14 Ekim 2016
Sayı: KB 2016/38

Dinci-mezhepçi iktidar içeride OHAL’ci dışarıda yayılmacı
Erdoğan-Putin görüşmesi üzerine
Katliamcı devlet rutini!
Katil devlet anmalara saldırdı
Katliam zincirinin yeni halkası Yüksekova
Greif işçisi toplu sözleşme sürecinde inisiyatifi ele almalıdır
“Greif Direnişi’nin açtığı yoldan, örgütlenmeye, birlik olmaya çağırıyoruz”
Ankara İşçi Meclisi toplandı
Tüpraş ve Petkim’de toplu sözleşme süreci
2017 Metal TİS sürecine giderken...
ABD’nin Musul seferi: IŞİD bahane, her şey petrol için!
Bir dönemin sonu: FARC-Santos “barış” anlaşması
Gericiliğin prangalarını kırmak için mücadeleye!
Bu kavgada biz de varız!
İÜ'de DGB’lilere gözaltı terörü
Öğrenci yurtlarında büyüyen sorunlar
TV, radyo ve basına dönük saldırıların arka planı
Hapishanelerde faşist baskı ve hak gaspları yoğunlaşıyor
“Saadet Hanım” tiyatro oyunu üzerine bir eleştiri
"Başka yol yok" direneceğiz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hapishanelerde faşist baskı ve hak gaspları yoğunlaşıyor

 

15 Temmuz darbe girişiminin ardından zaten var olan keyfiyet ve kural dışılık, OHAL ile birlikte iyice zıvanadan çıktı. Kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile tek bir kalemle ve sorgu-savunma olmadan ilerici-muhalif basın organları kapatıldı. Eğitim Sen üyesi kamu emekçileri “FETÖ” gerekçesiyle açığa alındı vb. Hapishanelerde de devrimci-siyasi tutsaklara dönük saldırılar ve keyfi hak gaspları tavan yaparken, bu keyfiyetin her gün birçok yeni örneği gündeme geliyor.

Ağırlıklı olarak devrimci-siyasi tutsakların tutulduğu Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi hapishanelerde, son olarak ayda bir olan açık görüş hakkı iki ayda bir, haftada bir olan 10 dakikalık telefon görüşmeleri de iki haftada bir yaptırılmaya başlanmıştı. Sincan F Tipi Hapishanesi’ne darbe girişiminden yargılananların doldurulmasının ardından buradaki tutsaklar Tekirdağ hapishanesine sürgün edilmiş, bu sırada da eşyaları gasp edilmiş, “koli ücreti” adı altında 600 TL’ye varan paraları gasp edilmek istenmişti. Yine Sincan’dan getirilen tutsaklara hapishane girişinde çıplak arama dayatılmış, darp edilmişlerdi. Sürgün edilen tutsaklara eşyaları keyfi biçimde verilmezken, kimi tutsakların hiç giyilmemiş kıyafet gibi eşyalarına da “fazla” olduğu gerekçesiyle el konuldu. Tutsakların bazı eşyalarını görüş günü ailelerine teslim etme talebi de reddedildi.

Tutsakları tecride alarak siyasi kimliklerini yok etmeye çalışan hapishane yönetimi, devrimci-sosyalist yayınların tutsaklara ulaşmasını engellemeye çalışıyor. Bunun son örneklerinden biri, tutsaklara gönderilen ve aylarca bekletilen yayınların hapishane idaresi tarafından göndericilerine iade edilmesi oldu. 2 No’lu F Tipi hapishaneye gönderilen Kızıl Bayrak ve Atılım gazeteleri, üzerlerinde “1 No’lu F Tipi’nde bu isimde biri yoktur” mührüyle geri gönderildi. 1 No’lu F Tipi hapishaneye gönderilen gazeteler de “2 No’lu F Tipi’nde bu isimde biri yoktur” mührü basılarak geri gönderildi. Tutsaklar hapishane idaresine verdikleri dilekçelerin de işleme konulmadığını düşünüyor.

Öte yandan Cizre, Sur, Nusaybin gibi harabeye çevrilen kentlerden çıkan ve yandaş medyada “teslim olan teröristler” şeklinde yer verilen siviller de yine mahkemeler tarafından “örgüt üyeliği”, “örgüte yardım etme” gibi gerekçelerle tutuklanmıştı. Söz konusu tutuklular konuldukları hapishanelerde de işkence ve hak gasplarına maruz kalırken, yaralıların tedavi olmaları da engelleniyor.

Bu uygulamaların ağır yaşandığı yerlerden biri de Osmaniye T Tipi Hapishanesi. Nusaybin’de tutuklanan 23 kişi, Osmaniye T Tipi Hapishanesi’nin 9 kişilik olan A-18 koğuşuna konuldu. Tutsak yakınlarının anlatımına göre buradaki 5 yaralının tedavileri yapılmadığı için uzuvları çürümeye başladı. Osman Bozkurt isimli tutsak tedavi edilmediği için iki gözünü de kaybederken, mermi yarası olan yaralılar da kangren tehlikesiyle karşı karşıya. Yine “arama” adı altında koğuşları askerle birlikte basan gardiyanlar, tutsakların eşyalarına el koyuyor, hastalara ilaçlar ya geç veriliyor ya da hiç verilmiyor. Yazılan dilekçelere cevap verilmediği gibi, 3 kişilik yerde de 14-15 tutsak kalabiliyor.

Bu saldırılarla yıldırılmaya ve teslim alınmaya çalışılan tutsaklar boyun eğmemeye devam ediyorlar. Fakat sermaye iktidarının başarıya ulaşmaması, dışarıdan yükseltilen sahiplenmeye, duyarlılığa ve mücadeleye bağlı. Dolayısıyla sermaye iktidarının saldırılarına karşı tutsaklarla etkin bir dayanışma içinde olmak, toplumsal mücadelenin temel bir boyutu olarak karşımızda duruyor.

 

 

 

 

Hapishanelerde direniş geleneğinin bir kesiti: 20 Ekim

 

Hapishanelerdeki hücre (F Tipi) saldırısını, dar anlamıyla, tutsakları hücrelere kapatmak olarak almamalı. Saldırının temel amacı tecritle tutsakların yaşamını hücreleştirip teslim almaktır. F (hücre) Tipi hapishaneler 19 Aralık 2000’den bu yana uygulamada. Dar ve mekansal temelde düşünürsek, sermaye devleti adına bir başarıdan söz edebiliriz. Ne var ki saldırının asıl amacı olan tutsakları teslim alma temelinde düşünürsek, kesinlikle başarılı değil. Saldırı ve direniş hâlâ sürdüğü için, yenilgi ve zafer sözcüklerini kullanamayız. Ama moral olarak tutsaklar kesinlikle üstün durumdalar.

Moral üstünlük tek başına 20 Ekim 2000’de başlayan Ölüm Orucu (ÖO) direnişine bağlanamasa bile, ÖO direnişinin büyük bir payı olduğunu söylemek gerekiyor.

Ulucanlar Direnişi, hapishane direniş geleneğinde önemli bir aşama oldu. Hücre saldırısına karşı komünist ve devrimci tutsakların izleyeceği yolun köşe taşları yerleştirildi Ulucanlar Direnişi’nde. Hatırlanacağı üzere 2000 Şubat’ında görülen Ulucanlar duruşmasıyla birlikte, dışarıda hücre karşıtı muhalefet güçlenmeye başlamıştı. Artık hapishanelerde yapılacak bir eylemlilik ve hücre karşıtı muhalefetin etkin desteğiyle, hücreleri parçalamak gerekiyordu. Bu ihtiyaçtan kaynaklı olarak TKİP, DHKP/C, MKP [TKP(ML)], 20 Ekim 2000’de ÖO direnişine başladı. Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu’nun diğer bileşenleri 11 Aralık’ta açlık grevine başladı. 19 Aralık sonrasında ÖO’ya geçtiler.

2002 Mayıs’ında DHKP/C ve TKEP/Leninist dışındaki örgüt ve partiler ÖO eylemine son verdiler. DHKP/C de Ocak 2007’de, haftada 10 tutsağın 10 saat görüşmesini düzenleyen bir genelge sonrası ÖO eylemini bitirdi. 19 Aralık ve dışarıda ÖO eyleminde şehit düşenler dahil toplam 122 canımız ölümsüzleşti bu direnişte.

Yukarıda söylediğimiz gibi 20 Ekim’de başlayan ÖO direnişi bugün hâlâ ölümüne direnen, teslim olmayan tutsaklara moral üstünlük sağlıyor. Tutsaklar 19 Aralık öncesindeki gibi birbiriyle koordine bir şekilde hareket edemese bile, hapishanelerin toplamında direniş geleneğine sadık kalarak, teslim olmadıkları bir gerçeklik. Hücreler mekan olarak yıkılmadıysa da moral olarak çoktan yıkıldılar.

Elbette ne sermaye devletinin saldırıları ne de tutsakların direnişi bitti. Özellikle 15 Temmuz sonrasında saldırı ve direniş yoğunlaştı. Ama dışarıda mekansal olarak olmasa da moral olarak yerleşmiş hücreler var. Hapishanelerde, sermaye devleti bu kadar rahat saldırabiliyorsa, bu, dışarıdaki hücrelerinin varlığından kaynaklıdır.

20 Ekim’de ÖO direnişine başlarken, temel sloganımız, İçeride, dışarıda hücreleri parçala! idi. Moral olarak dışarıdaki hücreleri parçalayamazsak, içeride hücre duvarları daha kalınlaşacak. Kesin olan bir şey var; maddi olarak duvarlar ne denli kalınlaştırılsa da tutsaklar moral olarak asla hücrelere girmeyecekler.

Muharrem Kurşun
Ölüm Orucu gazisi


 
§