13 Temmuz 2018
Sayı: KB 2018/27

Sermayenin demir yumruğu iş başında!
O artık bir patron!
15 Temmuz’un karanlık gölgesi
Tren “kazası”nın nedeni ihmal
Türkiye ekonomisi bir kez de daha krizin eşiğinde
Sermayedarları rahatlatan vergi düzeni
Flormar direnişi iki ayı geride bırakırken...
“Flormar direnişinin kazanması işçi sınıfı için önemli”
“Direnişimize devam edeceğiz!”
“OHAL kaldırılsın, KHK’lar iptal edilsin!”
MİB MYK Temmuz 2018 toplantısı sonuç metni
Haziran ayında 149, ilk 6 ayda 907 işçi katledildi
Mata Otomotiv’de neler yaşandı
Mata Otomotiv’de yaşananlar ve sendikal ihanet
Şeker fabrikalarının peşkeşi sonrası işçi kıyımı devrede
Suriye denkleminde PYD’nin ikilemi
“Türkiye NATO için çok önemli”
“Kadınlar mutlaka mücadele etmeli!”
Çocuğa yönelik istismar ve cinayetlere karşı eylemler sürdü
ODTÜ’de mezuniyet töreni: Protesto, saldırı, tutuklama
İşçi kadının gözyaşları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayenin demir yumruğu iş başında!

 

24 Haziran seçimlerinden baskı ve zorbalıkla, hile ve ayak oyunlarıyla istediği sonuçları alan Tayyip Erdoğan yönetimi, faşist tek adam rejiminin yasal dayanaklarını oluşturmak için kolları sıvadı. Dinci-faşist iktidarın ilk işi “yeni” sisteme geçişi şatafatlı bir törenle kutlamak ve Erdoğan tarafından belirlenen (ve kendisine bağlı olan) yeni kabineyi oluşturmak oldu. Önümüzdeki günlerde ise dinci-faşist iktidarın Türkiye toplumunu derinden etkileyecek olan kapsamlı yıkım politikalarına tanıklık edeceğimizi söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu bağlamda sınıf devrimcileri, 2017 Nisan’ında gerçekleştirilen referandum üzerinden Erdoğan yönetimi tarafından kurulmak istenen sistem hakkında şu değerlendirmeyi yapmışlardı:

Dinci faşist hareketin 15 Temmuz’la birlikte kurmaya yöneldiği ve referandumla da taçlandırmak istediği yeni siyasal düzen, işçi sınıfı ve emekçiler için dizginsiz, engelsiz, kuralsız ve keyfi bir yönetim anlamına gelmektedir. Hedeflenen toplumu süreklileşen OHAL koşullarında KHK’larla keyfi ve kuralsız biçimde yönetmek olduğuna göre, bunun ağırlığını ve acısını herkesten çok işçiler ve emekçiler çekeceklerdir. Bu, kuralsız ve keyfi bir sömürü cehennemi demektir. Dinci faşist kliğin tüm kesimleriyle işbirlikçi büyük burjuvaziye en büyük vaadi de budur. Tayyip Erdoğan ‘başkanlık sistemi’ biçimi içinde işçi sınıfı ve emekçiler karşısında sermayenin ‘demir yumruğu’ olmaya soyunmaktadır. ” (Referandum ve Devrimci Sınıf Çizgisi, Şubat 2017)

Aradan geçen zaman dilimi içerisinde işçi ve emekçilere dayatılan kölelik koşulları, günbegün tırmanan baskı ve zorbalık, en basit hak arama eylemine karşı estirilen polis terörü, ilerici-muhalif kesimleri hedef alan gözaltı tutuklama-furyası yukarıdaki değerlendirmeyi pratik olarak doğrulamış bulunuyor. Düne kadar fiilen hüküm süren faşist tek adam rejiminin yasal olarak kurumsallaşmasıyla birlikte saldırıların çok daha pervasızlaşacağı ise açık.

***

TÜSİAD gibi sermaye çevreleri 24 Haziran sonuçlarını her ne kadar ihtiyatlı bir yaklaşıma konu etse de, faşist tek adam rejiminin kendileri açısından önemli avantajlar yaratacağı konusunda hem fikirler. Zira, OHAL döneminde devreye sokulan grev yasakları vb. uygulamalarla bu gerçeği bizzat deneyimlemiş bulunuyorlar. Daha da önemlisi, ekonomik krizin derinleştiği şu günlerde kapsamlı yıkım programının katı bir şekilde uygulanabilmesi açısından da Erdoğan yönetimini bir avantaj olarak görüyorlar. TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in “Yeni bir süreç, deneyim başladı, özel sektörden katılımın daha fazla olduğu bir sistemi izliyoruz. Bunun olumlu neticileri olmasını temenni ediyorum. İçinde bulunduğumuz dönemde daha kuvvetli makro ekonomik istikrarı ortaya koyan programı da uygulamak zorundayız” sözleri, sermayenin faşist tek adam rejiminden beklentilerini özetler nitelikte.

Batı emperyalizminin de benzer bir yaklaşımla hareket ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Erdoğan yönetiminin kendileri açısından yarattığı “çıkıntılıklar” ve yer yer “limitleri aşan” çıkışları emperyalist güçleri rahatsız etse de, faşist tek adam rejiminin uluslarası sermayenin genel ihtiyaçlarına yanıt verme konusunda işlevsel olabileceğinin de farkındalar ve sonuna kadar faydalanmaya bakacaklar. Burada emperyalistleri asıl rahatsız eden konu ise, çoğu zaman Erdoğan yönetiminin kendi ihtiyaçlarını öncelik haline getirmesi ve bu konudaki ölçüsüz çıkışları oluyor. Ötesi, “burunlarını tutarak” da olsa Batılı emperyalistler Erdoğan yönetimi ile kirli ilişkilerini sürdüreceklerdir.

***

Öte yandan, tüm yetkileri elinde toplayan ve toplumu ölçüsüz-kuralsız bir keyfilikle yönetmeye hazırlanan Erdoğan açısından işlerin hiç de kolay olmayacağı da açık. Zira, sermayenin demir yumruğu toplumsal yaşamın her alanında birikmiş sorunlarla yüz yüze.

Türkiye kapitalizmini pençesine alan ekonomik kriz ve bunun derinleştirdiği sosyal sorunlar, dış politika alanında yaşanan sıkışmışlığın yarattığı basınçlar, emperyalist güçlerle yaşanan gerilim alanları önümüzdeki günlerde Erdoğan yönetimini bir dizi açıdan bunaltmaya devam edecektir. Dahası, toplumun önemli bir kesimi (Kürt halkı, Alevi emekçiler, gericiliğin hedefinde olan kadınlar vb.) mevcut koşullardan ve faşist tek adam rejiminin baskıcı uygulamalarından fazlasıyla huzursuz. Buna, krizin ağır yükü altında ezilen işçi ve emekçilerin giderek büyüyecek olan hoşnutsuzluğunu da eklemek gerekiyor.

Erdoğan yönteminin tüm bu sorun alanlarına dönük rasyonel çözümler üretmesi ise yapısal olarak mümkün değil, ki bu durum Türkiye kapitalizmini belirsizliklerle dolu bir sürecin içerisine sürüklüyor. Bu gerçeğe burjuva düzenin sözcüleri dahi açık bir şekilde işaret ediyor. İçerisinden geçilen süreçte emperyalist güçleri ve sermaye çevrelerini rahatsız eden esas konu da bu; siyasi ve iktisadi alanda yaşanan belirsizlikler. Sık sık “istikrar” hatırlatmalarında bulunmalarının ve “demokrasi” söylemini dillerinden düşürmemlerinin gerisinde Türkiye kapitalizminin bu karmaşık gerçeği yer alıyor.

Hal böyle iken, Erdoğan yönetiminin elinde toplumu yönetmek adına tek bir enstruman kalıyor: Faşist baskı ve zorbalık.

***

Tüm bu gelişmeler bir arada işçi sınıfını, emekçileri, devrimci ve ilerci güçleri zor bir dönemin beklediğini gösteriyor. Bir yanda giderek derinleşen ekonomik-sosyal kriz ve onun ağır faturası, diğer tarafta faşist tek adam rejiminin günbegün tırmandırdığı baskı ve zorbalık.

Bu böyle olmakla birlikte, kapitalist sistemin çok yönlü krizlerine bağlı olarak her geçen gün ağırlaşan sosyal sorunların toplumun derinliklerinde büyük bir öfke mayaladığından da kuşku duymamak gerekiyor. Önümüzdeki süreçte bu öfkenin ve mücadele dinamiklerinin ne şekilde açığa çıkacağına dair bir şeyler söylemek mümkün değil. Ancak, olası sosyal hareketlenmelerin hangi yönde ilerleyeceği tamamen devrimci-ilerici güçlerin bu süreçlere hazırlığı ve müdahalesi ile doğrudan bağlantılı olacaktır.

Başta sınıf devrimcileri olmak üzere, tüm devrimci ve ilerici güçler şimdiden karmaşık, çok yönlü ve zorlu bir sürece hazırlık yapmalıdır. Olası sosyal hareketlere müdahale konusunda kat edilecek mesafe, Türkiye toplumunu boğan gerici kuşatmayı parçalamanın da biricik yoludur. Zira, deneyimler gerici-faşist ablukayı dağıtmanın, çok yönlü yıkım saldırılarılarını geri püskürtmenin yolunun sosyal mücadelelerden geçtiğini göstermektedir.