13 Temmuz 2018
Sayı: KB 2018/27

Sermayenin demir yumruğu iş başında!
O artık bir patron!
15 Temmuz’un karanlık gölgesi
Tren “kazası”nın nedeni ihmal
Türkiye ekonomisi bir kez de daha krizin eşiğinde
Sermayedarları rahatlatan vergi düzeni
Flormar direnişi iki ayı geride bırakırken...
“Flormar direnişinin kazanması işçi sınıfı için önemli”
“Direnişimize devam edeceğiz!”
“OHAL kaldırılsın, KHK’lar iptal edilsin!”
MİB MYK Temmuz 2018 toplantısı sonuç metni
Haziran ayında 149, ilk 6 ayda 907 işçi katledildi
Mata Otomotiv’de neler yaşandı
Mata Otomotiv’de yaşananlar ve sendikal ihanet
Şeker fabrikalarının peşkeşi sonrası işçi kıyımı devrede
Suriye denkleminde PYD’nin ikilemi
“Türkiye NATO için çok önemli”
“Kadınlar mutlaka mücadele etmeli!”
Çocuğa yönelik istismar ve cinayetlere karşı eylemler sürdü
ODTÜ’de mezuniyet töreni: Protesto, saldırı, tutuklama
İşçi kadının gözyaşları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçi kadının gözyaşları

 

Yarım saatlik mola süresinin son beş dakikasındaydı. Önce bitmek bilmeyen yemek kuyruğunda beklemiş ardından lokmaları adeta çiğnemeden yutmuştu. Koskoca fabrikadaki tek tuvalete gitmek için dört kat merdiveni koşar adımlarla inmiş, arada merdivende karşılaştığı iş arkadaşlarına da laf atmayı ihmal etmemişti. İki kabini olan tuvaletteki sırayı da bekledikten sonra kabine girer girmez arkasından “hadiiii” diye seslenilmesine sinir oluyordu. Tuvaletten çıkmış oflaya puflaya ellerini yıkamak için lavaboya yönelmiş, sabunluktaki son damla sabunu kullanma şansına erişmiş olduğu için mutlu olmuştu. Koşturmaca sona ermemiş, bir de iki kat yukarı çıkmak için acele etmişti.

İşe gireli çok olmamıştı. İşin yorgunluğundan ziyade bu yarım saatlik koşturmaca onu bitiriyordu. Midesine oturanın kötü yemekler mi yoksa çiğnenmemiş lokmalar mı olduğunu kestiremiyor, amansız bir karın ağrısı çekiyordu.

O gün de artık alıştığı karın ağrısı ile soluk soluğa çalıştığı bölüme geldiğinde arkadaşlarının ağlayan Yasemin ablanın etrafını sardıklarını gördü. Yasemin ablayı tanımıyordu. Yıllık izinden o gün dönmüştü. Sessizliği bozmaya cesaret edemeden bir köşeye ilişti. Havadaki hüzünden kesinlikle ablanın bir yakınını kaybettiği sonucuna vardı. Sanki acı ortakmışçasına ağızları bıçak açmıyordu. Arada duyulan hıçkırıkların dışında ses yoktu. Sadece en yakınındaki, ablayı teselli etmek için sırtını ovalıyordu.

Sessizliği iş başı zili bozdu. Kadınlar yavaşça yerlerinden kalktılar. Sessizce makinelerinin başına döndüler. Yasemin abla da içini çekerek gözyaşlarını sildi ve makinesinin başına gitti. Makinelerin gürültüsü, ustanın emirleri yine her yeri sardı.

Çalıştığı masanın başına dönen Zeynep, aklındaki soruları bir süreliğine unuttu. Günlük sayısını çıkarmak için önündeki işleri bir an önce bitirmesi gerekiyordu. Masada beraber çalıştığı iki kadın arkadaşı da susuyordu. Zaten usta da her an her yerden çıkabilme becerisine sahip şahsına münhasır bir tipti. Fabrikada sürekli işçi alımları oluyor, iki aylık deneme süresi bitmeye yakın işçilerin bir bölümü işten atılıyordu. Zeynep’in de iki ayını doldurmasına az kalmıştı. Göze batmamak için iş başında mümkün mertebe konuşmuyor, işini doğru ve hızlı yapmaya çalışıyordu. Konuşurken ustaya yakalanmak işten atılmak için yeterli bir sebep olabilirdi. İş yorucuydu fakat onu asıl yoran moladaki koşuşturmanın yanında yaşadığı işten atılma stresiydi. Öyle ki yeni işçilerin hepsi diken üzerindeydi. Konuşulan tek konu da buydu. Asparagas haberler de yayılmıyor değildi. Kah montajdan iki işçinin işine son verildiği haberi geliyordu. Bu haberin doğru olmadığı anlaşılana kadar üç işçi daha işten atılmış deniliyordu. Herkes sıranın kendisine geleceği, bir akşam paydos saatinden yarım saat önce ustanın gelerek kendilerine “insan kaynakları seni çağırıyor” diyeceği anı bekliyordu.

Zeynep de bu stresi yaşıyordu. İşe girdiğinden beri bölüm bölüm dolaştırıyorlardı. Son çalıştığı bölüme geleli bir hafta olmuştu. Çalıştığı yerde yeni işçi olarak bir tek ondan sayı alınıyordu. Ortalamanın altına düşmesi onun için pek de iç açıcı bir durum olmayacaktı. Bu yüzden önüne yığılan işleri onar onar toparlıyor, canla başla küçücük kutunun içine tıkmaya çabalıyordu. Bir keresinde kim olduklarını bilmediği ama yönetimden olduğunu tahmin ettiği iki adam yanına gelmiş ve paketlerde sallanan püsküller yüzünden nasıl da zorlandığını görmüşlerdi. İki adam Zeynep’in çalışmasını uzun uzun izlemişler ardından kendi aralarında konuşmuşlardı. Zeynep’in kulak misafiri olduğu konuşmada iki adam püskülleri küçültmek gerektiğinde hemfikirdiler. Zeynep zaten püsküller olmasa işlerin kutuya rahatlıkla gireceğini ve kendisinin kutuyu kapatmak için onca çaba sarf etmeyeceğini hesaplamıştı. Böylece daha az yorulmuş olurdu. Ama onların amacı ile Zeynep’inki bir değildi. Onlar püsküller küçüldüğünde daha hızlı iş çıkacağını söylüyorlardı. İki adam gitmiş Zeynep hırsından kutuyu yamuk yumuk kapatıp kenara atıvermişti.

O gün de püsküllerle uğraşıyor, sayıyı tutturmak için nefes almadan çalışıyordu. Yasemin ablanın gözyaşlarını unutuvermişti. Ta ki sıcaktan bunalıp elini yanı başında duran su şişesine uzatana kadar. Kafasını işten kaldırdığında Yasemin ablanın makinenin başında gözlerini kuruladığını gördü. Daha fazla dayanamadı. Usta da ortalıkta görünmüyordu. Yanında çalışan arkadaşına dönerek ne olduğunu sordu. Yanıt veren ses Yasemin ablanın derdini paylaşmanın verdiği hüzünlü bir sesti ve konuşmayı bıçak gibi kesip atmış, Zeynep’i de acıya ortak etmeye yetmişti.

“Burada bakanı yokmuş. İki buçuk yaşındaki kızını memlekette bırakmak zorunda kalmış!”

Küçükçekmece’den bir sınıf devrimcisi

 

 

 

 

Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere!

 

Seçim biteli birkaç hafta oldu. Ama daha tartışması bitmedi ve tüm sonuçlarıyla tartışılacağa benziyor. Seçim öncesini hatırlayalım; 2,5 milyon “Tamam” twitinden yapılan hesaplamalarla, seçim sonrasındaki tablonun dahi konuşulmaya başlandığını, her şeyin ise 24 Haziran’a bağlandığını, üstelik toplumun tüm katmanlarıyla beraber hemen hemen bütün ilerici, “devrimci” yapıların bu tablonun içerisinde olmak için birbirleriyle yarıştıklarını da unutmayalım. (Direnişçi emekçilerin de buna inandığını atlamayalım).

Peki, gerçekte ne oldu?

“Tamam” açıklamasına kapılanlar dinci-gerici iktidarın 7 Haziran’daki “yenilgi”sinden sonraki tutumlarını, saldırganlığını unutmuştu. Oysa 7 Haziran sürecinden daha farklı ve saldırganlığın arttığı bir süreçteydik. Anketlere, miting alanlarına bakıp umudunu düzenin seçim oyununa bağlayanlar “bu iş bitti” diyorlardı. Fakat yaşananlar tam tersi oldu. Sınıfın ve emekçilerin örgütlü gücünü yaratıp sokakları doldurmadan sandıkta ne çıkarsa çıksın gericiliğin saltanatına son verilemeyeceği bir kere daha görülmüş oldu. Sandığa umudunu bağlayanlar 24 Haziran’ın şokunu üstlerinden kolayca atamayacağa benziyor. 24 Haziran seçimi, sonuçlarından bağımsız olarak, şunu bir kere daha çok iyi gösterdi; faşizm geldi mi, seçimle asla gitmez. Öte yandan tüm bu gelişmeler resmileşen tek adam diktatörlüğünü yıkacak olan yegâne gücün işçi sınıfının devrimci birliği ve eylemi olduğunu bir kere daha bütün çıplaklığıyla gösterdi. İşçi sınıfı bugün dinci-gerici iktidarın etkisinde olsa da bunun hep böyle süremeyeceği açık. Sosyal yıkım saldırılarının, baskı ve zorbalığın arttığı günümüzde işçi sınıfı alttan alta öfke biriktiriyor. Bu öfkeyi doğru kanala akıtmak devrimci, ilerici güçlerin görevidir. Şimdi bu görevi yerine getirmek için daha fazla yüklenme zamanıdır. Aksi halde gericilik biriken bu öfkeyi de kendi potasında eritmenin yollarını bulacaktır. Hal böyle olunca bu gerçeğe gözlerini kapayanlar, kitle direnişlerine artık nostalji gözüyle bakanlar, büyük bir moral çöküntü ve umutsuzluktan kurtulamazlar.

Seçimlerin çare olmadığını, tek gerçek çözümün işçi-emekçi mücadelesini büyütmekten geçtiğini söyleyen sınıf devrimcileri, haklı çıkmanın ötesinde bu koyu karanlık tabloyu değiştirecek olan sınıfı örgütleme çabalarına devam etmektedir. Evet, işimiz zor, düne göre oldukça zor. Ama gerçekçi olup mücadeleye devam edeceğiz. İşçi sınıfını, emekçileri örgütlemekten ve gerçek kurtuluş için mücadeleye çekmekten başka bir yol ve gerçek bir çözüm yok!

Çünkü her şeyi değiştirecek olan ellerimizdir. Bu eller gücünü sandıktan değil, şalterden alır…

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz!

M. Güzel