4 Kasım 2016
Sayı: KB 2016/41

Haklarımız ve geleceğimiz için mücadeleye!
Tek alternatif sosyalist işçi-emekçi cumhuriyeti!
Rejim krizine model arayışı
“Yeni cumhuriyet” sosyalist işçi-emekçi cumhuriyeti olacaktır
Direniş kendi yolunu açar elbet
Cumhuriyet Gazetesi baskını ve CHP’nin ikiyüzlülüğü
Darağacının gölgesinde kalan gerçekler
Amed saldırısına karşı eylemler ve polis terörü
Demokrasi İçin Birlik Bildirgesi, demokrasi sorunu ve ötesi
Başkanlık, sermaye devletinin istikrar arayışının bir ürünü
Ekim Devrimi ve devrim teorisi
Kamuda kıyımlar, tutumlar ve mücadelenin sorunları - I
Bakırköy Belediye işçileri grevinin ardından…
“Haklarımız için sonuna kadar direnmekte kararlıyız!”
Metalde Grup TİS görüşmeleri tıkandı
Kadın işçi grevlerinin gösterdikleri
Kadın işçilerin talepleri için örgütlü mücadeleye!
Düzenin hizmetindeki bir kurum: YÖK
Musul operasyonu ve ötesi
Çelişkiler keskinleşiyor; silahlanmaya dev bütçeler ayrılıyor!
Aydınlanma ve bir eylem klavuzu; Marksizm
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tek alternatif sosyalist işçi-emekçi cumhuriyeti!

 

Burjuva cumhuriyetin kuruluşunun 93’üncü yılı, 15 Temmuz darbesinin ardından gelen OHAL süreci ve AKP “darbesinin” gölgesinde kutlandı. Rejimin sahibi olarak dinci gerici AKP iktidarı, cumhuriyetin kuruluş etkinliklerini gövde gösterisine dönüştürürken, ulusalcı kesim ise AKP karşıtlığı temelinde 1920’lerdeki cumhuriyetin değerlerine sahip çıkmaya ve cumhuriyetin kazanımlarını savunmaya çağırdı. 29 Ekim kutlamalarında ise dinci-gericisi de, “cumhuriyetin kazanımlarına” sarılan laik ulusalcısı da, esasında her geçen gün çürüyen, çürüdükçe de tükenen burjuva düzene sahip çıktılar.

Tabloyu yerli yerine oturtmak için 1920’lerin Türkiye’sinden bugüne burjuva düzenin gelişim aşamalarına bakmak işlevsel olacaktır.

Bilindiği gibi, zayıflayan, borç batağı içinde olan Osmanlı İmparatorluğu, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na Almanya’nın safında katılır ve büyük bir yenilgi yaşar. Savaşın galibi olan ülkeler için sömürge ve paylaşım sahasına dönüşür. Böylesi bir süreçte, milli burjuvazinin temsilcilerinin önderlik ettiği kurtuluş savaşında emperyalistlerin kölece dayatmalarına karşı, halkların da desteği alınarak, işgal girişimleri boşa düşürülür ve gerçekleşen ulusal karakterde burjuva devrimi ile siyasal bağımsızlık kazanılır.

Kurtuluş savaşına önderlik eden ve siyasal olarak tüm sürecin önderliğini üstlenen burjuvazi, asıl olarak sonrasında kendi iktidarının temellerini atar. Emperyalist ülkelerin sömürge ve işgal girişimlerine karşı verilen mücadele, emperyalizme karşı değil, onun kölece dayatmalarına karşı sergilenir. Cılız ve yeni şekillenen burjuvazinin asıl amacı, iç pazar üzerindeki denetimini kurmaktır. Bu açıdan sağlanan “bağımsızlıkla” birlikte, emperyalist sistemde bağlar iktisadi-sosyal temelde atılır. Burjuva cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte toplumsal temelde bir dizi reform gerçekleşir, kültürel adımlar da bu reformların parçası olarak atılır.

Bu mücadele Türk burjuvazisini iktidar dümenine oturtmuş ve bu çerçevede Türkiye’nin modern burjuva gelişmesinin önünü açmıştır, kurtuluş savaşı ve onu izleyen kemalist reformlar, ağır ve sancılı bir yoldan da olsa, kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bugünün modem Türkiye’sine yolu düzlemiştir.” (Türkiye’nin modern tarihi ışığında devralınan miras, Bağımsızlık ve Devrim - H. Fırat, s. 254, Eksen Yayıncılık)

Feodal toprak ağalığı düzenine karşı modern kapitalist ilişkilerin önünü açan süreç, tarihsel olarak bir ilerlemeyi ifade ediyor. Çokça tartışıldığı gibi, başta Kürt halkı üzerindeki baskılar, siyasal özgürlüklerin tanınmaması, alt sınıfların ezilmesi vb. olgular, bu sürecin tarihsel olarak bir ilerleme olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.

Sonrasında ise, emperyalist kapitalist sisteme bağlı şekilde burjuva kapitalist düzenin gelişimini görüyoruz. Özellikle 1950’lerle birlikte, dünya ölçeğinde temel emperyalist güç olan ABD ile iktisadi, siyasal vb. çok yönlü ilişkilerin geliştirildiğine ve Türk devletinin aynı zamanda Amerikan emperyalizminin bölgedeki jandarması rolüne soyunduğuna tanık oluyoruz. Hilafeti kaldıran, laikliği getiren burjuvazi, kapitalist düzenin sınıfsal çıkarları gereği, özellikle '60’larda işçi ve emekçi kitlelerde toplumsal uyanışın başlaması ile birlikte dinsel gericilik silahını etkin bir şekilde kullanmaya başlar.

12 Eylül 1980 darbesi ise dünya ölçeğinde izlenen neoliberal politikaları hayata geçirmek için en temel engel olan devrimci yükselişi kırmak amacıyla bizzat emperyalist merkezlerce planlanır. Dikensiz gül bahçesi isteyen burjuvazi, işçi ve emekçiler üzerinde baskı ve yıkım politikalarını hayata geçirebilmek için dinsel gericiliği topluma en etkin şekilde bizzat empoze eder ve Türk-İslam sentezi devletin resmi ideolojisi haline getirilir.

Dinci-gerici AKP 12 Eylül’ün düzlediği zeminde, '90’lı yıllarla birlikte emperyalistlerin izlediği “ılımlı İslam” projesi üzerinden şekillenir. Yani AKP, bu düzenin ve burjuva cumhuriyetin ürünü olarak ortaya çıkar. AKP, hükümette olduğu 14 yılda emperyalist-kapitalist düzene yaptığı kusursuz hizmetin karşılığı olarak gün geçtikçe gerek devletin kurumlarında, gerekse de toplum nezdinde kendi gerici ideolojisini yaymanın koşullarına fazlasıyla sahip olur. 14 yıl öncesinde cemaatler koalisyonu olarak hükümete ve sonrasında da iktidara gelen AKP düne kadar en temel ortağı olan Fethullah Gülen cemaatini her ne kadar bugün ezme harekatı yürütüyor olsa dahi, bu, devletin kurumlaşmalarına hakim hale gelen, toplumun en küçük hücrelerine kadar yayılan dinci gerici ideolojinin varlığını ortadan kaldırmamaktadır.

Özetle, bugün AKP’nin izlediği dinci-gerici politikalardan yola çıkarak “cumhuriyetin kazanımlarına” sahip çıkmaktan bahsedenlerin, bugünkü AKP’yi yaratan tarihsel sürece bakmaları gerekir. O 93 yıllık süreçte bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaçları çerçevesinde, başta CHP olmak üzere tüm düzen partileri eliyle dinsel gericilikle toplumun kuşatılması, baskı, zor ve şiddet yoluyla işçi sınıfının, emekçilerin ve halkların ezilmesi ve katledilmesi vardır.

Aynı şekilde cumhuriyetin “demokratikleştirilmesini” savunmak da burjuva düzen gerçekliğine gözleri kapamaktır. “Tükenen bir cumhuriyetten sözümona bir ‘demokratik cumhuriyet’ çıkarmak peşinde koşmak da aynı ölçüde hayalci ve dolayısıyla gerici bir ütopya ile oyalanmaktır. Bu beklenti dünya olaylarının genel seyrine, girmiş bulunduğumuz tarihsel dönemin genel eğilimlerine, bunun bulunduğumuz bölgeye yansımalarına da aykırıdır.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi)

Bugün her anlamıyla çürümüş ve tükenmiş burjuva cumhuriyetinin tek alternatifi, işçi ve emekçilerin sosyalist cumhuriyetidir. TKİP’nin IV. Kongre Bildirisi’nde vurgulandığı üzere; “Kendi geçmişinden gelen ilerici değerlerden bile kopan, toplum yaşamının tüm alanlarını Ortaçağ artığı bir ideoloji ve kültüre göre yeniden şekillendirmeye çalışan, iç politikada polis rejimini kurumlaştıran ve dış politikada militarizmi ve saldırganlığı bir politika haline getiren bugünkü cumhuriyet, demokratikleşmeyi değil fakat yıkılmayı, yerini sosyalist bir cumhuriyete bırakmak üzere köklü bir biçimde aşılmayı beklemektedir.”


 
§