26 Mayıs 2020
Sayı: KB 2020/Özel-3

Pandemi ve sendikal düzen
DİSK ne yapıyor?
Tekstil sektöründe küresel kriz...
Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin gerçeği
Meslek odalarına yönelik saldırılar gündemde
AKP-MHP rejiminin kayyım darbesi
Koronavirüs salgını ve kadın emeği
Çocuk istismarı ve çürüyen düzen gerçekliği
İstanbul’daki üniversitelerin online eğitim karnesi
Metal Fırtına 5. yılında… “İşgal, grev, direniş!”
Metal Fırtına ve sol hareket
Daha güçlü fırtınalar için taban komiteleri şart!
Sendikal bürokrasiyi aşarak yeni fırtınalara hazırlanalım!
Sermaye düzeninin “yeni normali”...
“Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!”
Pandemi ve “Yeni Küresel Düzen” arayışları
Balkanlar’da derinleşen çatışma dinamikleri
Kapitalist sistemde beslenme ve bağışıklık sorunu
Korona salgını, çekirge istilası ve açlık tehlikesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!”

D. Meriç

 

Kapitalizmin ekonomik krizi, korona salgınıyla birlikte dünya çapında bir sistem krizine dönüştü. Sonuçları üzerinden bakıldığında yıkıcılığı önceki krizlerle kıyaslanamayacak boyutlara doğru yol alıyor. Kapitalist tekellere sunulan onca desteğe rağmen krizin durdurulabileceğine dair herhangi bir emare ufukta görünmüyor. Eldeki tüm veriler, krizin küresel etkisinin 1930’ların “Büyük Bunalım”ının etkileri kadar ciddi ve uzun ömürlü olabileceğine işaret ediyor.

Kapitalist sistem tarafından 2008 krizine çözüm olarak alınan bütün tedbirlerin dünya ölçeğinde sorunları derinleştirmekten öte bir işlev görmediği bugün yaşanan kriz üzerinden tekrar teyit olmuştur. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) yayınladığı, “Büyük tecrit: Büyük Bunalım’dan beri en kötü ekonomik bunalım” başlıklı rapordan da bu görülebilir. IMF’nin baş ekonomisti Gita Gopinath tarafından yazılan rapor, mevcut durumu “benzersiz bir kriz” olarak tarif ediyor ve şu tahmini paylaşıyor: “Krizin 2020 ve 2021 yılları için küresel ekonomiye zararının 9 trilyon dolar civarında olacağı tahmin edilmektedir. Bu rakam Japonya ve Almanya ekonomilerinin toplamından büyüktür.”

BM’ye göre, “gölge ekonomisinde” yaklaşık 1,6 milyar işçi, korona salgınının sonucu olarak geçim kaynaklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), sosyal ve sağlık sigortası olmadan düzensiz çalışan toplam 2 milyar kişinin ücretinin krizin ilk ayında ortalama yüzde 60 oranında düştüğünü ifade ediyor. ILO’nun bir raporuna göre, dünyada ikinci çeyrekte çalışılan saat sayısının bir önceki çeyrekle kıyaslandığında yüzde 10,5 daha az olacağı varsayılıyor. Bu, yaklaşık 305 milyon tam zamanlı işe karşılık geliyor.

ILO’nun “Covid-19 ve İş Dünyası” raporunda, işletmelerin tam veya kısmi olarak kapatılmasının dünya genelindeki işgücünün yüzde 81’ini, yani 2,7 milyar çalışanı etkilediğini ve salgınının ekonomik faturasının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en ciddisi olduğuna işaret ediliyor. Raporda, dünya genelinde 2,7 milyar çalışanın zorunlu kapanan işyerlerinde istihdam edildiği belirtiliyor. Yüksek risk altındaki sektörlerde dünya çapında 1,25 milyar işçinin çalıştığı, bunun da dünyadaki tüm çalışan nüfusun yüzde 38’ine denk geldiğine işaret ediliyor. Yine dünya genelinde, yılın ikinci çeyreğinde çalışma saatlerinin yüzde 6,7’sinin ortadan kalkacağı öngörülüyor. Bunun sonucunda 195 milyon tam zamanlı işçinin işini kaybedeceği ifade ediliyor.

Tüm bu gelişmelere bağlı olarak, Birleşmiş¸ Milletler (BM), korona salgını nedeniyle küresel yoksulluğun derinleşeceğini, yaklaşık yarım milyar insanın daha yoksulluğa itileceğini açıklıyor. Yani korona salgınının yol açtığı ekonomik hasar sonucunda dünya çapında 400 ila 600 milyon insan daha yoksullaşacak. Salgın sona erdiğinde 7,8 milyarlık dünya nüfusunun yarısından fazlası yoksulluk içinde yaşıyor olabilir. Farklı kurumlar tarafından ortaya konulan bütün bu veriler, kapitalizmin insanlığa felaketlerden başka verebileceği hiçbir şey olmadığını gösteriyor.

Kapitalizmin krizi ve Avrupa Birliği

Otomobil, elektronik, makine üretimi ve metal sektörü ile dünya ekonomisi içerisinde önemli bir yer tutan Avrupa Birliği uzun zamandır ağır bir ekonomik kriz ile boğuşuyor. Özellikle otomobil ve metal tekelleri son dört yıldır krizin bedelini çalışanlara fatura etmek için zaten yoğun bir uğraş içindeydiler. Gelinen yerde korona salgınını fırsata çeviren tekeller işçi ve emekçiler tarafından yaratılan bütün zenginlikleri gasp etmenin peşindeler. Yanı sıra uzun zamandır uygulamakta zorlandıkları bütün sosyal saldırı planlarını, sermaye devleti ve sendika bürokrasisinin destekleriyle radikal bir biçimde uygulamaya koymayı hedefliyorlar.

Her beş kişiden birisinin yoksulluk içerisinde yaşadığı Avrupa kıtasında emekçileri kapitalist tekellerin acımasız saldırıları beklemektedir. Bunların başında yüzbinlerce çalışanın etkileneceği işten atmalar gelmektedir. İşyerlerini kapatmak, ücretlerin düşürülmesi, taşeron işçilik, esnek çalışma, sosyal ödeneklerin kaldırılması, ödenmeyen mesailer ve kısa süreli çalışma sisteminin kalıcılaştırılması saldırıların diğer ayakları olacaktır.

Şimdiden sermaye devletleri emekçilerden alınan vergilerle doldurulan ve kapitalist tekeller tarafından her fırsatta el konularak boşaltılan sosyal kasaların nasıl tekrar doldurulacağının planlarını yapmaktadırlar. Cömertçe kapitalist tekellere peşkeş çekilen trilyonlar fonların yeniden yapılandırılmasının faturası bir kez daha ağır vergiler ve daha çok sosyal kesinti yoluyla emekçilere ödettirilecektir. Uzun yıllara yayılacak olan bu saldırıların bir sonucu olarak kıtanın emekçileri yoksulluğu, sefaleti, açlığı ve geleceksizliği daha ağır boyutlarda yaşayacaklardır.

Kendisi ile birlikte bütün emekçileri kapitalizmin saldırılarından koruyabilecek ve bu saldırıları durdurabilecek olan biricik güç, başta sanayi proletaryası olmak üzere kıtanın işçi sınıfıdır. Bu anlamıyla işçi sınıfını tarihsel bir sorumluk beklemektedir. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi için gerekli savaşım silahları, sınıfın üretimden gelen gücü olarak kendi elindedir zaten. Kapitalist tekeller bu gücün farkındalar. Dolayısıyla, işçi sınıfının sermayeye karşı devrimci bir sınıf olarak mücadele sahnesine çıkmasını engellemek için her yolu deniyorlar. Sermaye devletleri ve tekellerin hizmetinde olan satılmış sendika bürokratları da bu amaçla yoğun bir çaba sarf ediyorlar.

İşçi sınıfının ayak bağları

İşçi sınıfının mücadele örgütleri olması gereken sendikalar, yazık ki sendikalara çöreklenmiş bürokratik şebeke tarafından tekellerin hizmetine sunulmuştur. Sermayenin sınıf içerisindeki bu ajanları tarafından “aynı kaderi paylaşıyoruz” yalanlarıyla, işçilerin direniş ve grev gibi mücadele silahları işlevsiz hale getirilmektedir. Kapitalist tekeller bugün tümüyle emekçilerin aleyhine olan bu şartlar altında bütün saldırı planlarını uygulamayı deneyeceklerdir.

İşçi ve emekçiler bu saldırıları ancak devrimci bir sınıf bilinci ve bu bilinç ile yaratılacak olan taban örgütlenmeleri (en başta da fabrika komiteleri) sayesinde yürütecekleri mücadeleyle püskürtebilirler. Sınıflar mücadelesi tarihi, özel mülkiyetin diktatörlüğü demek olan kapitalizm bir sistem olarak var olduğu sürece saldırıların süreceğini göstermektedir. Dahası, kapitalizm bütün kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırılmadan insanlığın nihai kurtuluşu mümkün olmayacaktır ve bugünlerde bu çok daha açık bir gerçek olarak gözler önündedir. İnsanlık düşmanı bu sistemi ortadan kaldırmak, işçi sınıfının bugünden direniş ve grev okullarında deneyim kazanmasını ve devrimci önderliğiyle birleşmesini gerektirmektedir.

Yaşadığımız bu süreçte kapitalizm üzerine piyasaya sürülmüş bütün yalanlar birer birer çökmektedir. Bugün kapitalizmin meşruluğu tarihte hiç olmadığı yaygınlıkta tartışılmakta ve bu gerçek emekçiler tarafından daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü artık maske düşmüş ve burjuva kalemşorlar bile bir devrim tehlikesine işaret etmek zorunda kalmışlardır.

Finans basınının önde gelen organlarından Bloomberg’in web sitesinde yayımlanan Andreas Kluth imzalı yazıda, Covid-19 salgınının yoksulları hali vakti yerinde olanlara nazaran çok daha sert vurduğu belirtilerek, “bunun sonuçlarından birinin toplumsal huzursuzluklar, hatta devrimler olacağı” uyarısında bulunuluyor. “Karantinaya alınmış¸ evlerde kapıların ardında, aşevlerinin önündeki uzayan kuyruklarda, cezaevlerinde, gecekondularda ve mülteci kamplarında -insanların salgının başlamasından önce aç¸, hasta ve kaygılı olduğu her yerde- trajedi ve travma biriktiği” belirtilen yazıda, bu basıncın er ya da geç¸ patlayacağı dile getiriliyor. “Büyük 2020 Pandemisi”nin popülizmi reddedenlere verilmiş¸ bir ültimatom olduğuna işaret eden “Bu pandemi toplumsal devrimlere yol açacak” başlıklı yazının devamında şöyle deniyor:

Korona virüsü, hem ülkelerin içinde hem de aralarında mevcut olan eşitsizliklerin üzerine bir büyüteç¸ tuttu. Tasarrufları ve sağlık sigortaları olmayan, esnek istihdam altında çalışan bu işçiler, geçinebilmek için kısa süreli ya da mavi yakalı işlerini korumak zorundalar, tabii hala^ bir işleri olacak kadar şanslılarsa. Zamanla, bu özlemler, düşman olarak tanımladıkları her türlü eski rejimi bir kenara süpürme niyetini taşıyan radikal hareketlere dönüşecektir.”

Kapitalist barbarlığın yarattığı yıkım, artık burjuva kalemşorların bile dile getirmek zorunda kaldığı bu olgu, dünyanın her yanında proleter sınıf ve kitle mücadelelerinin giderek büyüyeceğini göstermektedir. Bu gerçek aynı zamanda sınıf devrimcilerine işçi sınıfını devrimci bir sınıf olarak sermayenin karşısına çıkarma çabasını yoğunlaştırma çağrısıdır da. Dün Rosalar’ın yükseltmiş olduğu “Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!” şiarı bugün işçi ve emekçilere, dünyanın mazlum halklarına kurtuluşun gerçek yolunu göstermeye devam etmektedir.