16 Mart 2018
Sayı: KB 2018/11

Savaşa ve işgale karşı işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
Kadına ve çocuğa yönelik istismara karşı mücadele
Dünden bugüne tek tip kıyafet
Sermaye devletinin “çılgın” yıkım projeleri
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi mutlaka engellenmeli!
Berkin Elvan katledilişinin 4. yıl dönümünde anıldı
MİB MYK Mart Ayı Toplantısı Sonuçları
Metalde kıyımlar başladı!
Sağlık çalışanları tükeniyor, intihar ediyor, şiddete uğruyor
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu - I - H. Fırat
Alman ve Türk sermaye devletleri arasındaki kirli pazarlıklar üzerine
Almanya’da büyüyen yoksulluk ve yabancı düşmanlığı
İnsan ve kadın olmanın ağır yükünü omuzlayan Olga Lyubatoviç
Karanlığa inat, 8 Mart’a kadınların öfke ve tepkisi damgasını vurdu!
Kızıl fularlı kadınlar yürüyor
Sermayenin gözünden mesleki eğitim
İstanbul direnişi yol ayrımında…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Alman ve Türk sermaye devletleri arasındaki kirli pazarlıklar üzerine

 

Almanya-Türkiye ilişkilerinde, özellikle 2016 yılında yapılan referandum sırasında büyük kırılmalar yaşanmış, iki devlet arasındaki gerilim tepe noktasına varmıştı. Ciddi ciddi iki devlet arasındaki iplerin kopacağı bile ileri sürülüyordu. Gerçekte bu geçici bir durumdu. Zira her şeyden önce, Almanya ile Türkiye arasında köklü tarihsel ilişkiler, yanı sıra da özellikle iktisadi ve ticari alanda çok güçlü bağlar var. Nitekim, karşılıklı olarak yapılan ağır suçlamalar sırasında bile bu iki kirli devlet kirli ilişkilerine ve tümüyle kirli çıkarlar temelinde yapılan pazarlıklarına devam etti. İlişkileri normalleştirmek için sadece ve sadece uygun zaman ve vesileler beklendi.

Araya önce eski Alman Başbakanı Gerard Schröder gibi hatırlı kişiler girdi. Ardından Alman Dışişleri Bakanı Gabriel Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu evinde ağırladı. Böylece soğuk savaş sona erdirildi. Karşılıklı suçlamalarla süren atışmalar bir yana bırakıldı. Bu kez de iki devlet arasındaki “ilişkileri normalleştirmek”ten söz edilmeye başlandı.

Nihayetinde söz konusu olan dünyanın iki kirli ve karanlık devletidir. Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in jet hızıyla serbest bırakılması olayı da dahil tüm görüşmelerin arka planında çok kirli pazarlıkların yapıldığına kuşku yoktur. Her görüşmenin ardından ortalığa pis kokuların yayılması boşuna değildi ve bunların ne olduğunun anlaşılması için fazla zaman geçmesine gerek kalmadı. Türk sermaye devletinin kardeş Kürt halkının bugüne kadarki tüm kazanımlarını tasfiye etmek amaçlı, tümüyle haksız, gerici; her şey bir yana, emperyalist haydutların dillerinden düşmeyen “uluslararası hukuk” açısından bile hiçbir meşruiyeti bulunmayan ve düpedüz bir işgal harekatı olan “Zeytin Dalı” harekatı, Türkiye ile Alman devleti arasındaki bu kirli pazarlıkları tüm kapsamı ile açığa çıkardı. Adına büyük bir utanmazlıkla “Zeytin Dalı” denilen Efrîn’i işgal saldırısının, ABD’nin yanı sıra aynı zamanda Alman devletine de uzatılmış bir “zeytin dalı” olduğu anlaşıldı.

Almanya Kürt halkına ve Efrîn’e dönük savaşın suç ortağıdır

Alman devletinin yıllardır sermaye devletinin Kürt halkına büyük acılar ve yıkımlar yaşatan kirli savaşı desteklediği bilinmektedir. Almanya dünyada en çok silah üreten ve satan bir devlettir. En fazla silah sattığı ülkelerden biri de Türkiye’dir. Türk sermaye devletinin dün Kuzey Kürdistan’da, bugün Efrîn’e dönük işgal harekatı sırasında kullandığı silahların başında ise Alman Leopard tankları gelmektedir. Sermaye devletinin Rusya’nın izni ve ABD ile AB (ve dolayısıyla Almanya’nın) onayı ile gerçekleştirmekte olduğu, gelinen yerde sivil katliamlar biçiminde sürdürdüğü işgal saldırısı bu gerçeği bir kez daha açığa çıkarmış bulunuyor. Yine bu vesileyle anlaşılmıştır ki Almanya sadece 2006 ve 2011 yılları arasında 354 adet modern donanımlı panzer satmıştır. Şu sıralarda Türkiye’nin elinde 700 adet Leopard 1 ve Leopard 2 tankı bulunmaktadır.

Bu arada Almanya, iki devletin yaptığı kirli pazarlıkta bir de yeni ihale sözü almıştır. Buna göre Rheinmetall firması söz konusu Leopard tanklarına, mayın ve diğer etkili patlayıcılara dayanıklı yeni paletler takacaktır. Buna, esası Almanya’da yapılan, bir başka tank ihalesini de eklemek gerekir. Belirtmek gerekir ki tüm bu silahların namluları kardeş Kürt halkına dönüktür.

Gerçek şu ki Alman tekelci devletinin, son dönemlerde Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’le yaptığı kirli pazarlıkların en önemli kalemini silah satışları, somut olarak da Leopard tankları için yapılan pazarlık oluşturmuştur. Bu kirli ve bir o denli de kanlı pazarlığın karşılığı ise Türk sermaye devletinin Efrîn’i işgal savaşını Alman emperyalizminin desteklemesidir. Dolayısıyla, ABD ve Rusya gibi, Almanya da tartışmasız olarak bu kirli ve kanlı savaşın suç ortağıdır.

Alman devleti Kürt halkına düşmanlıkta sınır tanımıyor

İki devlet arasındaki kirli pazarlıkların sonuçlarından biri de Efrîn’i işgal saldırısına karşı yapılan protesto eylemlerini kriminalize etmek amaçlı polis provokasyonlarındaki artış oldu. PKK’ye ait bayrak, sembol ve A.Öcalan posterlerinin taşınması bahanesi ile Efrîn gündemli toplantı ve Efrîn’i işgal saldırısını protesto gösterileri önce fiilen yapılamaz hale getirilmeye çalışıldı, şimdi ise resmen yasaklandı. Gelinen yerde daha önce yasaklar listesine sokulmayan ve nispeten tolerans gösterilen YNK ve YPG/YPJ bayrak ve flamaları da PKK ile ilişkilendirilerek bu yasaklar zincirine eklenmektedir.

Alman devleti ve polisi, Kürt halkına düşmanlığının açık ifadesi olan bu yasaklara, geçtiğimiz günlerde, Hitler faşizminin 10 Mayıs 1933’te gerçekleştirdiği kitap yakma operasyonunu hatırlatan, Mezopotamya Yayınevi ve Mir Multimedya Müzik Stüdyosu baskınını eklemiş bulunuyor. Gestapo ruhlu Alman polisi, savaşa gider gibi bu kurumları basmış, baskın sırasında tam bir haydutluk örneği sergilemiş ve tırlar dolusu materyali alıp gitmiştir. Dikkate değer olan şudur ki bu baskın Nazilerin 1933 yılındaki kitap yakma saldırısının 85. yılında yapılmıştır ve oldukça manidardır.

Alman polis devleti bu saldırısı ile Kürt halkına düşmanlıkta sınır tanımadığını ve çıkarları gerektirdiğinde bundan da acımasız olacağını göstermiştir. Alman İçişleri Bakanlığı’nın 2 Mart 2017 tarihli kanun hükmünde kararname nitelikli 6 sayfalık genelgesi bunun en somut kanıtını oluşturmaktadır. Adı geçen bu genelge, Almanya’nın 16 eyaletinde uygulanmak istenmektedir ve dışişleri ve adalet bakanlıkları, Anayasayı Koruma Teşkilatı, Federal Emniyet Müdürlüğü ve tüm yerel polis teşkilatlarına gönderilmiştir.

İçişleri bakanlığının kanun hükmündeki bu genelgesi, 1993 yılında yürürlüğe sokulan “PKK yasağı”nın bundan böyle daha katı biçimde uygulanmasını, “PKK ile bağlantılı olduğu” iddiası ileri sürülerek, hemen tüm Kürt kurumlarının da bu yasağa dahil edilmesini, Kürtlere ait sembol, çizim, görüntü, ses kaydı ne varsa tümünün yasaklanmasını, A. Öcalan posterlerinin taşınmasına izin verilmemesini ve yeni olarak da PYD’nin PKK’nin uzantısı olduğu iddia edilerek, PYD, YPG ve YPJ’nin de yasaklara dahil edilmesini içeriyor.

Söz konusu bu genelge şimdiden hükmünü göstermeye, bu çerçevede, Kürt kitlesini kriminalize etmek amaçlı polis provokasyonları her yerde artış göstermeye başlamıştır. Yeni olan ise Alman polisinin daha önce sahneye çıkmakta tereddüt eden Türk faşistlerini, elbette ki kendisi ile işbirliği halinde sahneye sürmesi, Türk sermaye devletini ve başındaki Erdoğan diktatörünü protesto eylemlerini kriminalize etmek üzere harekete geçirmesidir. Kısacası, Alman polisi şimdi de bu faşist güruh aracılığıyla provokasyon peşindedir. Başarabilir de protestocuları kurduğu tuzağa düşürürse eğer, yeni yasakların yolunu da düzleyecektir.

Sonuç yerine kısa birkaç söz

Kürt hareketine ve Türkiyeli kimi devrimci yapılara dair yasaklama ve engeller 90’lı ilk yıllardan bugüne süregeldi. Tüm bunların yegane hedefi devrimci-politik faaliyeti engellemek, tutuklama ve cezai yaptırımlarla ilerici, devrimci ve yurtsever örgütleri çalışamaz hale getirmek, başarabilirse eğer tasfiye etmekti. Günümüzdeki hedefi de budur.

Hiç kuşkusuz yasaklar burada durmayacaktır. Polis ve Türk faşistlerinin ortak yapımı provokasyonlarına karşı uyanıklığı arttırmak, yerli ilerici ve devrimci güçlerle yakınlaşmayı esas almak, en önemlisi de yerli ve göçmen tüm uluslardan işçi ve emekçilerle safları sıklaştırmak, daha anlaşılır bir ifade ile devrimci kader birliği çizgisinde birleşik mücadeleyi büyütmek günün en acil ve yakıcı görevi ve sorumluluğudur. Bu görev ve sorumluluk boylu boyunca yerlisi ve göçmeni ile sınıf devrimcisi komünistlerin omuzlarındadır.


 
§