8 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/34

Emek düşmanı saldırılara karşı sınıf mücadelesine!
Düzen siyasetinde denge arayışı
12 Eylül ve burjuva düzenin ikiyüzlülüğü
Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı üzerine
Hacıbektaş anma programının ertelenmesi ve devrimci sorumluluk!
Nuriye ve Semih serbest bırakılsın!
Kamu hareketinde yaşanan gelişmeler üzerine… - 3
Bu dönem metal işçisi tarih yazacak!
“Yürüyor açlık ordusu…”
Ekim Devrimi ve Bolşevik kadrolar
Kadın metal işçileri MESS’ten ve sermaye sınıfından haklarını almalıdır!
Sorunu derinleştiren değil, çözen taleplerimizi yükseltelim!
Kadın işçiler hak gasplarına karşı direnişi seçmelidir!
ABD saldırganlığı ve küresel egemenlik krizi
Bölgede ve Suriye’de yeni dönem
Arakan’da neler oluyor, niçin oluyor?
Yoksulluğun üzerine kurulu zengin dünya
Mao Zedong’u ölümünün 41. yılında saygıyla anıyoruz…
Kazım (Mete) Hoca’yı yitirdik
İşçi ve emekçilerin Yılmaz Güney’i ve sineması
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı üzerine

 

30 Ağustos Zafer Bayramı vesilesiyle Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen resepsiyonda Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın, Erdoğan’ı önünde eğilerek selamlaması farklı kesimler tarafından tepkiyle karşılandı ve “yargının bağımsızlığı” tartışmalarını tekrar gündeme getirdi. Bunun üzerine yine Erdoğan’ın karşısındayken düğmesiz cübbesini iliklemeye çalışan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör “Ben Danıştay Başkanı olarak sizi temin ederim ki yargı şimdiye kadar hiç bu kadar tarafsız ve bağımsız olmamıştı” açıklamasında bulundu.

Özellikle son 1 yıldır mevcut düzen hukukunu dahi hiçe sayan ve keyfiliği ayyuka çıkan uygulamalardan dolayı “hukukun üstünlüğü”, “yargının bağımsızlığı” tartışmaları ve adalet talebi kamuoyunu ağırlıkla meşgul ediyor. İlerici-demokrat güçlerin ve geniş halk kesimlerinin temel istemi olan adalet talebi üzerine düzen muhalefeti dahi sokağa çıkmak zorunda hissediyor.

Sınıflar üstü bir hukuk olabilir mi?

Hukuk devleti kavramı ilk olarak burjuva ideologlarca ortaya atılmış bir kavramdır. Liberal filozoflarca, kaostan düzene geçmek isteyen insan soyu toplumsal bir sözleşme oluşturarak, toplumun uyması gereken bir kurallar bütünü oluşturur. Böylece gücünü tanrıdan değil, insanların aklın doğrultusunda hareket ederek oluşturduğu kurallardan alan bir devlet anlayışı ortaya çıkar. Bu eski liberal masal sorunun özünü karartmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Feodal devlet kabuğuna sığmayan kapitalist üretim ilişkileri toplumun farklı bir biçimde örgütlenmesini gerektiriyordu. Bu da feodal despotizmle burjuvaları karşı karşıya getiriyordu. Daha fazla kazanmak için özgür iş gücüne ve serbest ticaret anlaşmalarına ihtiyaç duyan kapitalistler, feodal boyunduruk altında ezilen emekçi kitleleri kendilerine yedekleyerek “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” bayrağıyla krallıklara karşı yürüyordu. Gücünü kiliseden alan krallıklara karşı, aklın ve bilimin ışığıyla başlayan bu yürüyüş tabii ki kendisi de sömürücü bir sınıf olan burjuvazinin emekçi kitlelerin “radikalizminden” korkarak zaman zaman frenlenmesi ve hatta ters yöne çevirmesi ile sonuçlanıyordu. Burjuvazinin şiarındaki eşitlik onun için yasa önündeki soyut eşitlikten ibaretti; yaşamak için emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan bir işçi ile tüm üretim araçlarına sahip olan burjuvayı aynı sayan bir eşitlik! Keza özgürlük ticaret özgürlüğünden başka bir şey değildi. Kardeşlik ise emekçi kitleleri peşinden sürükleyen bir yalandan ibaretti.

Marx’a göre hukuk çözümlenmesi gereken değil, aşılması gereken bir yabancılaşma konusudur. Nasıl din yabancılaşmanın “kutsal” yönüyse, hukuk da “dünyevi” yanıdır. Egemen sınıfın baskı aracı olan devlet gibi hukuk da sınıflar üstü bir kavram değil; sınıfsal, toplumsal üretim ilişkilerinin yarattığı bir üst yapıdır. “Hukukun üstünlüğü” egemen olanın çıkarlarının üstünlüğüdür. Çünkü hukuk kurallarını egemen olan yazar. Sözde kanun önünde herkes eşittir, ancak hepimizin bildiği gibi bazıları “daha eşittir.” Dolayısıyla sınıf çelişkilerinin yok olduğu bir toplumda devlet nasıl çıkrık ve tunç baltanın yanına fırlatılacaksa, modern hukuk kuralları da Hammurabi Yasaları’nın yanına atılacaktır.

Ancak hukuk toplumsal ilişkilerin bir ürünü olduğu gibi, sadece çıktısı da değildir. Aynı zamanda mevcut güç dengelerini de yansıtır. Sınıf hareketi yükseldiği, işçi sınıfı “kendi için sınıf” olarak hakları için mücadeleye yöneldiği dönemlerde kısmi kazanımlar elde etmiş, fiili-meşru mücadeleyle elde ettiği hakları yasaya yazdırmayı başarmıştır. Buna en güzel örnek Kavel işçilerinin gerçekleştirdiği fiili grevle, grev hakkını tüm işçi sınıfı için yasal bir kazanım olarak yazdırmasıdır. Ancak belirttiğimiz gibi, düzen sınırları içinde kaldığı sürece bu kazanımlar kısmi kalmaya mahkûmdur. Sosyal hareketliliğin geri çekildiği, sınıf mücadelesinin durgun seyrettiği dönemlerde burjuvazi vermek zorunda kaldığı hakları geri almasını bilmiştir.

Bu belirlemeler ışığında “hukukun üstünlüğü” ve “yargı bağımsızlığı” tartışmaları burjuva aldatmacalarından ibarettir. Yasalarını egemenlerin yazdığı, yürütmesinde egemenlerin bulunduğu bir sistemin yargısından da işçi ve emekçilerden yana tavır almasını beklemek ahmaklık olur. Burjuva devlet aygıtında tıpkı demokrasi gibi hukuk üstünlüğü de biçimsel kalmıştır. Bir avuç sömürücü azınlığın toplumun üretici çoğunluğuna hükmettiği toplumsal ilişkiler parçalanmadıkça ne gerçek demokrasi ne de hukukun üstünlüğü sağlanacaktır. Buna yönelik ilk adımın atıldığı Ekim Devrimi’nin ardından ilk alınan kararlardan biri “eski yargı kurumlarının tümüyle lağvedilmesi ve demokratik seçim esasına dayanan mahkemelerin kurulması”ydı. Bir avuç sömürücü asalağın değil de toplumun tamamının çıkarlarını temsil eden bir hukuk anlayışı da kurtuluşu, tüm toplumun kurtuluşu olan işçi sınıfının tarihsel rolünü oynaması ile mümkündür.

 

 

 

 

İlk 6 ayda gerçekleşen hak ihlalleri

 

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 2017’nin ilk 6 ayı içinde yaşanan hak ihlallerini raporlaştırarak kamuoyu ile paylaştı. Raporun ilk bölümünde yer alan yargısız infazlar OHAL saldırganlığını gözler önüne seriyor:

* 1 kadın, 3 çocuk, 6 erkek olmak üzere 10 kişi yargısız infazlarda katledildi. 11 kişi de yaralandı.

Hapishanelerde 3 kişi öldü.

* 1 kişi gözaltında kaybedildi 1 kişinin de cenazesi kaybedildi.

* 5 çocuk, 55 kadın olmak üzere toplam 351 kişi toplumsal alanlarda öldü.

* 2’si polis merkezi dışında toplam 9 kişi gözaltında işkence gördüğüne ilişkin başvuruda bulundu.

* 12 kişi kolluk güçleri tarafından kendisine ajanlık dayatmasında bulunulduğu üzerine başvurdu.

* 3’ü engelli olmak üzere 19 kadına tecavüz edildi. 4 çocuk olmak üzere 35 kadın fuhuşa zorlandı.

* 2 çocuk 1 kadın kaçırıldı. 3 çocuk 35 kadın gördüğü şiddetle yaralandı.2 engelli 1 erkek çocuk olmak üzere toplam 24 çocuk istismar edildi.

2017’nin ilk altı ayında 62 kişinin tutuklandığı, 144 kişinin ise gözaltına alındığı belirtildi. 17 HDP’li hakkında yakalama kararı çıkarıldığı da rapora yansırken sosyal medya paylaşımları nedeniyle 12 kişinin tutuklandığı, 8 kişinin ise gözaltına alındığı belirtildi.

Ev baskınlarında 9 tutuklama ve 120 gözaltı yaşandığı, toplumsal alanlarda 41 kişinin tutuklandığı, 42 kişinin ise gözaltına alındığı belirtildi. Toplantı ve gösteriler sırasında 2 kişinin tutuklandığı, 254 kişinin ise gözaltına alındığı kaydedildi.

Basın, yayın alanında ise “3 tutuklama, 17 gözaltı ve 1 kişiye 10 ay ceza” verildiği belirtildi.

OHAL sürecinde hapishanelerde hak ihlalleri işkence düzeyine ulaştı. Raporun toplam rakamsal özeti şöyle: Hapishanelerde sağlık hakkı ihlali 24; işkence 82; sürgün 57; disiplin “cezaları” 38; saldırılara karşı yapılan eylemler 95;  hukuki yardım talebinde bulunan da 9 kişi.

Raporda, referandum sürecinde ‘Hayır’ çalışması yürüten çok sayıda kişinin fiziki saldırı ve tehditlerle karşılaştığı belirtildi.

Raporun son bölümünde ise “659 işçi işten çıkarıldı, 1 öğretmen sosyal paylaşımları nedeniyle görevinden ihraç edildi” denildi.

 
§