8 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/34

Emek düşmanı saldırılara karşı sınıf mücadelesine!
Düzen siyasetinde denge arayışı
12 Eylül ve burjuva düzenin ikiyüzlülüğü
Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı üzerine
Hacıbektaş anma programının ertelenmesi ve devrimci sorumluluk!
Nuriye ve Semih serbest bırakılsın!
Kamu hareketinde yaşanan gelişmeler üzerine… - 3
Bu dönem metal işçisi tarih yazacak!
“Yürüyor açlık ordusu…”
Ekim Devrimi ve Bolşevik kadrolar
Kadın metal işçileri MESS’ten ve sermaye sınıfından haklarını almalıdır!
Sorunu derinleştiren değil, çözen taleplerimizi yükseltelim!
Kadın işçiler hak gasplarına karşı direnişi seçmelidir!
ABD saldırganlığı ve küresel egemenlik krizi
Bölgede ve Suriye’de yeni dönem
Arakan’da neler oluyor, niçin oluyor?
Yoksulluğun üzerine kurulu zengin dünya
Mao Zedong’u ölümünün 41. yılında saygıyla anıyoruz…
Kazım (Mete) Hoca’yı yitirdik
İşçi ve emekçilerin Yılmaz Güney’i ve sineması
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçi ve emekçilerin Yılmaz Güney’i ve sineması


Ve ahmak penguenler, kayaların çatlaklarına sığınmış.
Yalnız fırtına kuşudur okyanusun üstünde, köpük köpük taşan sulara aldırmaksızın, gururla dolaşan.”

Maksim Gorki’nin “Fırtına Kuşunun Türküsü” isimli kısa bir eseri vardır. Bu eser cesaret ve zorluklar karşısındaki iradeyi işler. Ölümünün üzerinden 33 yıl geçen devrimci sinemacı Yılmaz Güney’i aklımıza getirir bu küçük metin. Çünkü Güney de yaşamı boyunca onca zorluk çekmiş, fakat devrimci duruşundan taviz vermeden mücadelesini sürdürmüş bir sanatçı olarak tarihimizin sayfalarında yerini alnının akı ile almıştır.

Adana’da yoksul bir ailede dünyaya gelen Güney, hayatın tüm zorluklarını yaşadı. Küçük yaşta çobanlıktan simitçiliğe ve pamuk işçiliğine kadar birçok işte çalışan Güney, düzen tarafından ezilmenin ne demek olduğunu küçük yaşta öğrenmeye başladı. Bu durum onun gelecekte sürdüreceği devrimci kültür sanat mücadelesinin harcını oluşturacaktı.

Lise yıllarında Doruk isimli bir sanat dergisi hazırlayan Güney böylece sanat yaşamında ilk adımlarını atmaya başlamıştı. Yine aynı yıllarda bisikleti ile sinemadan sinemaya film bobinleri taşımaya başladı. Bu, onun sinema ile ilgili yaptığı ilk işti. Sanata olan merakı onu ilk önce hikâyeler yazmaya itmişti. 1955’te yazdığı “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” başlıklı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesi ile hakkında dava açıldı. 57’de Atıf Yılmaz ile tanışması sonucu sinema alanıyla daha ileriden ilgilenme imkânı buldu. Ardından sürekli şekilde tutuklanmalar… Bu süreçten sonra Güney yaşamını şöyle özetliyor:

Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım... Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık... Öğretmenlerimden biri zor’dur...”

72’de hapishaneye girince Güney isimli dergiyi çıkarmaya başladı ve bu dergide sinema ve sanata dair düşüncelerini aktardı, geliştirdi. Güney’in sineması günden güne politikleşmeye başlarken bir yönüyle de toplumcu yönü ağırlık kazanmaya başladı. Önceleri tekil kabadayı hikâyelerine yönelirken artık yavaş yavaş Arkadaş, Endişe vb. filmleri ile daha toplumsal içerikli filmler çekmeye başladı. Sınıfsal olarak aileden ve küçüklükten gelen emekçi kimlik ve devletin baskıları ile karşı karşıya kalması Güney’in sanat anlayışının devrimci niteliğinin maddi arka planını oluşturdu. Yani yaşamı kitaplardan okuyarak değil, birebir yaşayarak ve tersinden sinemalaştırarak, kitaplaştırarak toplumcu sinema oluşturma yönünde adımlar attı. Kısacası Güney’in devrimci sanatçılığı onun birebir yaşamından gelir.

Birçok sanatçı üzerinden yaşandığı gibi Güney de iktidarların hedefi haline gelmiştir. Komünist şair Nazım Hikmet Türkiye Cumhuriyeti tarafından vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Aynı akıbet Yılmaz Güney’in kapısını 1983’te çaldı. Ne var ki toplumsal sahiplenme sayesinde ölümünden dokuz yıl sonra tekrar vatandaşlığa alındı.

Sermaye iktidarı böyle yaparak devrimci sanatçılara “sahip çıktığını” gösterme gayretine girse de aslında tarihin her döneminde sanatçılar üzerinde baskı uygulandığı, bilinen bir gerçek. Pir Sultanlardan günümüze kadar sömürücü iktidarlara başkaldıran sanatçılar, halk ozanları, yazar ve aydınlar her daim iktidarın zulmü ile karşılaştı. Günümüz saray soytarısı da sarayında sözde sanatçılarla buluşarak sanat sevici bir görüntü çizmeye çalışıyor. Oysa ki bu iktidar da dahil tüm sömürücü iktidarlar devrimci sanatçılar üzerinde baskının her türlüsünü uyguladı.

Yılmaz Güney bu baskılardan nasibini fazlasıyla aldı. Fakat baskılar karşısında kameralarını emekçilerin ve ezilenlerin yönüne çevirmekten, onların sorunlarını çeşitli yönleri ile işlemekten hiçbir zaman geri durmadı.

Devrimci sanatçı Yılmaz Güney yaşamıyla, mücadelesiyle ve sanatıyla emekçilerin ve devrimcilerin değeridir. Güney işçi ve emekçilerin mücadelelerinde yaşayacak. İşçi direnişlerinin sinema gösterimlerinde, emekçi mahallelerinde yozlaşmaya karşı, hapishanelerde katliamlara karşı verilen mücadelelerde yaşatılacak. Devrimci sanatçıyı ölümünün 33. yılında saygı ve sevgi ile anıyoruz.

F. Deniz

 
§