26 Mayıs 2020
Sayı: KB 2020/Özel-3

Pandemi ve sendikal düzen
DİSK ne yapıyor?
Tekstil sektöründe küresel kriz...
Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin gerçeği
Meslek odalarına yönelik saldırılar gündemde
AKP-MHP rejiminin kayyım darbesi
Koronavirüs salgını ve kadın emeği
Çocuk istismarı ve çürüyen düzen gerçekliği
İstanbul’daki üniversitelerin online eğitim karnesi
Metal Fırtına 5. yılında… “İşgal, grev, direniş!”
Metal Fırtına ve sol hareket
Daha güçlü fırtınalar için taban komiteleri şart!
Sendikal bürokrasiyi aşarak yeni fırtınalara hazırlanalım!
Sermaye düzeninin “yeni normali”...
“Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!”
Pandemi ve “Yeni Küresel Düzen” arayışları
Balkanlar’da derinleşen çatışma dinamikleri
Kapitalist sistemde beslenme ve bağışıklık sorunu
Korona salgını, çekirge istilası ve açlık tehlikesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Korona salgını, çekirge istilası ve açlık tehlikesi

A. Vedat Ceylan

 

Dünyanın yoksulları, işçi ve emekçiler yeni bir açlık tehlikesi ile karşı karşıyalar. Korona salgınının dünyanın çeşitli bölgelerinde yarattığı gıda sorununa bir de çekirge sürülerinden kaynaklı açlık tehlikesi eklendi. Çekirgeler geçen yıl da salgın benzeri bir dinamikle geniş bir alana yayılarak ürünleri yok etmişlerdi. 

Yeni çekirge sürüleri de Afrika’da milyonlarca yoksul insanın gıda ürünlerini yok edebilecek kapasiteye ulaşmış bulunuyor. Kıtalararası yolculuğa çıkan çekirge sürüleri agresif, yok edici ve yıkıcılar. Olağanüstü üreme ve hayatta kalabilme kabiliyetine sahipler. Uçma kabiliyeti çok da gelişmemiş olan çöl çekirgesi sürüleri milyarlarca çekirgeden oluşuyor. Her üç ayda bir ürüyorlar ve her yeni nesil sürü bir öncekinden yirmi kat daha büyük bir hacme ulaşabiliyor. Devasa büyüklükteki sürüler kontrolsüz bir şekilde çoğalarak yayılıyor ve önlerine çıkan besin kaynaklarını hızla tüketiyorlar. 

Konunun uzmanları onlarca yıldır sürekli üreyip çoğalarak devasa sayılara ulaşan çekirgelerin yarattığı salgınının daha da büyüyeceğine ve henüz zirveyi bulmadığına işaret ediyor ve uyarıyorlar: “Daha çok ve daha büyük sürüler, önümüzdeki yıllarda küresel Güney’deki tüm hasatları muhtemelen yok edebilecektir.” Çekirge salgınından en çok Afrika kıtasının kuzeydoğusunun etkilenerek zarar göreceğine işaret ediliyor. 

Küresel ısınma, savaş ve çekirgeler

Çöl çekirgeleri normalde çöllerde yalnız bir hayat sürüyorlar. Çorak ve kurak iklim, büyük sürüler halini almalarının önünde engel olduğu için, büyük sürüler nadiren görülüyor. İklim değişikliği ve küresel ısınma nedeniyle daha sık görülen çöl fırtınaları ilk olarak 2018 yılında Arap Yarımadası’nın güneyinde büyük çekirge sürülerinin yayılmasına yol açtı.

Çekirgelerin sıklıkla görüldüğü Yemen’de, savaş ve iç savaş nedeniyle çekirge sürülerine karşı önlem alınamadı. Yemen’den yayılan ilk sürüler, 2019’da İran üzerinden Türkiye, Pakistan ve Hindistan’a, güçlü muson yağmurlarının da yardımıyla daha çok üreyerek ve rüzgârdan yararlanarak kuzeydoğuya yöneldiler. 2019’un ikinci yarısında, çekirge sürüleri nemli kasırgaların yardımıyla güneybatı Afrika’ya ulaştı. Savaş ve iç savaşta parçalanmış Somali’de bir önlemle karşılaşmadan üremelerini sürdürdüler. Oradan da Kenya, Uganda ve Tanzanya’ya yayıldılar.

Doğu Afrika’daki bu ilk çekirge dalgası, hasadın toplanmış olmasından dolayı çok fazla bir zarara yol açmasa da tehlike büyüktü. Çoğu sürüler bölgede kaldı ve üremek için yumurta bıraktılar. Oluşan her yeni sürü, yüzlerce kilometrekarelik alanı istila edebilecek güce ulaştı. Kenya’da 2.400 kilometrekarelik bir alanı kaplayan sürüler tespit edildi. 

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) temsilcisi Keith Cressman, “Yeni sürülerin, 2020’nin Haziran ayının sonuna doğru, yani hasat sezonunda, zaten açlıkla boğuşan Sudan’a gelmesi bekleniyor” diyerek tehlikeye işaret ediyor ve Somali, Etiyopya ve Eritre’deki verimli alanların da istiladan etkileneceğini belirtiyor. 

Suudi Arabistan’dan Yemen’e, oradan Afrika Boynuzuna, Hindistan’a ve hatta Çin’e kadar yayılabilecek sürüler oluşmaya devam ediyor. Doğu Afrika’daki yayılmayı önlemek veya en azından kontrol altında tutmak için sadece birkaç haftanın kaldığı söyleniyor. İstilayı engelleyebilmek için muazzam bir gücün seferber edilmesi gerekiyor. FAO’ya göre, korona salgını nedeni ile kapasiteleri zaten daralan Afrika ülkelerinin, böylesi bir çekirge istilasıyla kendi başlarına başa çıkabilmeleri mümkün görünmüyor.

Çekirge istilasıyla mücadele ve gıda güvenliğini sağlamaya yönelik küresel önlemler FAO tarafından koordine edilmektedir. FAO’nun Doğu Afrika’daki ekibinin başkanı Cyril Ferrand, Somali, Etiyopya ve Kenya’da şu anda en çok etkilenen bölgelerdeki zorlukları şöyle anlatıyor: “Böcek ilacı teslimatında gecikmeler yaşıyoruz ve bu, istilacı çekirge sürülerinin daha çok üreyerek işimizi zorlaştırmasına neden oluyor.” 

Korona salgını nedeni ile milyarlarca insan zaten açlık tehlikesi ile karşı karşıya. Doğanın hoyratça sömürülmesi ve talan edilmesine ek olarak, emperyalistler tarafından dünyanın birçok bölgesinde sürdürülen savaşlar, vekalet savaşları, iç savaşlar açlık tehlikesini daha da büyütüyor. Emperyalist kapitalizm, korona salgınında olduğu gibi, bir çekirge istilasına karşı önlem alma becerisinden de yoksun. Ekolojik dengeleri bozan emperyalist kapitalizm, salgın hastalıkların yayılmasından istilacı çekirge sürülerinin çoğalmasına, sağlıklı besin kaynaklarının hoyratça yok edilmesinden açlık ve yoksulluğun küreselleşmesine dek tüm musibetlerden birinci dereceden sorumludur. 

Çevre sorunu ve marksistler

Çevre sorununu mevcut sistemden bağımsız bir sorunmuş gibi ele alan düzen içi reformist akımlar, her şeyden önce bu gerçeği görmezden geliyorlar. Oysa bir yanda aşırı üretim ve lüks tüketim diğer yanda savaş, işsizlik, yokluk, yoksulluk, açlık ve sefalet yaratan kapitalizm, doğa tahribatı ve ekolojik dengelerin bozulması demektir. Kapitalizm, kendisi ile birlikte insanlığı da yok oluşu sürüklüyor. Bugün yaşadığımız her felaket, içten içe çürüyen kapitalist dünya düzeninin son kullanım tarihinin çoktan geçtiğini ve yıkılmayı beklediğini her gün yeniden gösteriyor. 

Dolayısıyla doğaya karşı sorumluluk marksist bakış açısına sahip olmayı gerektirir. Tersinden, marksist olmak da aynı zamanda çevreci olmayı gerektirir. Her ne kadar anti-marksist çevreciler ve çevreye duyarsız “marksist” gruplar olsa da… Son yıllarda çevrecilerin marksist, marksistlerin çevreci yaklaşımları tesadüf değildir. Kapitalist sistem çevre sorunu, ekolojik dengelerin bozulması ve doğal felaketlerin doğrudan sorumlusu olduğu için, iki akımın artan biçimde birbirlerine yaklaşmaları ve giderek örtüşmeleri olağandışı değildir, elzemdir. Bu yaklaşımlardan birinin eksikliği, ikisinin başarısızlığı demektir. Marksist önderlikle işçi sınıfı, ekolojik dengelerin bozulmasına karşı mücadelede küresel liderliği ele almadığı sürece ne insanlığın kurtuluşu sağlanabilir ne de doğanın talan edilmesinin önüne geçilebilir. 

Zira kapitalizmi yıkacak yegâne güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, yaşanabilir başka bir sistemin kurulabileceğini, Paris Komünü deneyiminden itibaren pratikte defalarca da kanıtlamış bulunuyor. Haksızlığın son bulması, doğamızın yeniden yaşanabilir hale gelmesi, açlık, yokluk ve yoksulluğun olmadığı bir düzenin kurulması ancak emekçi katmanları önderliği altında birleştirmiş işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle başarılabilir. Yeter ki işçi sınıfı buna inansın ve “küllerinden yeniden doğmak üzere” üzerindeki ölü toprağı silkelesin... 

- Veriler BM Gıda ve Tarım Örgütü raporundan…