31 Mart 2017
Sayı: KB 2017/13

Kölelik dayatmalarına da, faşist zorbalığa da geçit yok!
Kamu emekçilerinin direnişi ve akademisyenler
Metal işçisi gücüne ve birliğine inanmalı
Metal TİS’lerine doğru
Grev hakkını savunmak için mücadeleye!
AKP’nin ‘Hayır’ çalışmaları
Burjuva siyasetin referandum ekseni
Sınıf devrimcilerinden referandum faaliyetleri
Burjuvazi için söz konusu çıkar ilişkileriyse gerisi teferruattır
Kazanımları korumak ve gerici ablukayı dağıtmak için fiili-meşru mücadele çizgisi
Siyasal gericilik ve kadınlar
İEKK’dan referandum gündemli toplantılar
Yeni Greifler’in, Metal Fırtınalar’ın yolu ‘Meslek Liseliler Birliği’nden geçer!
Filistin’de tek seçenek direniştir!
Yemen’den yansıyan barbarlık tablosu
Suriye’de yeni kanlı planlar
BİR-KAR’dan Almanya’da referandum gündemli paneller
“Genç Karl Marx” filmi ve bir kritik denemesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye’de yeni kanlı planlar

D. Yusuf

 

Suriye’deki kanlı iç savaş yedinci yılına girdi. Bu yıkıcı savaş gerçekte ABD ve İsrail’in ortak yapımı bir savaştı. ABD’nin bölgedeki en azılı işbirlikçileri olan Türk sermaye devleti, Suudiler ve Katar’ın da her türlü desteği ile, ama esas olarak dünyanın çeşitli yerlerinden devşirilmiş, çağdışı cihatçı çeteler tarafından yürütüldü. Vekalet savaşı olarak kodlanan bu savaşın amacı ve hedefi, Irak ve Libya’da olduğu gibi, İsrail karşıtlığı ve ABD’ye mesafeli duruşu ile bilinen Suriye’yi de etnik ve mezhepsel temelde fiilen parçalamak ve güçten düşürmek, Beşar Esad’ı ve rejimini tasfiye etmekti. Bu, aynı zamanda Suriye’nin, Rusya’nın bölgedeki yegane etkinlik alanı olmasına son vermek demekti.

Öte yandan bu plan İsrail’i bir nevi bölge çapında rahatlatma planıydı. Bu savaşı vesile ederek, en başta Filistin kurtuluş mücadelesi olmak üzere, bölgeyi ilerici ve devrimci dinamiklerden tümüyle arındırmak, bölgeyi tümüyle ABD ve İsrail’in hakimiyetindeki bir coğrafya haline getirmek istiyorlardı. Ne var ki ABD ve İsrail patentli bu savaş planı hedefine ulaşamadı.

Bir süredir ABD, AB, Rusya’sı ve bölgedeki işbirlikçileri çok yönlü yeni bir hareketlilik içindeler. Tümüyle kirli ve karanlık amaçlarla bir araya geliyor, karanlık ofislerde yeni savaş planları hazırlıyorlar.

Karanlık güçler ve kirli oyunlar

Bölgede bu yönlü bir hazırlığın başını çekenler, bir kez daha, Türk sermaye devleti, Suudiler ve Katar gericiliğidir. Bu “şer üçlüsü” günümüzde yeni oyunlar peşindedir. Şubat ayında, Suriye kökenli 50 Arap aşiret liderinin Urfa’nın Harran ilçesinde yaptığı toplantı ve bu toplantıda dile getirilenler bu durumun en son örneğini oluşturuyor.

Basına yansıyan bilgiler şöyle: 50 Arap aşiretini temsil ettiklerini iddia eden bu zevat Rusya ve İran’ı işgalci güçler olarak niteliyor ve bu işgale son vermek iddiasında bulunuyorlar. Bu amaçla, adı “El Cezire ve Fırat Aşiretleri ordusu” olan bir ordu kurduklarını ya da kuracaklarını belirtiyor, hedeflerini ise Baas rejimine son vermek, Esad’ı devirmek, Suriye’yi IŞİD, PKK/PYD ve Hizibullah "teröründen" arındırmak olarak açıklıyorlar.

Hemen belirtelim ki “aşiret ordusu” kurmak, ilk kez başvurulan bir girişim değildir. Urfa da bu türden bir toplantıya ilk kez ev sahipliği yapıyor değil. Bilindiği üzere Rojava’nın önemli kantonlarından biri olan Afrin, Urfa’nın tam karşısındadır. Dolayısıyla, Urfa’nın dün, ama özellikle bugün, bu türden girişimlerin, toplantıların ve kirli ve karanlık planların yapıldığı bir yer olması son derce manidardır. Ve neresinden bakılırsa bakılsın, bu girişimler toplamında dosdoğru Kürtlerin kazanımlarını, somut olarak da Rojava’daki fiili özerk oluşumu hedeflemektedir. Bu girişim sahiplerinin hedeflerinden birinin de IŞİD’i Suriye’den temizlemek olduğu şeklindeki açıklamaları ise, aşağılık bir yalandan ibarettir.

Öte yandan söz konusu aşiret ağalarının, iddia edildiği türden toplumsal bir desteği bulunmamaktadır. Çoğu tuzu kuru Arap zengini olup, aşiret ordusunu oluşturanlar da Barzani’nin peşmergeleri cinsinden paralı askerlerdir.

Bilindiği gibi Türk sermaye devleti, Suudiler ve Katar’dan oluşan “şer üçlüsü” her zaman cihatçı çeteleri destekledi. Bu arada, Türkiye’nin özellikle Hatay ve Urfa sınırı bu ölüm makinelerinin cirit attığı yerler haline geldi. Urfa ve Antep’te IŞİD militanları ile karanlık toplantı ve planlar yapıldı. Bu cinayet çetesi İstanbul ve Ankara olmak üzere, Türkiye’nin metropollerinde büyük katliamlar gerçekleştirdi. Hepsinin arkasında MİT ve polis, demek oluyor ki Türk sermaye devleti vardı. Yakın günlerde Urfa-Harran’da gerçekleştirilen Suriyeli aşiret, daha doğru bir tanımla savaş ağaları toplantısı ve “El Cezire ve Fırat aşiret ordusu” girişiminin arkasında ha keza Türk sermaye devleti ve dümenindeki dinci-gerici AKP iktidarı vardır.

“Şer üçlüsü”nün tüm çabaları boşunadır

Türk sermaye devleti Cerablus seferinden umduğunu bulamadı. Bu topraklara ABD ve Rusya gibi emperyalistlerin izni ile adım atmıştı. Harekatının sınırları belirlenmiş, izni de süreliydi. Zamanı geldiğinde ya da sınırları aştığında ister istemez kendisine “geri dön” denecekti. Gelişmeler hemen hemen bu yönde seyretti ve seyrediyor. Türk sermaye devletinin bölgede işgalci güç olarak nitelenen ordusu, IŞİD ve diğer çetelerden devşirilmiş ÖSO adlı çete ordusu, sahaya adım atar atmaz belirlenen sınırların ötesine sızmaya çalıştı. YPG mevzilerini bombaladı. Kürt köylerine baskınlar yaptı. Menbic’e yürümek istedi. YPG ile çatışmanın eşiğinden ancak ABD’nin müdahalesi ile geri döndü.

ABD’ye YPG ile ilişkilerine son vermesi için tacizlerde bulundu. Musul seferine, ardından Rakka seferine katılmak istediğini bildirdi. İşgalci bir güç olarak konuşlandığı Irak-Başika’da provokasyonlara başvurdu. Merkezi Irak hükümeti ile büyük gerilimler yaşadı. Ancak, Obama başkanlığındaki ABD’den gerekli desteği alamadı. Musul seferi yine bir hayal olarak kaldı. Rakka için düşünülmediği bildirildi. Rusya’nın izni ile ve sonra terk etmek koşulu ile ancak El Bab’a girebildi. Bununla teselli olmaya çalıştı. Nedir ki ötesine gidemedi, El Bab’da çakıldı kaldı.

ABD’den gerekli desteği alamayınca Rusya ile işbirliğine yöneldi. Putin’in her istediğini yapar hale geldi adeta. Rusya’nın yardımıyla ilişkide olduğu cihatçı çeteleri Halep’ten çıkarmak karşılığında Suriye sahasında kalması ve siyasi çözüm arayışlarına dahil olması sağlandı. Birlikte Astana görüşmelerini düzenlediler. Kırılgan olduğu baştan belli ateşkes ilan edildi. Ne var ki daha ikinci etabında, Cenevre Görüşmeleri gibi bu görüşmelerden de gerçek bir çözüm çıkmadı. İkinci etabında sabote edildi, Cenevre macerası ile aynı akıbete uğradı.

Türk sermaye devleti tüm umudunu bu kez ABD’nin yeni başkanı Trump’a bağladı. Fakat Trump’lı ABD, YPG ile ilişkilerini devam ettirdi. Türk sermaye devleti Rakka’dan sonra Menbic’e yürümek istedi, karşısına Rusya ile ortaklaşa olarak ABD dikildi. Kendisine tekrar tekrar “YPG’yi terörist olarak görmüyoruz. Rakka operasyonunu YPG’nin de bileşeni olduğu SDG ile birlikte yapacağız. SDG ile birlikte operasyona katılacaksanız gelin. Tersi durumda operasyona zarar vermekten vazgeçin yeter” denildi. El Bab ve çevresine ise Suriye rejim güçleri konuşlandı. Menbic’de bir de ABD ve Rusya bayrakları dalgalandırıldı. Ardından, ABD ve YPG güçleri aynı anda paraşütle Rakka’ya iniş yaptılar. Bunu Rusya’nın Afrin kantonuna girişi ve mevzilenmesi adımı izledi. Gelinen yerde Rusya’nın Türkiye’nin kulağına usulca(!) “Amaç hasıl oldu, El Bab’a girildi. Artık zamanı geldi. Türkiye’ye geri dönün” diye fısıldadığı söyleniyor.

Gelinen yer acz ve çaresizliğin en dip noktasıdır

Özellikle Türk sermaye devletinin yaşadığı durum tam bir acz ve çaresizlik durumudur. El Bab, deyim uygunsa, an itibarı ile adı gibi bir kapı değil, çıkışı olmayan bir kapan olmuştur sermaye devleti için. Bu kirli devletin Kürt sorunu ile şekillendirilen Suriye politikası defalarca iflasla sonuçlandı. Her defasında daha büyük çıkmazlara saplandı. Üstüne üstlük şimdi de onu bu çıkmazlardan çekip alacak bir stratejisi bulunmamaktadır. Demek oluyor ki yolun sonuna gelinmiştir. Bulunulan yer de acz ve çaresizliğin en dip noktasıdır.

Türkiye’nin gerici egemenleri bu acz ve çaresizlikle, Rakka’da ve İdlib’de tedirginlik içinde bekleyen IŞİD, Ahrar’u Şam ve El Nusra çetelerine yeniden dönmüş bulunuyorlar. Astana görüşmelerinin sabote edilmesi bunun ifadesidir ve arkasında tartışmasız olarak “şer üçlüsü” vardır. Bu çetelerin yeniden sağa sola saldırılarının gerisinde bu üçlü durmaktadır. Fransa, Belçika ve Almanya’da gerçekleştirilen IŞİD imzalı saldırılarda olduğu gibi, Londra’daki saldırının arkasındaki güç de bu üç kirli ve karanlık devlettir. Urfa’daki aşiret ağaları toplantısı ve aşiret ordusu girişimi ise acz ve çaresizlikle başvurdukları kirli oyunlarının yeni bir halkasıdır. Ama nafile! Dünküler gibi yenilerinin başarı şansı da bulunmamaktadır.

 
§