14 Ekim 2016
Sayı: KB 2016/38

Dinci-mezhepçi iktidar içeride OHAL’ci dışarıda yayılmacı
Erdoğan-Putin görüşmesi üzerine
Katliamcı devlet rutini!
Katil devlet anmalara saldırdı
Katliam zincirinin yeni halkası Yüksekova
Greif işçisi toplu sözleşme sürecinde inisiyatifi ele almalıdır
“Greif Direnişi’nin açtığı yoldan, örgütlenmeye, birlik olmaya çağırıyoruz”
Ankara İşçi Meclisi toplandı
Tüpraş ve Petkim’de toplu sözleşme süreci
2017 Metal TİS sürecine giderken...
ABD’nin Musul seferi: IŞİD bahane, her şey petrol için!
Bir dönemin sonu: FARC-Santos “barış” anlaşması
Gericiliğin prangalarını kırmak için mücadeleye!
Bu kavgada biz de varız!
İÜ'de DGB’lilere gözaltı terörü
Öğrenci yurtlarında büyüyen sorunlar
TV, radyo ve basına dönük saldırıların arka planı
Hapishanelerde faşist baskı ve hak gaspları yoğunlaşıyor
“Saadet Hanım” tiyatro oyunu üzerine bir eleştiri
"Başka yol yok" direneceğiz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gericiliğin prangalarını kırmak için mücadeleye!

Ç. İnci

 

Günümüz dünyasında var olan her türden gericilik odağının dayanağı emperyalist-kapitalist sistemdir. Sömürü üzerine kurulu bu sistem şiddet ve gericilik üretmekte, giderek çürüyen ve yozlaşan bir insanlık tablosu oluşturmaktadır. Ezilen ve sömürülen yığınlara sistematik şekilde pompalanan gerici burjuva ideolojisi ataerkillik, şoven milliyetçilik, dinsel gericilik ve bağnazlık ile işçi ve emekçileri zehirlemektedir. Dünya genelinde egemen sınıf burjuvazi, baskı ve şiddet uygulamaları dışında işçi sınıfı ve emekçilerin sınıf kimliğini dinsel/mezhepsel, ırksal ve cinsel kimliğe yönelik ayrımlarla yok etmek istemektedir. Bu şekilde denetimde tutulan emekçi yığınlar her türden yozlaşmanın etkisinde insanlık değerleriyle birlikte çürümeye terk edilmiştir.

Körüklenen dinsel gericilik

Emperyalistlerin kendi elleriyle besleyip büyüttükleri dinsel gericilik insanlığın biriktirdiği tüm ilerici değerlere karşı büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Gelinen yerde son örneği IŞİD vahşetinde somutlaşan kafa kesmeler, kitlesel tecavüzler, kırbaç cezaları, insan yakmalar ile “çağdaş dünya”, Ortaçağ karanlığı ile arasındaki mesafenin çok da uzak olmadığını sergilemektedir. Kuşkusuz ki bu tabloda en çok kadınlar “kurban” olmakta, her türden gericiliğin hedefinde başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükleri gasp edilmektedir.

Türkiye’de de dinsel gericiliğin gelişimi “yeşil kuşaktan” “ılımlı İslam” projesine emperyalist politikalardan bağımsız/ayrı ele alınmamalıdır. Türk sermaye devleti emperyalist efendilerinin de yönlendirmesiyle, şoven milliyetçilikle birlikte dinsel gericiliğin kurulu düzenin “istikrarı” için ne denli etkili ve kitleleri edilgenleştirip denetim altında tutmaya ne denli elverişli olduğunu gayet iyi bilmektedir. Öncesi de olmakla birlikte, 12 Eylül faşist askeri darbesiyle birlikte “Türk-İslam sentezi” devletin resmi ideolojisi olarak devreye sokulmuştur. Bugünkü dinsel gericiliğin geldiği yeri, artan cemaat ve tarikat örgütlenmelerini anlamak için 12 Eylül’ün açtığı yola bakmak gerekir. Zorunlu din dersleri ile başlayıp sınırsızca açılan Kuran kursları-imam hatip okulları-ilahiyat fakülteleri ile devam eden eğitimin giderek gericileşmesi, çeşitli fonlarla beslenen cemaat faaliyetlerinin yaygınlaşması ile dinsel gericilik ve örgütlenmeleri hızlandı. Devamında devrede olan sosyo-ekonomik yıkım programları ile geleceksizliğe ve umutsuzluğa itilen kitlelerde din istismarı çok kolay karşılık buldu.

Geçmişten bu yana önü açılan ve desteklenen dinsel gericiliğin Türkiye’de sermaye sınıfı içinde de etkili bir maddi zemini vardır. Dinsel gericiliğin tek başına Erdoğan kültüyle açıklanamayacak kadar kurulu düzenle bağları olduğu unutulmamalıdır.

AKP ile boyutlanan gericilik

Kuşkusuz ki AKP ile toplumun kültürel dokusunu dinsel gericiliğe göre şekillendirme işi hız kazanmıştır. İktidarda olmanın tüm avantajları kullanılmış, ilk başlardaki sembolik girişimler artık daha cüretkâr ifade edilmeye başlanmıştır. TBMM Başkanı’nın “Laiklik yeni anayasada olmamalıdır” diyerek, “Yeni ve dindar bir anayasa” istemesinde olduğu gibi... Böylesi erken niyet ifadeleri yer yer sermayenin belli kesimlerinde rahatsızlıklar yaratsa da, ekonomik öncelikler gereği özel bir probleme de dönüşmemektedir. Bu nedenle kimi zaman TÜSİAD üyesi patronların yaptığı “laiklik” vurgularının hiçbir ciddiyeti ve geçerliliği yoktur. Zira dinsel gericilik dünden bugüne gelişirken hepsi oradaydı!

Gericilik artarken, kadın hak ve özgürlükleri askıda!

Gericilik arttıkça öncelikle kadın hak ve özgürlükleri tırpanlanmaktadır. Günümüzde burjuva gericiliğinden beslenen ataerkil gericilik de özellikle dinsel gericilikle birlikte boyutlanmakta, işçi ve emekçi kadınları çok yönlü baskılamaktadır. Burjuva anlamda laik ve demokratik ülke örnekleri olarak gösterilen Avrupa ülkelerinde dahi ataerkil gericiliğin etkileri her daim gündemdedir. Bunun son örneği Polonya’da kürtaj yasaklamalarının gündeme gelmesidir.

Türkiye’de ise AKP ile birlikte işçi-emekçi kadınların hak ve özgürlükleri gericiliğin özel hedefinde olmuştur. Kadınların giyimleri üzerinden taciz ve tecavüzler meşrulaştırılmakta, kadın katilleri “iyi hal” indirimleri veren mahkemelerce kollanmakta, kadınların eğitim ve çalışma hakları mümkün olduğunca kısıtlanmakta, kadın anne değilse “yarım” sayılmaktadır.

Kadınlara kariyer olarak sadece annelik reva görülürken onları çalışma yaşamında yoğun sömürü ve artan ayrımcılık beklemektedir. Çokça övülen ve kutsallaştırılan ‘eş ve anneliğin’, esnek üretim modelleriyle sermayenin acımasız kâr hırsına kılıf olarak kullanılmasında ise hiçbir sakınca görülmemektedir. Kadınlar sermayenin ucuz iş gücü olmaları dışında, genç iş gücü üretmeleri için devletçe teşvik edilmekte, 3 çocuk baskısına, kürtaj hakkına yönelik kısıtlamalara maruz kalmaktadır.

İktidarda olmanın tüm olanaklarını kullanarak güçlenen dinsel gericilik, çok yönlü müdahalelerle toplumun kültürel yapısını şekillendirmek istemektedir. Kreş çocuklarına dahi dini eğitim örtünme baskısı ile birlikte verilmekte, geçmişte üzerine çokça demagoji yapılan türban tartışmaları yerini artık çarşafa bırakmaktadır. Bir kadının şort giymesi başbakanın deyimiyle “mırıldanma” ile olsa dahi sessiz kalınmaması gereken bir durum olarak beyinlere işlenmektedir. Yine başbakanın bir düğünde kadına “eşin hiddetlendiğinde ‘peki’ demesini bilmelisin” şeklinde tavsiyesi de tesadüfî değil, bilinçli tercihlerdir. Benzer şekilde örneğin; küçük kız çocuklarıyla evlenilebileceğini, annenin dizinden tahrik olunabileceğini, çalışan kadının fuhuşa hizmet ettiğini söylemek de tesadüf değildir. Dahası eklenebilecek böylesi “uç” söylemlerin sıkça gündeme getirilmesi ile nabızlar ölçülmekte, topluma yeni ayarlar verilmektedir. Gerek devlet yetkililerinin, gerek mahkeme kararlarının, gerekse dini vaazların topluma yansımaları ise daha fazla hak gaspı, ayrımcılık, şiddet, cinayet ve tecavüz olmaktadır.

Gericiliğe karşı mücadele taleplerimiz ne olmalıdır?

Dinsel gericiliğe karşı verilecek mücadelede, bu sorunun ortaya çıkışında ve gelişmesinde etken olan kurulu düzen hedef alınmalı, sorun sınıfsal ve sosyal boyutları ile birlikte işlenmelidir. Çünkü dinsel gericilik de dahil diğer gericilik odakları bu düzenden beslenmektedir. Konumuz açısından bakarsak dinsel gericiliğe karşı laiklik talebi sınıfsal bir perspektifle ele alınmaz ve bu gericiliğin kaynağı kapitalist düzen hedeflenmezse, emekçilerdeki tepkiler düzen içi kanallara kolayca akmaktadır. Türkiye’de burjuvazi, uzun yıllardır “laiklik-şeriat” ikilemi üzerinden tartışma yürütmekte, emekçileri ya birine ya da diğerine yedeklemeyi başarmaktadır. Bu şekilde sosyal ve sınıfsal mücadelelere ket vurabilmektedir. Oysa işçi sınıfının bağımsız devrimci konumu gereği sorunun sınıfsal temellerini gözeten ve kapitalist düzen karşıtı bir mücadele hattı örgütlenmelidir. Zira burjuva düzen bazen “rafa kaldırılmış” olsa da dinsel gericiliğe ihtiyaç duymaya devam edecektir.

Bu nedenle bugünden dinsel gericiliğin işçi sınıfı içindeki yozlaştırıcı etkilerini kırmak ve devrimci sınıf mücadelesini büyütmek için başta işçi sınıfının kadınları içinde olmak üzere örgütlenme çalışmalarına hız verilmelidir. Gericiliğin toplum üzerindeki yoz ve bağnaz etkisini parçalama ihtiyacıyla acil demokratik taleplerimizin bir parçası olarak hak ve özgürlüklerimizi, din ve devlet işlerinin tam olarak ayrılması demek olan laikliği, gericilik yuvası tarikat ve cemaatlerin dağıtılmasını devrimci bir bakışla işçi sınıfı içinde işlemek gerekmektedir. Zira bu alanda bırakılan boşluklar düzen içi güçlerce ya da düzen sınırlarını aşmayan reformist güçlerce hızlıca doldurulmaktadır.

 
§