26 Temmuz 2019
Sayı: KB 2019/28

Çözüm biçimsel değişimlerde değil, sömürü çarkının parçalanmasındadır!
TÜSİAD: Kıble batı emperyalizmi
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!
Doğal olmayan sel, heyelan ve yangınlar
Maltepe Belediyesi’nde yaşananlar ve CHP’nin işçi düşmanlığı
Kamu TİS’lerinin sonucunu işçilerin tutumu belirleyecektir!
Sermaye ve hükümet çıtayı belirlemiş: Sefalet ücreti, 3 yıllık sözleşme, hak gaspları
Fabrikalardan TİS görüşleri...
DEV TEKSTİL 3. Genel Kurulu ve DİSK/Tekstil pratiği
Sınıfın öncüleriyle birleşmek - A. Murat
Sudan’da direniş ve kararsız denge ikilemi
LSG’de fiili ve meşru direniş büyüyor, destek verelim!
Kadınlar Clara Zetkin’e ne borçludur? / 3
The Economist’ten kadınlara dair inciler
Bir yurt deneyimi
DEV TEKSTİL 3. Olağan Genel Kurulu gerçekleştirildi
KESK TİS taleplerini açıkladı: Yüzde 38 zam!
Emperyalizme ve sömürüye karşı olmayan her savaşın faturası işçilere ve emekçilere kesilir!
“Özne”nin değişim için direngenliği ve 1996 SAG-ÖO direnişi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

The Economist’ten kadınlara dair inciler

Ç. İnci

 

Geçtiğimiz günlerde The Economist’te yayımlanan bir makalede, Doğu Avrupa’da bilim kadınlarının tüm bilim insanlarının yüzde 49’unu oluşturması eleştirildi. Doğu Avrupa’da ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde kadın bilimcilerin sayıca çokluğu makalede, “komünist rejimler kadınları zorla bilimsel kariyerler yapmaya zorladı ve onlara seçim hakkı vermedi” ifadeleri ile işlendi.

The Economist burjuva zihniyetin veciz bir örneği olarak, kapitalizmin kadına bakışını özetlemektedir. Zira bu zihniyet, kadınların bilimsel alanda erkeklerle eşit konumunu ancak “zorlama” ile elde edeceğini ifade etmekte ve kadınların seçim hakkı olsa bilimsel çalışma yapmak istemeyeceği ön kabulünü ileri sürerek, esasta kadınları aşağılamaktadır. Bu zihniyete göre bilimsel faaliyet “erkek işidir”, kadınların asli görevi ev içi işlerdir ve kadınlar toplamsal yaşamda edilgen rollerle yetinmelidir.

Amacının sosyalizme saldırmak olduğu belli olan makale istemeyerek de olsa bir başka gerçeğe işaret etmektedir. Sosyalizm, kadınların toplumsal yaşamın her alanına eşitçe katılabilmesinin ön koşullarını yaratan bir toplumsal düzendir ve tüm eksikliklerine rağmen yaşanmış deneyimler göstermektedir ki bu ülkelerde kadınlar, burjuva ülkelere kıyasla toplumsal konumlarında muazzam ileri düzeyler yakalamışlardır.

Bahsi geçen makalede verilen örnekler halen bu etkinin sürdüğünü göstermektedir. Eski Sovyet ülkelerinden Litvanya’da kadın mühendis ve bilim insanlarının oranının yüzde 57, Bulgaristan’da ise yüzde 52 olduğu belirtilmektedir. Kadın araştırmacı oranının yarı yarıya yakın olduğu diğer eski sosyalist ülkelerden Arnavutluk, Romanya, Bosna Hersek ve Letonya’da da durum budur. Ayrıca The Economist, CERN’deki (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) çalışanların çoğunluğunun Sovyetler’de fizik alanında yetişmiş bilim insanlarından oluştuğu gerçeğine de üzülebilir.

The Economist şahsında burjuvazinin hala hazmedemediği gerçek şudur: Sovyetler Birliği ülkelerinde kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi çerçevesinde ekilen tohumlar bugün bile etkilerini göstermektedir. Görülmektedir ki, sosyalizmin kadın hak ve özgürlükleri açısından yükselttiği çıta çok ileridedir ve elde edilmiş kazanımların çoğu bugün halen “en ileri” kapitalist ülkelerde yoktur.

Kadınların özgürlüğü sosyalizmde!

1917’de Sosyalist Ekim Devrimi’yle birlikte ilk elden kadınların, ekonomik, siyasal, sosyal tüm alanlarda erkeklerle eşit haklarını güvenceye alacak düzenlemeler yapıldı. Böylelikle toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliğinin maddi koşulları yaratıldı. Henüz bunlar ilk adımlardı. Kadınların gerçek özgürleşmesi konusunda Lenin şöyle demektedir:

Kadın, bütün özgürleşme yasalarına karşın, eskisi gibi ev-kölesi olarak kalıyor; çünkü onu mutfağa ve çocuk odasına kapatan ve onun yaratma gücünü düpedüz barbarca üretken-olmayan (unproduktive), bayağı, sinir törpüleyici, köreltici, yıpratıcı bir çalışmayla boşa harcatan ev ekonomisinin ayrıntılarıyla eziliyor, bunalıyor, köreliyor, aşağılanıyor. Kadının gerçek özgürleşmesi, gerçek komünizm, ev ekonomisinin ayrıntılarına karşı, ya da daha doğrusu, sosyalist büyük ekonomi için onun kökten değiştirilmesi uğruna (devlet çarkının başındaki proletaryanın yönetiminde) yığın savaşımı nerede ve ne zaman başlarsa, ancak orada ve o zaman başlayacaktır.” (Marksizm, Kadın ve Aile – Marx, Engels, Lenin; Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s.188)

Lenin’in işaret ettiği rotadan hareketle Sovyetler Birliği’nde kadınların toplumsal yaşamın her alanında eşitçe kendilerini ifade edebilmeleri için eğitim imkânlarının eşitliği ve yaygınlığının yanı sıra çocuk bakımının kreş, bakım evleri gibi toplumsal kurumlaşmalarla kadının omuzlarından alınması sağlanmış, ev içi işleri kolaylaştıran mutfaklar, çamaşırhaneler gibi ortak kurumlar aracılığıyla kadınların kendilerini geliştirmeleri ve sosyal yaşama dolaysız katılımlarının önü açılmıştır. Bununla birlikte Çarlık Rusya’sının gelenekler halinde süren gerici tüm kalıntılarına karşı da ideolojik-kültürel bir mücadele yürütülmüştür.

Tüm bunların bir sonucu olarak kadınların her alanda olduğu gibi bilimsel faaliyetlerde de etkin bir şekilde yer almalarının önü açılmış oldu. Çarlık Rusya’sının tüm gericiliğiyle her açıdan köleliğe mahkum ettiği kadınların durumunu ve devrim sonrasının zorlu iç savaş koşullarını hesaba katarak kat edilen mesafenin değeri daha iyi anlaşılacaktır. İlk önce okuma-yazma bilmeyen binlerce kadının eğitimiyle işe başlandığını düşünürsek, devrimden sonraki ilk yirmi yıl içinde kadınların bilimsel araştırma süreçlerine katılmasının da etkisiyle bilim emekçisi sayısının, UNESCO verilerine göre, 100 bine yaklaşmış olması önemli bir göstergedir. Devrim sonrasında yayınlanan bir kararname ile üniversite kapıları herekse açılırken, laboratuvarlar, enstitüler hızla çoğaltılmıştır.

Gericiliğin bilinçlere kazıdığı “kadınların geri ve yetersiz” olduğu fikrine vurulan köklü bir darbe olarak kadınlar bilimsel çalışmalarda özel olarak teşvik edilmiştir. The Economist’tin çarpıttığı nokta da budur. O kadınların verili geri hallerinin devam etmesinden zerrece rahatsızlık duymayan burjuvazinin bir sözcüsü olarak, kadınların teşvikini “zorlama” olarak kodlayıp, bilinçli bir çarpıtma yapmaktadır.

Bu konuda verilebilecek çarpıcı örnekse 1963’te uzaya gönderilen ilk kadın astronotun SSCB’den olmasıdır. Aynı zamanda bir fabrika işçisi olan Valentina Tereşkova, aldığı eğitimlerle uzaya giden ilk kadın olmuş, dünya yörüngesinde 3 gün boyunca tek başına 48 tur atmıştır. Bu, o güne kadar uzaya giden tüm Amerikalı astronotların toplamından daha uzun bir süredir. Bu örnek, Sovyetlerin kadının ezilmişliğe ve ayrımcılığa karşı verdiği mücadelenin sonuçlarından biridir ve sembolik önemi ortadadır. ABD ise, ilk kadın astronotunu ancak 1983’te göndermiştir.

***

Tarihin seyri sosyalizmin inşası yolunda ve bu çerçevede kadının kurtuluşu için atılan adımların sonuna kadar götürülmesine imkân tanımamış olsa da, bu deneyimler halen önemlidir ve yol göstericidir. Burjuvalar da sınıfsal bir korkuyla sosyalizme ve kazanımlarına hâlâ saldırma gereği duymaktadır. Zira Ekim Devrimi ile proleter devrimler çağının, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağının başladığı gerçeği orta yerde durmaktadır.