14 Ekim 2016
Sayı: KB 2016/38

Dinci-mezhepçi iktidar içeride OHAL’ci dışarıda yayılmacı
Erdoğan-Putin görüşmesi üzerine
Katliamcı devlet rutini!
Katil devlet anmalara saldırdı
Katliam zincirinin yeni halkası Yüksekova
Greif işçisi toplu sözleşme sürecinde inisiyatifi ele almalıdır
“Greif Direnişi’nin açtığı yoldan, örgütlenmeye, birlik olmaya çağırıyoruz”
Ankara İşçi Meclisi toplandı
Tüpraş ve Petkim’de toplu sözleşme süreci
2017 Metal TİS sürecine giderken...
ABD’nin Musul seferi: IŞİD bahane, her şey petrol için!
Bir dönemin sonu: FARC-Santos “barış” anlaşması
Gericiliğin prangalarını kırmak için mücadeleye!
Bu kavgada biz de varız!
İÜ'de DGB’lilere gözaltı terörü
Öğrenci yurtlarında büyüyen sorunlar
TV, radyo ve basına dönük saldırıların arka planı
Hapishanelerde faşist baskı ve hak gaspları yoğunlaşıyor
“Saadet Hanım” tiyatro oyunu üzerine bir eleştiri
"Başka yol yok" direneceğiz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Erdoğan-Putin görüşmesi üzerine

D. Yusuf

 

4’ü devlet başkanı, 82 ülkeden 250’yi aşkın bakan ve çok sayıda yabancı basın mensubunun katıldığı 23. Dünya Enerji Kongresi, İstanbul’da gerçekleşti. Zirve, Türkiye-Rusya zirvesine dönüştü.

Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin, kongrenin açılış oturumunda birer konuşma yaptılar. Ardından da Mabeyn Köşkü’ne geçerek ikili görüşmeler gerçekleştirdiler. Erdoğan-Putin görüşmesine, Rusya ve Türkiye’den çok sayıda devlet yetkilisi de katıldı. Yapılan görüşmelerin ardından çeşitli alanlara dair pek çok kararlar alındı.

Rus gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını öngören Türk Akımı projesi konusunda yapılan anlaşma; Türkiye ile Rusya karşılıklı kültür ve turizm yılı organizasyonu, Rusya’ya dönük özellikle narenciye, diğer yaş meyve, sebze ve tarım ürünleri konusundaki kısıtlamaların kaldırılması, Akkuyu Nükleer Santrali projesine hız verilmesi ve bağlı olarak Rusya’dan Türkiye’ye teknoloji transferinin devam etmesi, uzay, gemi ve diğer alanlarda iki ülke arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi, Rus Uzay Ajansı’nın (Roscosmos) Türk füzelerinin tasarımı ve uzaya fırlatılması ihalesine katılması, savunma sanayii konusunda işbirliğine ve Rusya’nın Türkiye’nin açtığı hava savunma sistemi ihalesine katılması, özel kuvvetler ve askeri kurumlar arasındaki temasların hızlandırılması alınan başlıca kararlar oldu.

Beklenildiği üzere, Putin ve Erdoğan görüşmesinde son günlerde ABD ile Rusya arasında büyük bir gerilim konusu olan ve bölgenin geleceğinde çok kritik bir yerde duran Suriye sorunu da konuşuldu. Bu çerçevede, “Suriye’de akan kanın durdurulması ve Halep’e insani yardım götürülmesi için her türlü çabanın gösterilmesi” konularında mutabakat sağlandı. Türkiye’nin öncülük ettiği Fırat Kalkanı operasyonu konusunda işbirliği yapılabilecek konuların masaya yatırılması, bir diğer önemli gündemdi.

Erdoğan ile Putin görüşmesi iktidar çevrelerince, ama en çok da yandaş medya tarafından heyecanla karşılandı. Alınan kararlar da tarihi olarak nitelendi. Dikkate değer olan neredeyse aynı tepkilerin ve nitelemelerin ulusalcı cenah tarafından da yapılması oldu.

Sermaye devletinin kirli hesapları ve hedefleri

Enerji Kongresi’ne damgasını vuran Erdoğan-Putin görüşmesi tam da ABD ile Rusya’nın Suriye üzerinden restleştiği, bir süre önce birlikte kararlaştırdıkları ateşkes anlaşmasının askıya alındığı bir dönemde gerçekleşti. ABD’nin, 60 Suriyeli sivilin yaşamına mal olan bombalama olayını “Yanlışlık oldu” diyerek geçiştirdiği, ABD ve batılıların tüm uyarılarına rağmen Rusya’nın aşırı-ılımlı ayrımı yapmadan her vesile ile cihatçı çeteleri bombalamaya devam ettiği ve nihayet, Rusya’nın hava desteğindeki Suriye ordusu ve Lübnan Hizbullahı’nın Halep’i cihatçı çetelerden arındırma operasyonlarını sıklaştırdığı bir dönem bu. Bu aynı süreçteki bir diğer önemli gelişme de ABD’nin Irak merkezi hükümeti ve Barzani’nin peşmergeleri ile birlikte Musul seferine hazırlık yapmasıdır.

Öte yandan, Türk sermaye devletinin Cerablus işgali devam ediyor. İsmi “Fırat Kalkanı” olarak belirlenen bu seferin öncelikli gerçek amacının Kürt halkının kazanımlarının tasfiye edilmesi, bu çerçevede Rojava özerk yönetiminin yeni bir Kürt devleti halinde resmileşmesinin engellenmesi olduğu artık ayan beyan açığa çıkmıştır. Yani sermaye devleti buraya kalıcı olarak gelmiştir. Yapılan tüm açıklamalar, attığı tüm adımlar ve başvurduğu uygulamalar, sözgelimi Cerablus’ta İslami esaslar temelinde bir eğitimin aracı olarak işlev göreceği belirtilen bir okulun temelinin atılması, bunu fazlasıyla doğrulamaktadır.

Şüphesiz Türk sermaye devleti Cerablus işgalini öncelikle ABD’nin izni ile gerçekleştirdi. Hâlâ ABD izni ile burada durmaktadır. ABD’nin son derce hassas hale gelen bölgedeki çıkarlarına hizmet ettiği sürece sermaye devleti bu izni ve bu sınırlar çerçevesindeki hareketliliğini devam ettirebilecektir. Ancak, o bu sınırları zorluyor, yaptığı açıklamalarla ağababasını sıkıntıya sokuyor.

Örneğin, ABD defalarca YPG’nin IŞİD’e karşı mücadelede en yararlı güç olduğunu, aksi bir gelişme olmadığı sürece YPG ile ortak mesaiye devam edeceğini belirtmiş, hem YPG ve hem de Türk devleti ile çalışmak istediklerini dile getirmiştir. Ancak, sermaye devleti YPG konusundaki tutumunda ısrar etmiştir. ABD’nin daha önce karşı çıktığı sınır boyunda bir “güvenlik bölgesi” oluşturma, bu amaçla bir “uçuşa yasak bölge” ilanı gibi tavizler de Türk sermaye devletini tatmin etmemiştir. Bir gün El Bab’dan başlayarak Azez hattından Rakka’ya gitmekten, bir gün Halep’i kuşatmaktan, bir gün Menbic’e girip Menbic’i YPG’den arındırmaktan dem vurmaktadır.

Son günlerde buna Musul sevdası eklenmiştir. Türk sermaye devleti öteden beri sömürgeci bir devlettir. Örneğin her daim Musul ve Kerkük konusunda hak iddiasında bulunmuştur. Bölgedeki herhangi bir karışıklıkta ya da statüko konusunda en ufak bir tartışma başladığında bu eğilimi depreşir. Yayılmacı heveslerle hayaller kurar. Çin Seddi’nden Adriyatik’e dek bir Türk dünyası şeklindeki Pantürkizmin ifadesi düşünceler dillendirilir. Bu yayılmacı hırs ve heves dinci-gerici AKP iktidarı döneminde yeniden ve en ileri düzeyde depreşmiş bulunuyor. Dinci-gerici iktidar ve ebedi şefi T. Erdoğan tam 14 yıldır her vesile ile bölgenin en büyük devleti olmaktan söz ediyorlar. Hedefleri, bir yeni imparatorluktur. Bölgenin yeni altüst oluşlara gebe olduğunu, statükoda değişikliklerin kaçınılmazlığını görüyorlar. Günün koşullarının hedeflerine ulaşmada uygun fırsatlar oluşturduğunu ileri sürerek, bölgenin geleceğini belirlemede en azından söz sahibi olmak istiyorlar. Bunun için her türlü maceraya atılmaya hazırlar.

Gelişmeler göstermektedir ki gelinen yerde Türk sermaye devleti her türlü çılgınlığı göze almıştır. Tümüyle kirli ve karanlık çıkarları, amaçları ve hedefleri için, her türden kirli ilişkiye girmekten, kirli ve karanlık güç ya da güçlerle ittifaktan, en küçük bir çelişki ve çatlaktan yararlanmaktan çekinmemektedir. Rusya ile zirve vesilesiyle daha da derinleştirilen ilişkileri de bu çerçevede ele almak ve değerlendirmek gerekir.

Geçici ilişki ve ittifaklar değil, stratejik çıkarlar ve ittifaklar esastır

Her şeyden önce, Rusya ile Türkiye arasında yapılan anlaşma ve alınan kararlara tarihi ve olağanüstü nitelikler atfetmek doğru değildir. Alınan kararları ve kimi konulardaki mutabakatları ABD ekseninden uzaklaşıp adım adım Rusya eksenine yanaşmak ya da eksen değiştirmek olarak yorumlamaya kalkmak ise, tümüyle dayanaksız ve fazlasıyla zorlama bir yorum olacaktır.

Bilindiği gibi bu iki devlet arasında Rusya’ya ait uçağın düşürülmesinden önce de iktisadi-ticari ilişkiler vardı. Keza Putin ile T. Erdoğan bu olay öncesinde de “çok yakın dost”tular. T. Erdoğan bir zamanlar Suriye devlet Başkanı Esad’a “kardeşim” dediği gibi Rusya Devlet Başkanı Putin’e de “dostum” diye hitap ediyordu. Ve dahası, T. Erdoğan ve dinci-gerici iktidar, yine ABD ve Batı bloku ile arasının bozuk olduğu bir dönem, Şangay Beşlisi’ne yanaşmış, kendilerinin de ittifaka alınmasını, demek oluyor ki Avrasyacı olmak istemişlerdi. Ancak bunun bir ciddiyeti yoktu. Bir kalıcılığı da bulunmamaktaydı. Rusya ile ABD ve AB arasındaki çelişkilere ve çatlaklara oturan geçici bir politikaydı.

Sermaye devletinin ABD ile ilişkileri stratejik ilişkilerdir. ABD ile ve demek oluyor ki NATO ile stratejik çıkarlara sahiptir. Söz konusu olan, ABD’ye her alanda ve her bakımdan yıllara dayalı bir bağımlılıktır. Kimi zaman ve kimi konularda efendilerden farklı kimi özerk tutumlar alınabilir. Ancak bunun da sınırları vardır. Zira esas olan stratejik çıkarlardır. Öyle ha deyince efendi ve kamp ya da eksen değiştirilemeyeceği o zaman açıkça görülmüştü.

Rusya yönetimi veya Putin gerçekçi davranıyorlar. Putin rakipleri ile mücadelede, çelişkilerden yararlanmaya ve çatlaklar üzerinden politika yapmaya bakıyor. Çıkarları gereği sermaye devleti ve Erdoğan ile yakınlaştı, kendileri için yaşamsal kimi iktisadi, ticari ve siyasi konularda ilişkiler geliştirmek istedi. Ancak, gerçekler kendisini dayattığında alınması gereken tutumu aldı. Çok açık biçimde Türk sermaye devletinin Şangay Beşlisi’nde yerinin olamayacağını bildirdi. Sonrası ise biliniyor, Rusya uçağının düşürülmesi ile ilişkiler sıfırlandı.

Şimdi hava yine puslu. ABD sermaye devletinin ve Erdoğan’ın maceracı ve saldırgan dış politikası konusunda yeterince fikir sahibidir. Defalarca iflas eden bu politika sermaye devletinin yanı sıra ABD’nin de çıkarlarına zarar vermiştir. ABD dinci-gerici iktidarı, ama en fazla da Erdoğan’ı güvenilmez buluyor. Tüm telkinlerine karşılık, Suriye, elbette ki Rojava politikasında esasa ilişkin bir değişikliğe gitmediğini görüyor. Ha keza Irak politikası da aynen devem etmektedir. ABD, sermaye devletinin ve Erdoğan’ın Osmanlılar gibi giderek güçlenen yayılmacı eğilimlerinin de farkındadır. İşte bu nedenledir ki, çıkarlarına zarar vereceği için sermaye devletini, kendisi için önemli ve yaşamsal olarak gördüğü, kazanırsa eğer bölgede inisiyatifi yeniden ele geçirmekte ve rakiplerine karşı üstünlük sağlamakta kendisine büyük bir imkan sunacak olan Rakka, Halep ve Musul operasyonlarının dışında bırakmaktadır. Sermaye devletinin enerji zirvesi öncesi ve şimdi Rusya ile giderek tam bir cilveleşmeye dönüşen ilişkiler kurmasında bu durumun da rolü var. Sermaye devleti ABD ve AB ile Rusya’nın Suriye, Irak ve tüm bölge konusundaki politika farklılıklarından, çelişki ve çıkar çatışmalarından yararlanmak istiyor. Bir kez daha, çatlaklara oynuyor.

Diğer taraftan her şey bir yana Türk sermaye devletinin Suriye politikasında esasa ilişkin bir değişiklik yapmadığını Rusya ve onun adına Putin de biliyor. Suriye’deki iç savaşın başlıca sorumlularından biri de Türk sermaye devletidir. Sünni ekseni politikası sermaye devleti ve başında Erdoğan’ın bulunduğu dinci-gerici AKP iktidarının eseridir. Bu politika tüm bölgeye dönük olarak hâlâ savunulmaktadır. Bu politikanın kanlı eseri olan IŞİD başta olmak üzere ölüm çeteleri ile AKP iktidarının kanlı, kirli ve karanlık ilişkilerini en iyi Rusya ve Putin bilmektedir. Sermaye devleti hâlâ adını değiştirmiş El Nusra çeteleri ile ilişkilidir. Ilımlı muhalefet diye Ahrar’u Şam, Sultan Murad tugayları gibi çeteleri de kollayıp desteklemeye devam etmektedir. Şimdi ise bu cinayet örgütlerinden devşirme ÖSO adlı çete örgütü ile hareket etmektedir.

Öte yandan, Türk sermaye devletinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ile ilgilendiği de dipsiz bir yalandır. Bu sadece ve sadece Kürtlerin kazanımlarına dönük saldırıya meşruiyet kazandırmak için uydurulmuştur. Suriye’nin toprak birliği, bölgenin istikrarı vs. sermaye devletinin umurunda değildir. Suriye ve bölge halkının güven ve huzuru ise hiç değildir. Rusya ve Suriye için son derce yaşamsal önemi olan Halep’in çetelerden arındırılmasını istemeyenlerin, bu amaçla orada türlü provokasyonları teşvik edenlerin başında gelen güçlerden birinin de sermaye devleti olduğu bir gerçektir. Tüm bunlardan dolayı Rusya da sermaye devleti ve Erdoğan’ı güvenilmez bulmaktadır. Putin bir günde Esad’ı dostu olmaktan çıkarıp, amansız bir düşmanı olarak ilan eden Erdoğan’ın, kirli çıkarları gereği bir günde kendisini de düşman ilan edeceğini bilmektedir.

Fakat buna rağmen Rusya Türk sermaye devleti ve Erdoğan’la ilişki kurmakta sakınca görmemektedir. Nihayetinde Rusya da kirli ve karanlık bir devlettir. Emperyalist ve sömürgecidir. Her daim kirli çıkarlar peşinde koşmaktadır. Putin bölgede ve Suriye’de çıkarları gerektirdiğinde kirli ilişkiler ve kirli ittifaklar kurmakta bir sakınca görmemektedir. O kadar ki sermaye devleti ve Erdoğan örneğindeki gibi, dün bir numaralı düşmanı olan bir devlet ve bir kişi birden bire dostu olabiliyor. Dolayısıyla Rusya ile sermaye devleti arasında esen bahar havasına şaşmamak gerekir. Elbette ki her an kışa dönüşebileceğini unutmaksızın…

Aslolan stratejik çıkarlardır. Bölgede de dünya siyasetinde de her daim bu esas alınır. Kimi özerk tutumlar elbette gündeme gelebilir ama bunun sınırları vardır. Hiç kuşkusuz, Türk sermaye devletinin uzun yıllardır kusursuz biçimde hizmet ettiği efendilerine, yani ABD ve batılı emperyalistlere dönük bugünkü efelenmelerinin de bir ciddiyeti yoktur. Bir adım ötesi onursuzca bir yaltaklanmadır.

 

 

 

 

Emekçilere sefalet, kaçak saraya milyonlar

 

Erdoğan’ın Ankara Beştepe’deki kaçak sarayına yüz milyonlarca lira para akıtılıyor. Sayıştay raporlarına yansıyan saray harcamaları bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.

Raporla birlikte, Cumhurbaşkanlığı’nın kullandığı örtülü ödenek gideri de ilk kez ortaya çıktı. Rapora yansıyan bilgilerde sarayın bir yıllık “su faturası” ve “ısınma gideri”nin toplam 6 milyon TL’den fazla, kiraladığı taşıtlara akıttığı kaynağın ise 10 milyon TL’ye yakın olduğu görüldü. Toplamda kaçak sarayın bir yılda yuttuğu para da 300 milyon TL civarında gerçekleşti.

Raporda “Cumhurbaşkanlığı’nın Gizli Hizmet Gideri” adı altında 150 milyon TL harcandı. Erdoğan’ın şahsi ödeneği olarak geçen rakam ise 525 bin TL oldu. Saray personeline ise 2015 yılı içinde 67 milyon 255 bin 79 TL harcandı. Bir yıl içinde “kullanmaya yönelik su tüketimi aboneliği” için 3 milyon 2 bin 878 TL, “Sabun, deterjan ve temizlikte kullanılan kimyevi maddeler ile bu amaçlarla kullanılmak üzere diş macunu, diş fırçası, kova, fırça, paspas” alımına ise 155 TL harcandı. Sarayın ısıtılması için bir yılda toplam 3 milyon 200 bin 196 TL harcandı. Bu da sarayın aylık ısıtma giderinin 266 bin 666 TL olduğunu gösterdi. Saray’ın kullandığı taşıtların akaryakıt ve yağ alımları için ise 4 milyon 330 bin TL harcandı. Sarayın bir yıllık elektrik tüketim bedelinin ise 9 milyon 672 bin 688 lira olduğu görüldü. Organizasyon adı altında yapılan ziyafetler, türlü tören, fuar ve organizasyon giderleri için bir yılda 30 milyon 648 bin 492 TL harcanırken yandaş dernek, birlik, kurum, kuruluş, sandık gibi yerlere 4 milyon 150 bin TL para verildi. Telefon abonelik ve kullanım ücretlerine 1 milyon TL’nin üzerinde harcama yapıldı. Anadolu Ajansı aboneliği ile birlikte internet servis sağlayıcılara abonelik ve internet erişimi karşılığında ödenen ücretler için ise 580 bin 155 TL harcandı. Sarayın uydu haberleşmesi için 2 bin 946 TL harcanırken Erdoğan’ın yurtiçi gezilerinde geçici olarak görevlendirilen Cumhurbaşkanlığı personeli için 3 milyon 799 bin 644 TL harcandı. Yurtdışı geçici görevlendirmeler için ise yaklaşık 6 milyon TL harcandığı görüldü. Cumhurbaşkanlığı 2015 yılı içinde 8 milyon 767 bin TL harcayarak taşıt kiraladı. Saray, 40 bin TL harcayarak da yüzer taşıt kiraladı. Raporun “hane halkına yapılan transferler” kaleminde 3.5 milyon TL para transfer edildiği görüldü. Kırtasiye malzemeleri gibi harcamalar için 1216 TL harcandığı görülen raporda “süreli yayınlar” için 204 bin 953 TL kullanıldı. Canlı havyan alım bakım ve diğer giderleri için 2 bin 448 TL harcandı.

 

 

 

 

Hurşit Külter açıklama yaptı

 

Kendisinden 27 Mayıs 2016’dan beri haber alınamayan DBP Şırnak İl Yöneticisi Hurşit Külter, 7 Ekim günü Güney Kürdistan’ın Kerkük kentinde basın açıklaması yaparak yaşadığını duyurdu.

27 Mayıs’ta Şırnak’ta gözaltına alındığı, yaklaşık 13 gün gözaltına kaldığı bilgisini paylaşan Külter, “13 gün boyunca bir binanın bodrumunda tuttular. Bana yoğun fiziki ve psikolojik işkence yaptılar. Ama sürekli ajanlık dayatıyorlardı. Çıkıp öz yönetim direnişlerine karşııklama yapmamı istediler. Bunu özellikle polis özel harekatı yaptı ve ben gözaltında kaldığım sürede zaten beni yanında tutan bu özel hareket polisi sürekli beni infaz edeceklerini söylüyorlardı dedi.

Yoğun tepkilerden dolayı kendisinin gözaltında infaz edilemediğini de söyleyen Külter “Kendi aralarındaki konuşmalarında, ‘şimdi biraz gündem olmuş. Biraz bekletelim, tepkiler bir süre sonra zaten soğur, o zaman öldürürüz’ diyorlardı diye belirtti.

Tutulduğu bodrum katından binanın bir üst katına çıkarıldıktan sonra kaçış yollarını aradığını ve fırsat bulduğunda da kaçtığını söyleyen Hurşit Külter, şunları söyledi: “Ben binadan çıktıktan sonra kaçtığımı fark ettiler. Arkadan vurup öldürmek ya da yakalamak istediler. Ama ben kaçıp kurtuldum. Şehir içinde saklandım. Aileye ya da basına ulaşacak bir imkan aradım ama bulamadım. Bu süre 40-45 gün boşaltılan evlerin içinde saklandım. Sonra şehir içinde direnenlere denk geldim ve şehirden çıktım. Çıktıktan sonra bazılarının yardımıyla iki aylık bir sürede ancak buraya ulaştım.”

 
§