14 Temmuz 2017
Sayı: KB 2017/27

Özgürlük ve eşitlik sosyalizmde!
Tek çıkar yol mücadeledir!
Hukuk: İktidarın elindeki silah
Kimin adaleti?
Dinci gericilik sınıfsal bir saldırıdır
Sermaye savaş ilanını tazeledi
Metal patronlarında ve Türk Metal’de 2017 telaşı
“Kadın işçilere cesaret vermek istiyorum!”
Çorlu SIO Auotomotive’de direniş var!
“Fiili-meşru mücadeleye devam edeceğiz!
15 Temmuz darbe girişimi ve sonrası
Zirve karşıtı hareketin dersleri ve kazanımları
Suriye’yi parçalama çabaları
AP’nin müzakereleri durdurma çağrısı ve “reis”in çırpınışları
Onların vicdanları cüzdanları
Artan gericilik ve Alevi kadınlar
“Yaptığım her şeyin meşruluğunun bilincinde ve arkasındayım”
2. yılında Suruç Katliamı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Onların vicdanları cüzdanları

 

İdlib kentinden Sakarya’ya uzanan bir yaşam yolculuğunun ölüme çıkan kapısındayız. Kapının arkasında yanında 11 aylık, karnında 9 aylık bebeğini taşıyan Emani-El Rahmun duruyor. Emani-El Rahmun, eşiyle aynı yerde çalışan iki kişi tarafından evine zorla girilip kaçırıldı. Oğlu boğularak öldürüldü, kendisine tecavüz edildi ve başı taşla ezilerek katledildi.

Bu vahşetin nedeninin, Halid-El Rahmun’la iş arkadaşları arasında kimin ne kadar fazla çalıştığı üzerine yaşanan tartışma ve bunun sonucu Halid-El Rahmun’a yönelik duyulan öfke olduğu ileri sürülüyor.

Toplumda büyük bir tepkiye yol açan bu olayın dikkat çekilmesi gereken bir yönü düzen tarafından istismar edilmesidir. Tepkinin büyümemesi için devlet yetkilileri, basın-yayın organları, dinsel gericiliğin sözcüleri hep birlikte seferber oldu. Ayrımcı politikalar, göçmenlere yönelik düşmanlık, kadın ve çocuklara yönelik şiddete karşı toplumda gelişen duyarlılığın içi din üzerinden boşaltılmaya çalışıldı.

Suriye savaşının mimarlarından olan AKP iktidarının bakanlarından, belediye başkanlarına, valisinden cenaze namazında sahte gözyaşları döken Diyanet İşleri Başkanı’na, insani yardım adı altında Suriye’deki cihatçı çetelere destek sağlayan İHH’den cinsel istismara karşı çözümü mahremiyet eğitimi olarak sunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’na kadar, düzen sözcüleri hep bir ağızdan “Suriyelilerle din kardeşliği bağına” vurgular yaparak katliamın arkasındaki kanlı ellerini gizlemeye çalıştılar.

Diyanetin bir babanın öz kızına şehvet duyacağı açıklamaları orta yerde dururken cenaze namazı kıldıran Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, “bir hilalin altına bir bebeğin nasıl sığdırılamadığı”na hayıflanarak, sahte gözyaşları dökebildi. IŞİD tetikçilerinin finansörü gibi çalışan İHH, ekranların karşısına geçip Halid-El Rahmun’a kendilerinin iş imkanı sağladıklarını, bu aynı özveriyi şimdi de öldürülen eşi ve çocukları için cenaze işlemlerinde sergileyeceklerini söyleyerek; insanların yaşamasında değil, öldürülmesinde maharetli olanların pişkinliği ile övünebildi. Yapılan hemen hemen tüm konuşmalarda vicdana, vicdanın sorgulanması gerekliliğine dikkat çekildi.

Savaşın tetikçilerinden olan AKP, patronları Suriyelilerin iş gücünden sınırsız bir şekilde yararlanmaya çağırırken de, Avrupa ile mülteciler üzerinden yaptığı pazarlıkta 3,5 milyar avroyu cebe indirirken de aynı vicdana dikkat çekiyordu. “Göçmen sorunu bir vicdan meselesidir” diyordu. Emani-El Rahmun’un cenazesini kıldıran Diyanet İşleri Başkanı da keza aynı şekilde “Bize ne oldu ki, biz vicdanımıza ve merhametimize sığınan bebeğin katili olduk?” diye soru soruyordu karşısındaki cemaate, ikiyüzlüce.

Dünyayı çiftlikleri haline getiren sermayedarların hizmetinde olan ve kirli savaştan nemalananların vicdanları kendi cepleridir. O ceplerin dolması için emekçi halklar arasına düşmanlık tohumları ekmekten, insanı insana kırdırmaktan, dinsel-mezhepsel-cinsel ayrımları kullanarak ezilenleri kutuplaştırmaktan geri durmuyorlar. Böylelikle sömürü çarklarını rahatça çalıştırabiliyorlar.

Kendilerini aklamak için, sorunu vicdan meselesi olarak göstermeye çalışanlar bu vahşetin arka planında Suriyeli bir ailenin neden topraklarını terk etmek zorunda kaldıklarını anlatmıyorlar. Ucuz işçiliğe mahkum edilen işçilerin, çalışma ortamlarında kimin ne kadar çok çalıştığı üzerine bir tartışmaya neden girdiği ve bunun sonucu birbirlerine düşmanlık beslediği sorgulanmıyor. Bu kin ve düşmanlığın bir mülk olarak görülen kadın ve çocuklar üzerinden öncelikle ödettirilmeye çalışılması -ki mevcut mülkiyet düzeninin yaydığı zihniyet sonucu- tartışılmıyor.

Binlerce göçmenin yaşadığı benzer olaylar birbirinden bağımsız ele alınıyor. Duyulan ve toplumun tepkisine yol açan olaylar ise devlet tarafından istismar edilip denetim altına alınmaya çalışılıyor ve bunu halklar arasındaki sözde hoş görü çağrıları takip ediyor.

Bu “hoşgörü elçilerinden” biri olan Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’ın “Şu anda Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da Ostim’de birçok ilde eğer Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok, fabrikalarımız durur” sözleri gerçekleri de, nasıl bir vicdana çubuk büktüklerini de, bu vahşetin arka planına dair ayrıntıları da açıkça gösteriyor.

Bu vahşetin asıl sorumlusu insani tüm değerleri yok edip yerine parayı, rekabeti, karı koyan ve bu yaşamı tüm topluma dayatan kapitalist sistemdir.

Dünya sınırsız ve sömürüsüz olana dek kaçak olmaktan, göç etmekten, tecavüzlerden, katliamlardan kurtulamayacağız. Sınırları aşacağız belki ama katliamlardan kurtulamayacağız. Bu nedenle; dünyamızı bir avuç parababasının egemenliğinden kurtarıp insanlığın gerçek cenneti yapana dek, kârı değil insanı merkeze alan bir düzen kurana dek mücadelemiz sürecek!

 

 

 

 

Suriyeli emekçiler bizim düşmanımız mı?

 

Son zamanlarda ülkemizdeki Suriyeli göçmenler üzerindeki baskı ve şiddet artmış durumda. Buna en büyük etken ırkçı ve şoven politikaların kitleler üzerindeki olumsuz etkileridir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik-siyasi krizin faturasını ezilen ve sömürülen emekçi halklar ödesin istiyorlar. Böylece yabancı düşmanlığı, var olan zemin üzerinden arttırılıyor. Bundan beş altı yıl önce Suriye gayet sakin kendine yetebilen bir ülke idi. Sonra birden olanlar oldu ve ülke hızlı bir şekilde iç savaşa sürüklendi. Bugün birçok kesim Suriyelilerden yakınıyor ve kitleler halinde saldırıyor. Suriyeli iş adamları geldiler işlerini kurdular. Villalarını aldılar modern evlere yerleştiler. Oysa Suriyeli işçi ve emekçiler Türkiye’de de perişan haldeler. Düşük ücretle çalıştırılan onlar, çaresizlik içinde suça itilen onlardır. Gün geçmiyor ki onlara dönük bir saldırı olmasın. Sakarya’da hamile bir kadın uğradığı saldırıda tecavüz edilip çocuğuyla beraber öldürülüyor. İnsanın kanını donduran bir olaydır.

Birçok kesim Suriyeli sığınmacılar geldiği için gelirlerinin düştüğünü düşünüyor. Önceden ülkede dar gelirlinin durumu daha mı iyiydi de kötü oldu? Nedense daha iyi koşullar için birlikte mücadele etmek akıllara gelmez. Mücadele aynı zamanda işin zor tarafıdır da. Bu insanlar neden yabancı ülkelerde çalışan Türkleri ve yabancı düşmanlığını görmüyorlar. Bu çifte standart değil midir? Demek ki dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bütün ezilen halklar ve işçiler kardeştir, ortak çıkarları vardır. Bugün bana, yarın sana.

Bugün ülkedeki ekonomik-siyasi bunalımı manipüle edip Suriye’yi ve de Suriyelileri hedef gösteren siyasi iktidar, kitleleri emperyalistlerin savaş arabasına koşuyor. Yarın, hiç belli olmaz, bir anda uşaklar da boyunun ölçüsünü alabilirler. Dünyada buna örnek bu günlerde Katar’dır.

Aslında Suriye’den gelen ve Türkiye’deki işçi ve emekçilerin ortak düşmanı sermaye düzenidir. Bizim hak ve özgürlükleri elde etmemizin yolu sermaye sınıfına karşı birleşmekten geçiyor. Nasıl ki dünyadaki G8’ler ve G20’ler birleşiyor, o zaman ülke sınırı kalmıyor, askeri ve ekonomik alanda ortak hareket ediyorsa; işçi ve emekçiler güçlerini emperyalistler ve işbirlikçilerine karşı birleştirmelidir. Kapitalistler sürekli olarak “dış düşman” diyerek komşu ülkelerin halklarını hedef gösterirler; oysa onlar kendi halkının ve işçi sınıfının da düşmanıdır. Aralarında gerçekleştirdikleri zirvelerde kendi iç sorunlarını gözden kaçırıp emperyalist savaşı körüklerler.

Bize düşen görev ise her zaman bu savaşa katılmak yerine sermaye iktidarına karşı mücadele etmektir. Bu durum her zaman işçi sınıfı ve halkların yararınadır. İşçi sınıfı kendi sınıf çıkarlarına göre davranmalıdır.

Ümraniye’den bir emekçi

 
§