21 Ekim 2016
Sayı: KB 2016/39

Sermaye iktidarı savaş ve yıkım dayatıyor
Savaş ve anti-emperyalist mücadelenin güncel sorun ve ihtiyaçları
Erdoğan “piyon değil, at olmak” istiyor
Bol “U” dönüşlü Türkiye’nin dış politikası
Dinci-gerici AKP iktidarının kaçınılmaz akıbeti
Kölelik zincirlerini parçalayacak tek güç işçi sınıfının devrimci birliği ve eylemidir!
Greif’te ihanet sözleşmesine imza atmak için hazırlık
Metalde işten atmalara karşı devrimci sınıf politikasını yükseltelim!
İşsizliğin kaynağı kapitalizm!
Ankara İşçi Meclisi Sonuç Deklarasyonu
Ortadoğu’da gerilim ve Türkiye
Halep’te yarım kalan hesaplaşma Musul’da tamamlanacak mı?
“Kapitalizmin En Yüksek Aşaması: Emperyalizm” 100 yaşında
Şiddet üreten sisteme karşı, direniş!
Kapitalizm, depresyon, kadın
YÖK’e ve YÖK düzenine karşı mücadeleye!
“Umudu büyütmeye devam edeceğiz!”
İÜ direnişçisi: “Geleceğiz korkularınızı büyütmek için!”
Sistemin projesi belli: Geleceksizlik!
OHAL’e karşı direniş!
“OHAL devrimci tutsakları teslim alamıyor”
Radikal palyaço: Dario Fo
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Umudu büyütmeye devam edeceğiz!”

 

5 haftalık uzaklaştırma cezasına karşı 3 Ekim’den bu yana İstanbul Üniversitesi (İÜ) önünde direnişte olan DGB’li Buse Bayram ile direnişi ve yaşanan süreç üzerine konuştuk…

- İstanbul Üniversitesi’nde aldığınız ceza sonrası direnişe başladınız. Süreci anlatır mısınız?

Buse Bayram: Ben İÜ öğrencisiyim. Devrimci Gençlik Birliği üyesi, örgütlü bir öğrenciyim. Üniversitelerde siyasal faaliyete ve örgütlü, ilerici-devrimci öğrencilere yönelik saldırılar geçtiğimiz senenin başından itibaren özellikle hız kazanmıştı. Senenin başında seçimler bahane edilerek yasaklanan siyasal faaliyet, sene boyunca polis saldırısına uğramış, sene sonuna doğru polis saldırılarına IŞİD yanlısı gerici çeteler de eşlik etmeye başlamıştı. Bu saldırı süreci sadece İstanbul Üniversitesi’nde değil, eş zamanlı olarak Anadolu Üniversitesi ve Kocaeli Üniversitesi’nde de işlemiş, ODTÜ’de mescit provokasyonu olarak kendini gösterirken, Hacettepe ve Mersin Üniversitesi’nde ise faşist çetelerin saldırıları yaşanmıştı. Yani sermaye devletinin içinden geçtiği krizli süreç üniversiteler cephesine böyle yansımıştı. Bu süreç içinde rektörlük de boş durmamış, onlarca soruşturma açmıştı. Bu dönem de geçen seneki fiili saldırılar uzaklaştırma cezası şeklinde devam ettiriliyor. Amaç üniversitelerden örgütlü öğrencileri uzaklaştırmak, biatçı-itaatkâr bir üniversite yaratmaktır.

Bu ceza somutunda bana verilse de taşıdığı anlam çok daha geniş. Sonuçta ben bu cezayı örgütlü kimliğimden, ideolojik görüşümden ve buna uygun pratik faaliyetimden dolayı aldım. Dolayısıyla bu ceza da aslında kişisel olarak bana değil, örgütlenmeye ve bu örgütsel kimliğe uygun pratiğe verilen bir cezaydı. Toplamda üniversiteye dönük bir mesajı vardı: biat etmezsen bu üniversitede var olamazsın. Kapının önünde başlattığımız direniş de bu noktada anlam kazanıyor zaten: Üniversite önünde olmak “Hayır gitmiyoruz, üniversiteler bizimdir” demek... “Örgütlülüğü, geleceği ve özgürlüğü cezalandıramazsınız” demek... Diğer öğrencilere “Başını eğip gitmekten başka bir yol daha var” demek...

- Direniş süresince yaşanan saldırılardan ve gelen tepkilerden de söz eder misiniz?

Buse Bayram: Direnişin 2. haftası geride kaldı. Bu süreçte haftada bir gerçekleştirdiğimiz basın açıklamaları dışında her gün gözaltı saldırısı yaşadık. Son olarak da Vatan Emniyet’e götürüldük, “terörle mücadele savcılığı”na çıkarıldık.

Açıkçası bu süreçte gereken desteği ne akademisyenlerden ne Eğitim Sen’den ne de farklı siyasetlerden gördük. Sonuçta üniversiteden uzaklaştırılan tek öğrenci ben değilim. Eğer hep birlikte bu iradeyi gösterebilseydik daha farklı sonuçlar üretebilirdi. Ayrıca bu uzaklaştırma saldırısı sadece öğrencileri vurmuyor. Akademisyenler de bu soruşturma teröründen payına düşeni almış durumda. Yüzlerce akademisyen bu soruşturma dalgasının ardından meslekten ihraç edildi. Saldırı aynı yerden ve aynı amaç doğrultusunda gerçekleştiriliyor, dolayısıyla mücadele de ortak örülmeli.

Fakat Eğitim Sen bu direnişe destek vermemesini “gündemlerin farklı olduğu” gerekçesiyle açıkladı. Bu açıklamayı almak için bile bürokrasinin kırk bin katlı labirentinde dolandık durduk. En sonunda bu açıklamayı yaptılar. Bu tutumları sansüre vardı, etkinliklerinde söz hakkı dahi tanınmadı. Geldiğimiz süreçte kamu emekçilerinin yaşanan saldırılara tepkileri basın toplantılarına, salon etkinliklerine sıkıştırılmış durumda. Ama içinden geçtiğimiz süreçte bu atmosferi parçalamanın tek yolu alanlarımızı terk etmemek, buralarda fiili meşru mücadele çizgisini var edebilmektir.

Bunun yanı sıra akademisyenlerin bazıları ile yüz yüze görüşme fırsatı yakaladık. Bunlardan bir kısmı başka üniversitelerdeki akademisyenlerle dayanışmak için alanlarda “dayanışmanın önemi” üzerine “beylik cümleler” kuran hocalarımızdı. Direnişimizi anlattığımızda ise “okulumun önünde böyle bir eylemi yapmam” dedi. Olası gelecek faşist saldırılardan bahsederek... İstanbul Üniversitesi içersindeki “ilerici” kamu emekçilerinin ise korkuları çok büyük. Hâlâ kaybedecek şeyleri olduğuna inanıyor olabilirler. Destek olmak bir yana, daha örtülü istediğimiz lojistik ihtiyacımıza bile yanıt oluşturmadılar.

İstanbul Üniversitesi’nde görev yapan Levent Dölek çok açık bir biçimde “Böyle bir eylemi anlamlı bulsaydık biz yapardık. Siz bu süreçte her gün gözaltına alınmayı göze almışsınız, biz destek veremeyiz” dedi. Esra Mungan ve Şebnem Korur Fincancı’nın manevi desteğini aldık. Gazetecilerden ise Zeynep Kuray’ın çok büyük desteğini aldık.

Hastane önünde direnen Cemal Bilgin’in desteği bizim için önemliydi. Bunun yanı sıra somut destek ilanı Çağdaş Hukukçular Derneği’nden geldi. Geçtiğimiz hafta avukatlara yönelik yaşanan saldırıdan kaynaklı basın açıklamamıza katılamadılar. Ama her hafta geleceklerini beyan ettiler.

Direnişin aldığı destekten öte politik bir anlamı var. Kartal’da Eğitim Sen gecesinde yapılan konuşma, İzmir’de yoldaşlarımızın yaptığı basın açıklaması bizim için önemli bir yerde duruyor. Direnişin sesini her yere taşımak... OHAL’de bunu yapabilmek önemli.

Biz üniversite öğrencilerine sınırlı da olsa sesimizi duyurmaya çalıştık. Bunda başarılı da olduğumuzu düşünüyoruz. Üniversitenin içerisine yazılamalar, bildirilerle, beyanname ile seslendik. Bu hafta ile birlikte Direnişin Sesi’ni hazırladık. Her gün 11.30-13.00 arasında İÜ önünde olacağız. Her Çarşamba da basın açıklamamızı gerçekleştireceğiz.

Sonuç olarak biz direnişe çıkarken gerçekten birçok şeyi göze aldık. Direnişe destek kısmı politik bir tutumdur aynı zamanda. Destek verenlerin ve açık bir biçimde vermeyenlerin durduğu zemin ile ilgili. Buna şaşırmıyoruz. Devrimci bir samimiyet taşıyan herkeste benim/bizim direnişim(iz) bir heyecan ve umut yarattı. Diğerlerinde ise müthiş bir korku. Hem dostta hem düşmanda... Bizler umudu büyütmeye devam edeceğiz!

 

 

 

 

DGB’lilere gözaltı saldırısı sürüyor

İstanbul Üniversitesi’nde (İÜ) DGB’li Buse Bayram’ın 1 aylık “uzaklaştırma” cezası almasına karşı başlayan direnişe 17 Ekim günü de polis saldırdı, Bayram ve bir DGB’li gözaltına alındı.

Götürüldükleri Beyazıt Karakolu’nda gece de tutulan DGB’liler, ertesi gün Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde savcılığa çıkarıldılar.

Savcılık, “örgüt propagandası” ile suçlanan DGB’lilerin direnişinin “TKİP’nin aldığı karar doğrultusunda başlatıldığını ve devam ettiğini” öne sürdü.

İşlemlerin ardından DGB’lilerin serbest bırakılmasına karar verdi.

 
§