13 Ocak 2017
Sayı: KB 2017/02

Dinci faşist iktidar çark etmeye devam ediyor
Türkiye’nin İncirlik’le imtihanı
Darbe fırsatçılığı sürüyor: OHAL 3 ay daha uzatıldı
Kamu Çalışanları Birliği: İhraçlara karşı direniş mevzilerine!
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-2
Kölelik ve sefalet dayatmasına karşı tek seçenek mücadele!
20 Ocak grevi kıvılcım olabilir
Kazanmak için sınıf dayanışması
Petro kimya işçilerinin mücadele tarihine giriş - 1
Günsan Elektrik direnişinin ardından…
Emperyalist güçler arası hegemonya mücadelesi
NATO’dan Doğu Avrupa ülkelerine askeri yığınak
Dünyada işçi eylemleri
Hollanda genel seçime hazırlanıyor
Hollanda’da esnek çalışma ve olmayan grev yasası
Kapitalizm, kriz ve kadınlar
Emperyalist savaşlar ve kadın
“Vardım, varım, varolacağım”
Devrimci kadın önder Rosa Luxemburg’u saygıyla anıyoruz
Nükleer enerji ne kadar güvenli? – I
Asgari ücret değil insanca yaşayacağımız ücret istiyoruz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nükleer enerji ne kadar güvenli? – I

Fukuşima

A. Deliorman

 

Özellikle Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketlerinden sonraki ilk aylarda yeni nükleer reaktörlerin yapımı durma noktasına gelmiş, sonra nükleer santral inşaları kaldığı yerden devam etmişti. Bugünlerde nükleer enerji tekrar gündeme getirilip parlatılıyor, var olan santrallerin ömürleri uzatılıyor. Emperyalist kapitalist sistem nükleerin hem sıfır karbondioksit salınımı hem de yenilenebilir enerjiye geçişte olmazsa olmaz bir ürün olduğu propagandası yapıyor. Çernobil ve Fukuşima felaketlerini kontrol altına aldıklarını ve bu kazaların birer istisna olduğunu iddia ediyorlar.

Her fabrikada, her işletmede kaza olabilir, oluyor da zaten. Kuşkusuz bu kazaları tamamen sıfırlamak mümkün olmasa da en aza indirebilmek olanaklıdır. Fakat sermaye propagandası, nükleer santrallerde kaza olmaz, olamaz masalını yutturmaya çalışıyor. Nükleer işletmelerdeki kazalar büyük ölçüde gizli tutuluyor. Yalnızca çok büyük facialar toplumdan gizlenemiyor. Böylece, oluşturmaya çalıştıkları miti ayakta tutmaya çalışıyorlar.

Sermaye, nükleer santralde kaza olasılığı sıfır diye iddia ediyor ama yine de bir güvenlik planı yapmayı uygun görüyor. Kaza olmayacağından yola çıkılarak bir fabrika veya bir işletme için güvenlik planı yapılmaz. Güvenlik planı en kötü duruma, kazaya göre yapılır. Öte yandan çok büyük bir nükleer faciaya bir güvenlik planı yapılması zaten pratikte olanaksızdır. O zaman niye hâlâ nükleer santraller açık tutuluyor? Neden hurda santrallerin ömrü uzatılıyor veya kapatılması öteleniyor? İnsan hayatına ve doğaya düşman bir sistem olan kapitalizmde nasıl ki her türlü akıl almaz olaylar oluyorsa, bu da olabiliyor işte.

Aslında nükleer santrallerde sık sık kazalar oluyor. Ancak çok büyük kazalar kamuoyunun gündemine gelebiliyor. Örneğin 28 Mart 1979'da Three Mile İsland’da gerçekleşen kısmi meltdown (nükleer çekirdeğin erimesi) nedeniyle 140 bin insan tahliye edilmişti. Bir başkası, 26 Nisan 1986’daki Çernobil felaketidir. Bu kazadan yayılan radyasyon oranı Hiroşima’ya atılan atom bombasının 400 tanesine bedeldir. (Socialisme Nu, Angela Ettema) Böylesi büyük bir felakete karşı güvenlik planı mümkün müdür?

Yine 1957’de Sellafield’da ve son örnek olarak da Fukuşima’da büyük kazalar oldu. Bunlar örneklerden öne çıkanlar. Yani doğal olarak her yerde farklı teknolojiyle yapılmış nükleer tesislerde kaza olabiliyor. Burada şaşıracak bir şey yoktur. Şaşırılması gereken, sermayenin böylesi tesislerde kaza olamayacağı iddialarıdır.

Günümüzde kullanılan nükleer enerji görece büyük atomların, örneğin uranyum atomlarının, yavaşlatılmış nötron alarak parçalanıp küçük elementlere dönüşmesi sonucu ortaya çıkıyor. Uranyum elementinin, kitlesinin bir bölümü bu esnada enerjiye, diğer bir bölümü de radyasyonlu yeni elementlere dönüşüyor. Bu radyasyonlu elementler büyük bir çevre sorununu beraberinde getiriyor. Bazılarında radyasyon oranı ancak 4 milyar yılda yarıya iniyor (fakirleştirilmiş uranyum). Yani pratikte, oluşan radyasyonun fiilen ortadan kalkması mümkün değil. Oluşan radyasyonun güvenli bir biçimde saklanması gerekiyor.

Fukuşima’daki son nükleer kazaya biraz detaylı bakalım. Bu kaza emperyalizmin en önemli merkezlerinden biri olan Japonya’da gerçekleşti. Sözde en üstün ve ileri teknoloji ile kaliteli insan kaynakları mevcut. Demek ki en kaliteli nükleer tesislerde bile şu ya da bu nedenle kazalar, hatta büyük kazalar olabiliyor.

Fukuşima’daki kazada ilk ölenler santralde çalışan işçi ve emekçiler oldu. Kazayı izleyen haftalarda ve aylarda işçilerden kendilerini feda etmeleri istendi, hala da isteniyor. Kapitalistler lüks hayatlarından zerre kadar ödün vermeye yanaşmazken, işçi ve emekçilere sözde vatan ve millet için kendilerini feda ve kurban etmeleri emrediliyor. Bunun sonucunda onlarca işçi, itfaiyeci, teknisyen ve mühendis yaşamını yitirdi. Sağ kurtulanlar tedavisi mümkün olmayan hastalıklara yakalandı, kanser oldu ve bu yolla da öldü.

Fukişima faciasından sonra santralin 20 kilometre çapındaki çevresi boşaltıldı. Çevredeki 135 bin insan tahliye edildi ve sonrasında kaderlerine terk edildi. Büyük bir tarım alanı halen kullanılamaz halde. Çocuklarda tiroit kanseri oranı 100 kat arttı. Halen facia kontrol altına alınabilmiş değil. Her gün 300 ton radyasyonlu su okyanusa akmaktadır. 2013’te 400 bin ton radyasyonlu su depolanmıştı. Bu hala öylece duruyor. Akıbetinin ne olacağı belli değil. (Solidair, ‘Kernenergie: de dreiging van de scheurtjes’, 11 Mart 2015.)

Birçok kaynak ve bilim insanı tahliye alanının 80 kilometre olması gerektiğini iddia ediyor (örneğin Greenpeace). Sermaye şefleri radyasyon oranının düşük olduğu iddiasıyla 20 kilometre sınırını büyütmüyorlar. Halbuki görece düşük seviyeli radyasyona bile uzun süre maruz bırakılmak güvenli değildir. Zira görece düşük seviyeli ve uzun vadeli radyasyona maruz bırakılmak da insan DNA’sını bozar. Üstelik vücut bunu göremez ve tamirini yapmaz. İnsan genetiğinin bozulması her türlü kansere yol açabilir. (Solidair, Wiebe Eekman, ‘Joduimpillen, evacuatie en andere noodplannen in geval van nood in kerncentrales’.)

Bilindiği gibi Fukuşima felaketi 11 Mart 2011’de gerçekleşti. Japonyalı bir gazeteci olan Tomohiko Suzuki, işçi kimliğine bürünerek 13 Temmuz-22 Ağustos arası dönemde santralde çalıştı. Amacı ise çalışmanın aşamasını ve samimiyetini ilk elden görebilmekti.

Suzuki’nin gördüğü, kapitalist sistemin gerçekliğidir. Gazetecinin söylediğine göre: “Fukuşima santralinde çalışmak ölüm emri almakla aynı anlama gelmektedir.” Suzuki’nin gözlemlerine göre, çalışma ortamı resmi sermaye organlarının ifadeleriyle hiç örtüşmemektedir. Durum çok ama çok daha vahimdir. Santrali güvenli bir hale getirme diye bir şey yoktur. Her şey kurgulanmış bir şovdur. Gerçekte hiçbir düzeltme ve iyileştirme yapılmamaktadır.

Gene Suzuki, Japon sermaye iktidarının Fukişima’daki santral krizini çözebilmek için görevlendirdiği Toshiba ve Hitachi şirketlerinin beraber çalışmak istemediklerini gözlemlemiştir. Dediğine bakılırsa aralarında hiçbir koordinasyon yoktur. Firmalar teknolojilerini gizlemek için birbirleriyle konuşmamaktadırlar. Ne de olsa kapitalistler için tek kutsal şey sermayeleridir. Teknolojileri de onlar için korunması gereken bir sermaye şeklidir.

Ayrıca çalışanlar için bireysel güvenlik önlemleri de alınmamaktadır. Ölçüm aletleri bilinçli olarak sabote edilmektedir. Çalışanlar yanlarında taşımak zorunda oldukları radyasyon ölçüm aletlerini ya yanlarına alamamaktalar ya da ölçümlerle oynanmaktadır.

Gazeteciye göre her şey şovdur. Pratikte kayda değer bir ilerleme sağlanmamaktadır. Buna rağmen iktidar ‘her şey yolunda’ diye krizin çözümü için ayrılan fonu kısmaktadır. Suzuki’ye göre iş yeni başlamıştır. İlk adım daha yeni atılmıştır. Bir ay sonra bu gazeteci işten atıldığı için süreci doğrudan takip edememiştir. (Xandernieuws, ‘Undercover journalist’, 24 Aralık 2011.)

Tüm bunlardan da anlaşılacağı gibi, nükleer santraller için hiçbir güvenlik planı işçi ve emekçiyi kısmen bile olsa korumaz. Olası bir faciada fatura çalışanlara kesilir. İşçi ve emekçiler böylesi bir riske maruz bırakılmakta, insan ve doğa hayatıyla kumar oynanmaktadır.

Kısacası piyasa haydutluğunun hüküm sürdüğü bir dünyada güvenli bir nükleer santralden bahsetmek olanaklı değildir. Bir atom bombasına karşı ne kadar güvenlik tedbirleri alınabilirse, bir kaza için de o kadar alınabilir. Güvenliği olmayan bir santrali kurmak ve işletmek ise çılgınlıktır. Her şeyin kâra endeksli olduğu, çevreye-doğaya düşman kapitalizm koşullarında nükleer santrale karşı tek doğru güvenlik planı, bu santrallerin ivedilikle kapatılması ve yenilerinin kurulmamasıdır.


 
§