buna uygun bir ideolojik kavrayışınız yoksa, siz siyasal demokrasi, siyasal bağımsızlık, sosyal adalet, toprak vb. bir takım talepler üzerine oturan bir programa ve bunların teorik ifadesiyle şekillenmiş bir çizgiye sahipseniz, bu konum, sizin burjuva ideolojisinin etki alanında ve burjuva düzenin hareket sahasında olduğunuzu gösterir. En iyi devrimci niyetlerle hareket etseniz bile, ben aslında bütün bunları sosyalizme vardıracağım deseniz bile, sonuç değişmez. Size asıl ruhunu, kimliğini, yönünü, yönelimini veren siyasal demokrasi, siyasal bağımsızlık, sosyal adalet vb. istemleri ise, siz gerçekte kapitalist düzene sığabilen burjuva demokratik bir konumunda bulunuyorsunuz demektir.

Bu talepleri gerçekleştirmek için silahlı mücadele de veriyor olabilirsiniz ya da bu istemleri devrimci bir tarzda gerçekleştirmeye çalışıyor da olabilirsiniz. Zaten size devrimci konum ve kimliğinizi kazandıran da budur. Sizin devrimci karakteriniz buradan gelmektedir. Yani burjuva demokratik reformları devrimci bir yolla gerçekleştirmek istediğiniz için devrimcisiniz zaten. Ama bu durumda bile sonuç değişmez. Bu durumda bile sizin devrimciliğiniz sınırlı ve koşulludur. Bu devrimciliğin ‘stratejik’ bir güvencesi de yoktur. Çünkü bu devrimcilik burjuvazinin özel mülkiyet düzeni içine sığar. Ve öyle koşullar oluşur ki, siz siyasal demokrasiyi, siyasal bağımsızlığı, sosyal adaleti, şu veya bu ölçüde, burjuvazinin kendisiyle uzlaşarak da elde edebileceğinize kanaat getirmeye başlarsınız.

Nasıl koşullar oluşur? Devrimci savaş uzar, sonuca gidemezsiniz. Sovyetler Birliği yıkılır, uluslararası desteklerinizi kaybedersiniz. Yanınızda Nikaragua’da Sandinistler iktidarını kaybeder, umutsuzluğa kapılırsınız. Küba büyük açmazlar içinde kıvranır, umutsuzluğunuz katmerlenir. Ve bütün bunlar sizi, peki bu aynı istemleri acaba başka türlü de gerçekleştiremez miyiz düşüncesine götürür. Neyle? Uzlaşarak! Burjuvazi, özellikle emperyalist burjuvazi, zaten bu doğrultuda size sürekli olarak çok özel ve çok yönlü bir basınç uyguluyordur. Bu çerçevede sizin bu zaafınızı kolluyordur. Yeri gelir demokratik açılımlar yapma sözü vermeye, bunu tartışmaya başlar, ki bilindiği gibi bu projeler hep Amerika’da pişirilir. El Salvador projesi bir Amerikan projesidir. Guatemala projesi bir Amerikan projesidir. Bunlar sözde “demokrasiye geçiş” projeleridir. Neden? Amerika bu akımları izliyor. Yapısını biliyor, açmazlarını biliyor, yapısal zaaflarını biliyor. Bunu gözeten bir zemin açıyor ve bu zemine düşürüyor bu akımları. Dikkat edin tüm uzlaşma antlaşmaları, tüm “siyasal çözüm”ler, hep “demokrasiye geçiş” projesi olarak adlandırılıyor. Demokrasinin yanı sıra, yığınların yaşam koşullarını düzeltecek sosyal tedbirler vaadediliyor. Yani sözde “siyasal özgürlük” ve “sosyal adalet”! Ama tüm bu gerilla hareketlerinin programlarının özü esası zaten bu değil midir? Onların düzen içi çözümlere belli bir kolaylıkla meyledişlerinin gerisinde bu sınırlılık, bu yapısal zaaf yok mudur?

Temelde siyasal özgürlük, siyasal bağımsızlık ve sosyal adalet istemlerine göre şekillenmiş akımlar bunlar. Bu akımlar deyim uygunsa bilinçlerini ve kimliklerini bu burjuva demokratik istemlerden alıyorlar. Ülkelerinde siyasal özgürlüğün zerresinin olmamasından alıyorlar. Oligarşinin siyasal iktidar tekeline, baskı düzenine büyük bir nefret duyuyorlar ve bununla savaşmak için yola çıkıyorlar. Ya da burjuvazinin Amerika’nın basit bir kuklası olmasına; ülkelerini bir muz cumhuriyeti gibi yönetmesine büyük bir öfke duyuyorlar. Buradan Amerikan emperyalizmine karşı savaşa giriyorlar ve siyasal bağımsızlık istiyorlar. Ama istedikleri siyasal bağımsızlık, burjuvaziyi mülksüzleştirme teorik ve programatik perspektifiyle bütünleşemediği zaman, özünde burjuva demokratik sınırlar içinde bir siyasal istemden öteye geçemiyor.

Mücadele sayesinde ülkeniz bir muz cumhuriyeti olmaktan çıkabilir. Hatta teorik olarak siyasal açıdan tam bağımsız bir devlet konumuna bile ulaşabilir. Ama eğer hâlâ kapitalist ilişkiler temeline dayanıyorsa ve uluslararası sermaye sistemi içinde yer alıyorsa, bu sistemin iktisadi açıdan köleleştirici etkisinden yine de kurtulamaz. Eğer bu sistem içinde iktisadi ve mali gücü emperyalist metropoller temsil ediyorsa, siz kazandığınız siyasal bağımsızlık üzerine titreseniz bile dönüp onlara avuç açmaya başlarsınız. Siyasal bağımsızlığı üzerine korkunç bir kıskançlıkla direnen Vietnam halkı, Vietnam devrimcileri, zaferin ardındın gidip IMF’ye avuç açmak zorunda kaldılar. Tamam, siyasal bağımsızlığı kazandılar, ama özel mülkiyet düzeni sınırlarını aşan sağlam bir teorik bakışa, daha doğrusu buna uygun sosyal-sınıfsal zemine de (ki bunun üzerinde ayrıca durmak gerekecek) sahip olamadıklan için, Sovyetler Birliği gibi o aşamada zaten kapitalist dünya ile iç içe geçmiş bir müttefikleri de söz konusu olduğu için, üç-beş sene sonra gidip IMF üyesi oldular. Oradan krediler aldılar. Emperyalist devletler ya da mali kuruluşlarla bu tür ilişkiler içine girdiğiniz andan itibaren de zaten siyasal bağımsızlığınız yeniden parça parça zaafa uğramaya başlar. Çünkü emperyalist burjuvazi ekonomik gücünü size politik olarak da boyun eğdirmek için kullanır. Size ekonomik şantaj uygular, politik koşullarını dayatır. Politik koşullarını gözetirseniz, ancak bu durumda size krediler verir ya da gelir ülkenize yatırım yapar. Yatırım yaptıkça, iktisadi ve mali mevziler kazandıkça da, zaten başka şeyler yapmak olanağını da kolayca bulur. Vietnam örneği bile bu açıdan çok açıklayıcıdır. Kendi başına alındığında en ideal bir siyasal bağımsızlık ruhu ve bilincinin bile hiç de gerisin geri emperyalizmin egemenliği sahasına düşmeye engel olmadığına çok iyi bir örnek oluşturur. Çünkü özünde kapitalizmi aşan bir şey yok orada, olmadığını tarih gösterdi.

İnsan, demokrasi için mücadele ile sosyalist devrim için mücadelenin, birincisini ikincisine bağımlı kılarak, nasıl birleştirileceğini bimelidir. Bütün güçlük burada yatıyor; meselenin bütün özü buradadır... Ben derim ki: esas şeyi (sosyalist devrimi) gözden kaçırma; birinci sıraya onu koy (...); bütün demokratik talepleri koy ama bunları sosyalist devrime bağımlı kıl, onunla uyum içinde düzenle (...), ve esas şey için mücadelenin, kısmi bir şey için mücadeleyle başlamış olsa bile alevlenebileceğini akılda tut. Kanımca, meselenin sadece bu şekilde anlaşılması doğrudur. “ (Lenin, lnnesa Armand’a Mektup’tan, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, Koral Yayınları, s.109- 110 -Red)

 

 

 

 

Ek metin:

Sosyalist devrim ve demokrasi mücadelesi - V. I. Lenin

 

Sosyalist devrim, bir cephede yürütülen tek bir eylem, tek bir çarpışma değil, en şiddetli sınıfsal çatışmaların tüm bir dönemi; bütün cephelerde, yani ekonomi ve politikanın bütün sorunlarında, ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle son bulabilecek bir dizi uzun çarpışmalar dönemidir. Demokrasi mücadelesinin proletaryayı sosyalist devrimden saptırabileceğine ya da sosyalist devrimi geri plana itebileceğine, üstünü örtebileceğine vs. inanmak büyük bir yanılgıdır. Tam tersine, nasıl ki tam demokrasiyi gerçekleştirmeyen bir muzaffer sosyalizm imkansızsa, aynı şekilde, demokrasi için her açıdan tutarlı devrimci mücadele yürütmeyen proletarya da kendisini burjuvazi üzerinde zafere hazırlayamaz.

Demokratik programın maddelerinden birini, örneğin “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı, emperyalist dönemde güya “uygulanamazlığı” ya da “hayali” karakteri nedeniyle elden bırakmak da daha az yanlış değildir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkının kapitalizm çerçevesinde uygulanamaz olduğu iddiası ya mutlak ekonomik anlamda ya da görece politik anlamda anlaşılabilir.

Birinci anlamda bu iddia teorik olarak temelden yanlıştır. Bu anlamda kapitalizm çerçevesi içinde “emek parası” ya da krizlerin ortadan kaldırılması gibi şeyler uygulanamazdır. Fakat ulusların kendi kaderini tayin hakkının aynı şekilde uygulanamaz olduğu yanlıştır. İkincisi, bir tek örnek bile, yani Norveç’in 1905 yılında İsveç’ten ayrılması bile, bu anlamda “uygulanamazlığı” çürütmeye yeter. Üçüncüsü, örneğin Ingiltere ve Almanya’nın mevcut politik ve stratejik ilişkilerinde ufak bir değişiklik halinde, bugün ya da yarın, yeni devletlerin -örneğin bir Polonya, Hint vs. devletinin- kurulmasının “uygulanabilir” olduğunu reddetmek gülünçtür. Dördüncüsü, yayılma çabasındaki mali sermaye, “en özgür” demokratik ve cumhuriyetçi hükümeti ve “bağımsız” da olsa herhangi bir ülkenin seçilmiş memurlarını “serbestçe” satın alıyordu ve bundan sonra da alacaktır.

Genelde sermayenin egemenliği gibi mali sermayenin egemenliği de, politik demokrasi alanındaki hiçbir değişiklikle ortadan kaldırılamaz. Ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tamamen ve yalnızca bu alanda bulunmaktadır. Fakat mali sermayenin bu egemenliği, sınıfsal baskının ve sınıf mücadelelerinin daha özgür, daha geniş ve daha açık bir biçimi olarak politik demokrasinin önemini ortadan kaldırmaz. O nedenle, kapitalizmde politik demokrasinin taleplerinden birinin ekonomik anlamda “uygulanamazlığı” üzerine açıklamalar, kapitalizmin bir bütün olarak siyasi demokrasiyle genel ve temel ilişkilerinin teorik olarak yanlış bir tanımlanmasına yol açar.

İkinci durumda bu iddia eksik ve yanlıştır. Çünkü emperyalizmde sadece ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı değil, siyasi demokrasinin bütün temel talepleri ancak eksik, sakatlanmış ve nadir bir istisna olarak (örneğin 1905 yılında Norveç’in İsveç’ten ayrılması) “uygulanabilir”dir. Tüm devrimci sosyal-demokratlar tarafından ileri sürülen sömürgelerin derhal kurtuluşu da hakeza bir dizi devrim gerçekleşmeden “uygulanamaz”dır. Fakat buradan asla, sosyal-demokrasinin bütün bu talepler uğruna derhal ve kararlı bir mücadeleden vazgeçmesi sonucu çıkmaz. Bu sadece burjuvazinin ve gericiliğin ekmeğine yağ sürmek olurdu: Tam tersine, bütün bu talepleri reformistçe değil, sımsıkı devrimci biçimde formüle etmek, kendini burjuva legalitesiyle sınırlamamak, tersine bu sınırları parçalamak, parlamento sahnesinde görünmekle ve yüzeysel protestolarla yetinmemek, kitleleri, proletaryanın burjuvaziye doğrudan saldırısına, yani burjuvaziyi mülksüzleştiren sosyalist devrime kadar bütün demokratik talepler için mücadeleyi genişleterek ve teşvik ederek aktif mücadeleye çekmek gereklidir. Sosyalist devrim sadece büyük bir grev ya da bir sokak gösterisi ya da bir açlık isyanı, bir askeri ayaklanma ya da sömürgelerde bir isyandan değil, Dreyfus Davası ya da Zabem Olayı gibi herhangi bir politik krizden ya da ezilen ulusların ayrılması sonucunda yapılacak bir referandumdan ya da benzeri bir şeyden alev alabilir.

Emperyalizm çağında ulusal baskının güçlenmesi, sosyal-demokratların ulusların ayrılma özgürlüğü için burjuvazinin dediği gibi “ütopik” mücadeleden vazgeçmesini değil, bilakis tam tersine, bu zeminde de oluşan bütün çatışmalardan burjuvaziye karşı kitle eylemleri ve devrimci mücadelelere vesile olarak daha fazla yararlanmasını zorunlu kılar.

(Seçme Eserler, Cilt: 5, lnter Yayınları, s.304-305)

 
§