11 Mayıs 2018
Sayı: KB 2018/19

Emekçiler sadece mücadeleyle kazanabilir!
Ara sıra devrimden söz etmek!..
AKP’nin seçim politikası rüşvet
Toplumda mücadele mayalanıyor!
PAGEV raporunu yayınladı: Petrokimya patronları büyüyor!
Sayın Mammadov, sahip olduklarınız bizden çaldıklarınızdır!
“Sorumlular patronlar ve patronları koruyanlar!”
Direnişçi kamu emekçileri: “OHAL’e yeter, TAMAM”
Kayseri 1 Mayıs’ı üzerine…
İşçiler, emekçiler ve öğrenciler ne diyor?
24 Haziran seçimleri üzerine… Düzene karşı DEVRİM!
Kore Yarımadası’nda “yeni bir tarih”
Lübnan halkı direnişi tercih etti!
Ermeni emekçileri Sarkisyan’a geçit vermedi
Bir acıdan bin acıya göç
Kapitalizmde anne olmak
Gebze İşçilerin Birliği Derneği’nden engelleme açıklaması
İŞKUR, işsizlik fonunun yağmasını pazarlıyor
DGB ve DLB üç fidanı mezarları başında andı
Bazen Şerif oldun, bazen Mahzuni
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçimler, vaatler, gerçekler…

Emekçiler sadece mücadeleyle kazanabilir!

 

24 Haziran’da yapılacak seçimler gündemi işgal etmeye başladı. Partiler cumhurbaşkanı adaylarını ilan ettiler. Kurulan “milletvekili pazarı”nın kapısında uzun kuyruklar oluştu. Seçimlere çok sayıda parti katılacak olsa da özünde iki blok şekillenmiş görünüyor. Bir tarafta faşist tek adam diktasını kalıcı hale getirmek için çırpınan AKP-MHP-BBP koalisyonu. Diğer yanda bu dinci-faşist cepheye karşı oluşturulan CHP-İYİ Parti-SP-DP koalisyonu. Kürtlerin faşistlere oy vermeyeceğini söylemesine rağmen, HDP dörtlü koalisyona (“Millet İttifakı”) alınmadı. Buna rağmen cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Kürt halkının oylarına muhtaç olan dörtlü blok HDP ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışıyor.

AKP-MHP cephesi, ne pahasına olursa olsun saray çetesinin iktidarını kalıcılaştırmak için adeta çırpınıyor. Buna karşı oluşturulan dörtlü blok ise T. Erdoğan’ın tek adam diktasına son vereceğini, demokratik parlamenter sistemi yeniden hakim kılacağını iddia ediyor.

Vaatler pazarı hareketli

Her seçim için “bu bir milattır” safsatasını kullanan AKP, iktidarda başkaları varmış gibi bol vaatlerde bulunuyor. Halkın aklıyla alay ederek 16 yıldır aynı zırvaları tekrarlıyor. Kendileri saraylarında sefahat sürerken işçileri ve emekçileri sefalete mahkum eden bu din bezirganları, utanmadan yoksullukla mücadele edeceklerini söylüyorlar. Oysa kapitalistlerin kasaları dolup taşarken milyonları işsizliğe, yoksulluğa, sefalete sürükleyen bizzat bu iktidarın vahşi neo-liberal politikalarıdır.

Ülkeyi OHAL KHK’larıyla yöneten T. Erdoğan AKP’si, hak ve özgürlük vaat ediyor. Oysa bu aynı zatlar, seçim bildirgelerini açıklamadan birkaç gün önce, kapitalistler için işçi grevlerini yasaklamakla övünüyorlardı. “Düşük profilli” başbakanları ise, iş cinayetlerine kurban edilen işçileri utanıp sıkılmadan suçlu ilan ediyor. Saray çetesine biat etmeyenleri “terörist, münafık vb.” sayan bu zihniyet demokratik hak ve özgürlüklerin kırıntısına bile tahammül etmiyor. Bunun için medyayı ele geçirmekle kalmıyor, biat etmeyen gazetecileri hapse tıkıyor, sosyal medya hesaplarından yapılan bir satırlık paylaşımlardan dolayı bile insanları tutukluyor. Hal böyleyken de utanıp sıkılmadan demokrasi ve özgürlük vaadinde bulunabiliyor…

Tek adam diktasını yıkma iddiasında bulunan muhalefet partilerinin vaatleri de pek iddialı görünüyor. Demokrasi, eşitlik, istihdam, basın ve düşünce özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, hırsızlık ve yolsuzlukla mücadele, gençler için parlak bir gelecek vb...

Bu konuda biraz ölçüyü kaçıranlar da var. Bu seçimlere “demokratik uzlaşma döneminin başlatılması”, “cumhuriyetin halkçı temelde yeniden kurulması”, “eşit, özgür, barışçıl bir gelecek inşası” gibi anlamlar bile atfedilebiliyor.

Yapılabileceği söylenen şeylere bakıldığında güçlü bir kitle hareketinin, büyük bir toplumsal kalkışmanın egemen sınıfları tavizler vermeye zorladığı bir olaydan söz edildiği sanılabilir. Oysa sözü edilen 24 Haziran seçimleridir. Yani tüm bunların, T. Erdoğan’ın tek adam diktasını yıkma iddiasıyla partilerin oluşturduğu ittifak tarafından yapılabileceği söyleniyor.

Her seçimde aynı seremoniler

Burjuva iktidarın çok partili sisteme geçişinin üzerinden 70 yıla yakın bir süre geçti. Bu yıllarda onlarca kez seçim yapıldı. İstisnasız her seçim sürecinde vaatler havada uçuşmuştur. Vaatlerin çoğu gerçeklikten kopuk, seçimin ertesi günü unutulan cinstendi. Kapitalistler adına hükümet kuran bir partinin emekçilere vaat ettiklerini yerine getirdiğine tanık olunmamıştır. Zaten sermaye siyasetçileri indinde vaatler yerine getirilmek için değil, oy avcılığı içindir. Böyle olunca verilen sözlerin seçimlerin ertesi günü unutulmaları şaşırtıcı da değil.

Onlarca yıldan beri tekrarlanıp duran rezaletleri salt kişilerin yozlaşmış, riyakar olmalarıyla izah etmek yeterli değil. Riyakarlık burjuva siyasetçilerinin alamet-i farikası olmakla birlikte, sorun, kapitalistler adına kurulan hükümetlerin emekçiler lehine iş yapmalarının eşyanın tabiatına aykırı olmasında düğümleniyor. Kimi zaman birtakım kırıntılar verilse bile, kaşıkla verilen kısa sürede kepçeyle geri alınır. Bir sonraki seçim sürecine kadar kapitalist sömürü ve ücretli kölelik çarkı “istikrarlı” bir şekilde dönmeye devam eder.

Tevekkül değil mücadele!

AKP iktidarının icraatlarının bir kabus gibi ülkenin üzerine çöktüğü bir gerçek olsa da, saray çetesinin özünde bir kapitalistler iktidarı olduğu göz ardı edilmemelidir. Nitekim din tacirlerinin iktidarı burjuvaziyle emperyalistlerin desteği olmadan kurulamazdı. Halen de düzenin imajını yerlere düşüren bazı icraatları bir yana bırakılırsa, kapitalist sınıfın genel anlamda tek adam diktasına karşı olduğuna dair hiçbir veri yoktur. Hal böyleyken muhalefet cephesinin estirdiği “iyimserlik” havası emekçileri rehavete düşürmemeli, sorunlar çözülecek umuduyla tevekkül içinde beklenmemeli. Unutulmamalıdır ki burjuvazi hiçbir zaman emekçilere hak bahşetmemiştir, bahşetmeyecek de!

Tek adam diktasına dayalı faşist rejim işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, özetle toplumun ilerici toplumsal dinamiklerinin ortak çabasıyla yıkılabilir, yıkılacak da. Bir kabus gibi ülkenin üzerine çöken dikta rejimin yıkılması emekçilere rahat bir soluk aldırabilir. Ancak bu kadarı ne sömürüyü ne baskıyı ne ayrımcılığı ne işsizliği ne yoksulluğu ne emperyalizme bağımlılığı ortadan kaldırabilir.

Tüm bunların gerçekleşmesi için işçi sınıfıyla emekçilerin sermayeye karşı mücadeleyi de yükseltmeleri şarttır. Zira deneyimlerle sabittir ki, egemen sınıflar ancak devrimci, kitlesel işçi-emekçi hareketinin geliştiği koşullarda taviz vermek zorunda kalıyor. Hakları kazanmak veya korumak için bile “sınıfa karşı sınıf” eksenli militan bir mücadele şart iken, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ortadan kaldırıp insanın insan tarafından sömürüsüne son vermek, emperyalizme bağımlılık zincirlerini kırmak ise ancak sosyalist bir devrimle mümkün olacaktır. İşçilerin, emekçilerin, tüm ezilenlerin bundan başka gerçek bir kurtuluş yolu bulunmamaktadır.


 
§