İçindekiler:

15 Ağustos 2021
Sayı: KB 2021/Özel-29

Çıkış mücadeleyi büyütmekte!
Kokuşmuş saray rejimi ve sonrası
Yangınlar, devlet, şovenizm ve çıkış
Doğanın yağması, rant ve yangınlar
Baskı ve yalanlara karşı...
Sinbo direnişinde Ankara yürüyüşü
Irkçılık emekçileri birbirine kırdırıyor!
MİB Gebze’de MESS anketleri ile fabrikalarda
Karl Liebknecht 150 yaşında... Yeni yöntem (demokrasi sorunu ve revizyonizm)
Wuppertal’de Engels anmasına polis terörü
Engels anmasına tahammülsüzlük üzerine
Hak ve özgürlüklerimizi kararlılıkla savunacağız!
Almanya’da makinistler grevde
Taliban’ın yükselişi ve Orta Asya’da “alarm”
“Gölgesi satılamayan ağaç” alev alev...
Aşı karşıtlığı mı, düzene güvensizlik mi?
Eğitim politikalarında değişen bir şey yok
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Yangınlar, devlet, şovenizm ve çıkış

A. Engin Yılmaz

 

Saray rejiminin yönetimi altında yaşamın bütün alanlarını kapsayan akıl almaz bir yıkım ve çürüme tablosu hüküm sürüyor. Emekçilerin yaşamını çekilmez hale getiren her türden sorun ve kötülük çığ gibi büyüyor. Doğa tahribatı ve çevresel yıkım derinleşiyor. Yaşam kaynakları ve yaşam alanları gasp edilip talana ve yağmaya açılıyor. Doğa yok ediliyor ve bunun sonuçları ağırlaşıyor. Bütün bir yıkım, iflas ve çürüme tablosu iktidar tarafından arsızca başarı öyküsü olarak sunuluyor. Her alanda batağa saplanmış olmasına rağmen Türkiye’nin “uçuşta olduğu”na ilişkin pişkinlikler sergileyenlerin içler acısı durumu, ülkeyi saran yangınlar vesilesiyle de görülmüş oldu.

28 Temmuz’da başlayıp hızla yayılan ve Türkiye tarihinin en büyük orman yangınları olan “felaket”, henüz kontrol altına alınmış değil. Binlerce hektarlık orman, içindeki canlılarla birlikte küle döndü. Kendilerini dehşetli bir felaketin içinde bulan, ölen, evleri-malları ve yaşam alanları yok olan halkın feryatları karşısına, rejim büyük bir hoyratlık ve sorumsuzlukla çıktı. AKP’nin Gündoğmuş Belediye Başkanı Mehmet Özeren, “TOKİ vatandaşlara evler yapacak. ... Vatandaşlar keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler.” açıklamasını yapacak kadar insanlıktan çıkarken, Orman Bakanı Pakdemirli, “Belediyelerin sorumluluğundadır diye yanmasına izin verdik, karışmadık” diyecek kadar alçalabildi. Erdoğan ise halkın tepesine “rahatlama çayı” atacak kadar pervasızlaşıp halkla alay edebildi.

İnsana, hayvana, bitkiye, doğaya, özetle bütün bir canlı yaşama karşı duyulan kin ve düşmanlık ancak böyle dışa vurulabilirdi. Bir suç örgütüne dönüşen devlet, yangın vesilesiyle de ağır suçlar işlemeye devam etmektedir. Kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan mevcut iktidar, yangınların başladığı aynı gün, “Turizmi Teşvik Kanunu ile bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u yürürlüğe sokabildi. Yükselen alevler içinde neredeyse düşündükleri tek şey, rant, yağma, TOKİ, inşaat şirketleri ve turizm tekelleri oldu.  Yangınların sorumluluğunu da üzerinden atan iktidar, felaketi adeta izledi. Korkunç bir felaket karşısında bile, akıl almaz yalan ve tahrifatları, yüzsüzlükleri, sorumsuzlukları, halkla alay edişleri, ırkçı hezeyanları isyan ettirici boyutlar kazandı.

Büyük bir maddi ve insani yıkıma neden olan yangınları bile, “vatandaşlarımız cömerttir” pişkinliğiyle halkın cebine göz dikmenin fırsatına çevirdiler. Üstüne üstlük, yangın karşısında emekçilerin gösterdiği dayanışma duygusu ve alevlere karşı can pahasına verdikleri mücadeleyi bile hedef alıp yasakladılar. Bu yasağı da “yurtdışından ve tek merkezden organize edilen sözde yardım kampanyası ideolojik saiklerle, devletimizi aciz göstermek, devlet-millet birlikteliğimizi zayıflatmak amacıyla başlatılmıştır” biçiminde bir utanmazlıkla gerekçelendirebildiler. Dolayısıyla tüm bunlar ve daha nice rezaletler bir arada düşünüldüğünde, yükselen alevler arasında Erdoğan ve iktidarının da itibarı küle dönüştü. Devlet kurumlarına ve asalak yöneticilere olan güven önemli ölçüde yıkıldı.

AKP-MHP iktidarı başka yangınları da büyütmek istiyor

Türkiye tarihinde benzeri görülmemiş bir çeteleşme, mafyalaşma, ahlaksızlaşma, yalan, talan, yağma ve ölçüsüz bir zorbalık tablosuyla yüz yüzeyiz. Türkiye devleti ve düzeni tüm kurum ve kuruluşlarıyla bir pislik çukuru içinde boğuluyor. Bu, sayısız örnek ve yapılan ifşaalar üzerinden ortalığa da saçılıyor. Öte tarafta AKP-MHP iktidarının, toplumun karşı karşıya kaldığı sorunları çözebilme, işçi ve emekçilerin en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama, onlara iş ve aş sağlama kapasitesine sahip olmadığı da emekçiler nezdinde yeterince açıktır. Zor aygıtları dışındaki kurumları da emekçiler söz konusu olunca neredeyse tamamen işlevsizleşmiştir.

Bunlar ve daha nice faktör kitlelerin geniş kesimlerinin öfkesini büyütmekte, mücadele isteklerini bilemekte ve sosyal patlama dinamiklerini güçlendirmektedir. Rejimin bunun karşısında yaptığı tek şey, baskı ve şiddet aygıtlarını daha hızlı ve daha şiddetli çalıştırmak, din bezirganlığına, milliyetçi şoven histeriye daha fazla sarılmaktır. Nitekim yangınların ortasında yaptığı da bu oldu. “Ormanları PKK ve Kürtler yakıyor” türünden Göbelsci yalan propagandalarla günlerce ırkçılık kustular.

Sayısız bileşkenin etkisiyle ve orman yangınları vesilesiyle emekçilerin “Saray rejimi”ne karşı yeni bir boyut kazanarak daha da büyüyen öfkesini ve kabaran isyan duygusunu, milliyetçi-şoven duygularla yoğurarak, Kürt halkına karşı saldırganlığa dönüştürmeye çalıştılar. Bu yolla da öfkenin hedefi olmaktan kurtulmak istediler. Bunun için de hedef gösterilen Kürtlere karşı saldırılar dizisine giriştiler, adeta sürek avına çıkarak Kürtlere linç uyguladılar. Sokağa salınan “AKP gençliği” adlı çeteler bellerinde silahlarla kimlik kontrolüne çıktılar. İşçi ve emekçileri birbirine düşürmek ve onlar arasında düşmanlığı derinleştirmek için yırtındılar.

Tek çıkış, işçi sınıfı eksenine bağlanmış devrimci kitle hareketidir!

Biriken öfkenin kendini dışa vurabileceği bir sürecin içinden geçiyoruz. Üst üste yaşanan krizler ve bunların biriktirdikleri, tiksindirici ve isyan ettirici rezaletlerin zincirleme ifşaatı, yaşanan büyük eşitsizlikler, haksızlıklar, adaletsizlikler, emekçilerin içinde bulundukları perişanlık ve ağır bir yoksulluk vb. gibi olgular patlaması kaçınılmaz olan toplumsal dinamikleri güçlendiriyor. AKP-MHP faşist bloku, uyguladığı çıplak terör ve zorbalıkla kitlelerin büyüyen mücadele arzusunu boğmak ve sosyal bir patlamayı engellemek istiyor. Ama er ya da geç bununla yüzleşeceklerdir. Ve bu, toplumun ezilen-sömürülen kitleleri arasında giderek büyüyen bir umut ve iyimserlik haline gelmektedir.

Dolayısıyla bir taraftan sosyal patlama beklentisi, öte taraftan da iktidarın “ülkeyi yönetme yeteneği”ni yitirdiği, Erdoğan-AKP iktidarının hızla çözüldüğü ve “beklenmedik bir anda çökebileceği” beklentisi ve düşüncesi ortak bir eğilim olarak öne çıkıyor. Cumhuriyet gazetesinden Sertaç Eş’e konuşan Deniz Baykal ise işin daha ciddi boyutuna işaret ederek, feryat ediyor: “Yüz yıl önce bütün dünyayı karşımıza alarak kurduk bu devleti. Devletimizi kaybettik. Onu yeniden inşa etmemiz lazım.” Sermaye düzen adına kaygısını dile getiren bu gerici, değil “Erdoğan-AKP iktidarı”nı, yüzyıl önce kurulan devletin-cumhuriyetin yüzyıl sonra kaybedildiğini ilan ediyor. Burjuva cumhuriyetin yaşadığı evrim sonucu vardığı bugünkü çürümüş akıbetine ağıtlar yakıyor.

Sermaye sınıfı adına iktidar dümeninde bulunan AKP-MHP blokunun temelini sömürü, talan, yağma ve hırsızlığın, kan, ırkçılık, yalan ve ahlaksızlığın oluşturduğu artık geniş kitlelerce biliniyor. İktidarın sınırlarına dayandığı da doğrudur. Ama pislikle ve kanla özdeşleşen saray rejimini üreten bir düzen var ve bu, Türkiye’nin kapitalist düzenidir. Bu düzen değişmedikçe, sadece AKP-MHP iktidarların değişmesi gerektiğiyle yetinmek, dikkatleri ve mücadeleyi bu sınırlara hapsetmek, büyük bir yanılgı olacaktır. Bugün için Türkiye’de “saray rejimi”nden kurtulmak, toplumun ezilen bütün kesimlerinin ortak talebi ve yakıcı güncel hedefidir. Ama güncel planda mücadelenin hedefi AKP-MHP iktidarı olsa bile, bu mücadele sermaye iktidarını devirme stratejik hedefi içine oturtulmak zorundadır.

Öte taraftan bugünün Türkiye’sinde somutta AKP-MHP iktidarıyla başarılı bir hesaplaşmayı başarabilecek, gerici-faşist cendereyi parçalayabilecek yegâne güç Türkiye işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının merkezinde olduğu devrimci-militan bir sınıf ve kitle hareketi örgütlemek, günün en temel yakıcı ihtiyacıdır. O halde yapılması gereken şey de, öfkesi ve huzursuzluğu her geçen gün büyüyen, “artık yeter” diyecek duruma gelmiş bulunan emekçi kitlelerin çıkış arayışına yanıt olmayı başarabilmektir. Bunun çok zor olduğu ne kadar doğruysa bunun dışında bir yolun olmadığı da o kadar doğrudur. Dolayısıyla, devrimci bir işçi sınıf hareketi yaratma bakışıyla, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileri kazanarak onları sosyal mücadeleye çekmek için soluk soluğa bir politik-pratik seferberlik, devrimcilerin görevidir. AKP-MHP iktidarıyla ve onun dümeninde bulunduğu sermaye sınıfıyla hesaplaşmanın bunun dışında bir başka yolu olmadığı gibi sihirli bir formül de yoktur.

 

 

 

 

 

Kapitalizm pazarında yok yok!

 

Ormanların ve yangının, sellerin ve kuraklığın, sağlığın ve de hastalığın... -kapitalizmde her şeyin pazarı kurulur.

Manzaraya dönüştürüp gölgesini satabildiği, yani kâr elde edebildiği ağacı/ormanı “koruma” altına alan kapitalizm, daha kârlıysa eğer bir çırpıda ormanların köküne kibrit çakar. Ormanlar, turizm sermayesine yağlı müşteriler çekmek için, orman yangınları yangın söndürme şirketlerinin vurgunları için kullanılır.

Sağlığı satan kapitalizm, hastalıklardan medet umar. Salgını da fırsat bilir, salgına karşı çareyi de… Pandemide özel hastane sahipleri, virüse yakalananlar karşısında “her hasta müşteridir” anlayışıyla ellerini ovuşturur. İşçileri gece gündüz çalıştırırken salgın tanımayanlar, o işçiler sayesinde üretilen yığınla koruyucu ekipmanı, hijyen malzemesini satmaya gelince pandemiyle mücadelede kahraman kesilir. Tırlar, uçaklar, ülkeler dolusu maske varken cebinde parası olmayan emekçi maskeye erişemez. Maskesiz sokağa çıkmak devlete verilecek parayla ödetilir. Kapitalizmdir bu; bir maskeyi satmak da kârlıdır, olmayana ceza kesmek de.

Salgın bir kâr meselesi olduğu gibi aynı zamanda siyasi bir rant malzemesi olarak da kullanılır. Birer sayıya dönüştürülen işçi ve emekçilerin yaşamları sermayenin kâr-zarar tablosunda bir gösterilir, bir silinir. Turizm mevsiminde ya da aşı tedarik edilemediğinde hasıraltı edilmeye çalışılan, güçlü ülke imajı için gizlenen koronavirüs ölümleri ve hasta sayıları, aşıda öncelik sırası için açıklanmaya başlar.

Sağlık hastalık sonrası iyileşme olarak görüldüğünden, sağlıklı kalmanın koşulları sürekli sınırlanır kapitalizmde. Önlenebilir ölümlerin kol gezdiği bir yurttur burası. Sadece aşısı bulunmayanlardan değil, aşısı olan bulaşıcı hastalıklardan da ölen ölenedir.

Milyonlar Covid-19’dan yaşamını yitirirken, kapitalist dünya patent kavgalarına tutuşur, ilaç şirketleri kâr-zarar hesapları yapar. Hastalıklara karşı bağışıklık kazanmada en etkin yöntem olmasına rağmen ucuz olduğu için dünya piyasasında pek rağbet görmeyen aşılama da bir pazara tekabül eder. Aşı karşıtlığı da işine gelir kapitalizmin, pandemide aşılama da. Kapitalizm, her durumda kârı kollamaya bakar.

Deprem riski fahiş fiyata depreme dayanıklı bina satışları için fırsata çevrilir. Deprem vurur, bu sefer evleri başlarına yıkılanların karşısına bol konut kredileri ile çıkılır. Balıkların yuvasına aldırış edilmeden yeni yollar, yeni yerleşim yerleri için dereler betona gömülür, onun üzerine de insanlar... Sel her seferinde felaket olur, emek her seferinde ziyan olur, her seferinde can kayıpları yaşanır, fakat kapitalizmdir bu, çarkı böyle işler.

Afetleri felakete dönüştüren, felaketleri de fırsata çeviren; salgınlara davetiye çıkaran ve onları ölümcül kılan; insanı, emeği, çevreyi, doğayı, tüm canlı yaşamını sermayenin hizmetine sunan kapitalist sistemde temiz su, temiz bir nefes bulunmaz olur. Her şey alınıp satılır bir meta, her şey bir kâr nesnesidir. Orman yangınlarında yanıp kül olan hayvanlar paraya çevrilip hayvan sahiplerine ödeme planları sunulur. Sellerin, taşkınların vurup yıktığı binaların yerini yenileri alır. Kapitalizmin doğası durmadan yıkım üretir.

Kapitalist işleyiş insanlık için, tüm canlı yaşamı için en büyük yıkım, en büyük engeldir. Temiz bir su, temiz bir nefes için; insan, çevre, doğa için kapitalizm engelini aşmak şarttır.

S. Gül