İçindekiler:

13 Kasım 2023
Sayı: KB 2023/18

Emperyalizme, Siyonizm'e ve gericiliğe karşı mücadeleye!
Filistin'le dayanışma mı gerici hesaplar mı?
Filistin ile dayanışma bahane
Türk devletinin timsah gözyaşları
"Büyük Filistin Mitingi"
"Yargı darbesi" tartışmaları üzerine
"Sansür zırhı" yargıdaki çürümeyi örtemez
"Sansür yasası" kılıcı
"Direnenlerin sesi Kartal Meydanı'nda..."
"Afet hazırlığı değil"
Siyonizm'in dünü ve bugünü...
"Dünya siyasetinde bir dönüm noktasındayız"
Dünyada Filistin direnişine destek
TKİP VII. Kongresi toplandı!..
Filistin direnişi ve gençlik
Zeren'in katili sermaye düzenidir!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Basına “sansür yasası” kılıcıyla saldırılar

G. Umut

 

Türkiye’de gazetecilik ve haber alma hakkı bir kez daha rejimin pervasız baskıları altında. 13 Ekim 2022’de TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen “Dezenformasyonla Mücadele Yasası” ile “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” diye bir şey icat edilmişti. “Torba yasa” için yerleştirilen kanunun ismi “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. Bu düzenlemenin 29’uncu maddesinde şu hüküm yer alıyor:

“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

Basın meslek örgütleri bu uygulamayı haklı olarak “Sansür Yasası” olarak tanımlıyor. Döneminin AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal bu düzenlemeyle ilgili “teşekkülünün zor” olduğunu ileri sürmüştü. Ünal, düzenleneme ile ilgili beş noktaya dikkat çekmiş ve şunları söylemişti:

“Yayılan haber gerçek olmayacak. Ülkenin güvenliği ve kamu sağlığı ile ilgili gerçek dışı haber olacak. Halk arasında panik, korku ve endişe oluşturma kastı taşıyacak. Kamu barışını bozmaya elverişli olacak. Bunlar aleni biçimde yapılacak.”

Ünal, “suçun oluşması” için bu beş unsurun bir arada olma şartının aranacağını iddia etmişti. Oysa bu söylemin kaba sahtekarlıktan başka bir anlam taşımadığını gösteren bir süreç yaşadık. Yasanın basın emekçilerine dönük bir kılıç, halkın haber alma hakkına dönük pervasız bir saldırı olduğu çok açıktı. Nitekim yasa çıktıktan kısa süre sonra gazeteciler hedef alınmaya başladı. İlk örneklerden biri, cinsel istismar haberi yaptığı için bir hafta tutuklu kalan gazeteci Sinan Aygül oldu. Depremin ardından iktidarın halkı ölüme terk eden ihmallerinin haberini yapan gazeteciler gözaltına alındı. Yasa çıktıktan sonra birçok gazeteci tutuklandı. Kürt gazetecilerin tutuklanması ve sosyal medya kullanıcılarına dönük gözaltı süreci, yasaya dayandırılan saldırıların gemi azıya aldığının göstergesiydi. TELE 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın tutuklanması ve aylar sonra serbest bırakılsa da yargılanması bu sürecin başka bir önemli halkasıydı. Halk TV programcısı Ayşenur Arslan da aynı yasa bahane edilerek gözaltına alındı, Barış Pehlivan ise tutuklandı.

BirGün yazarı Timur Soykan, 13 Ekim’deki yazısında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya yazdığı mektubu gündeme getirerek yargıdaki çürümenin boyutunu gözler önüne serdi. Yazıya erişim engeli getirildi, ardından erişim engeli haberine de erişim engeli getirildi. Geçen hafta T24 yazarı Tolga Şardan yayınladığı “MİT’in Cumhurbaşkanlığına sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?” başlıklı yazısının ardından gözaltına alındı ve “Dezenformasyon Yasası”nda yer alan “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla tutuklandı. Bir hafta tutuklu kalan Şardan avukatlarının yaptığı itiraz sonucu serbest kaldı.

Devlet kurumlarının çürüme, yozlaşma ve yolsuzluk batağında yüzmesi pek çok muhalif yayın organı ve gazeteci tarafından belgeleri ile ortaya koyulmaya devam ediyor. Bu yasa kapsamında ise yolsuzluk ya da çürümenin sorumluları araştırılacağına gazeteciler tutuklanıyor. Rejim iliklerine kadar çürüdüğü için, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, haraç gibi icraatları “makbul”, bunların haberini yapıp toplumu bilgilendirenleri ise “suçlu” sayıyor

halktv.com.tr Yazı İşleri Müdürü Dinçer Gökçe de “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla gözaltına alındı ve ifadesinin ardından şartlı salıverildi.

Saldırı furyası yukarıda sözünü ettiklerimizden ibaret değil. Yanı sıra Özgür Gündem ile dayanışma amacıyla yazdığı makale için açılan davada cezası onanan Yazar Dilşah Kocakaya tutuklandı. Cengiz Erdinç gözaltına alındı. BirGün Yayın Koordinatörü Uğur Koç, Haber Müdürü Uğur Şahin, Muhabiri İsmail Arı ile Bianet’in Editörü Evrim Kepenek hakkında da “Dezenformasyon” yasasındaki “yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” gerekçeleriyle soruşturmalar başlatıldı.

Bir aylık tabloya bakıldığında, rejimin saraya biat etmeyen medyaya karşı kesintisiz bir saldırı içinde olduğu görülüyor. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Ekim ayı raporuna göre, DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu’nun da aralarında bulunduğu 63 gazeteci halen tutuklu bulunuyor. Bir ay içerisinde altı internet sitesi kapatılırken, 2 bin 22 haber ve 682 sosyal medya içeriğine erişim engeli getirildi. Bu sayılar, habercilik alanındaki sansürün vardığı boyutu gözler önüne sermektedir. Buna göre Ekim ayı içerisinde bir gazeteci saldırıya uğradı, 10 gazetecinin evi basıldı, gözaltına alınan 12 gazeteciden üçü tutuklandı. Yedi gazeteci kötü muameleye maruz kalırken, beş gazeteci tehdit edildi, dokuz gazetecinin haber takibi yapması engellendi.

Söz konusu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan başvuru rejim tarafından boşa düşürüldü. İptal talebi 8 Kasım Çarşamba günü görüşüldü ve AYM tarafından reddedildi.

***

Düzene muhalif ya da salt gerçekleri dile getiren basın her dönem baskı ile susturulmak istenmiştir. Dinci-faşist AKP-MHP iktidarının bu alandaki icraatları ise askeri cunta dönemlerini bile gölgede bıraktı. Zira bu rejim medyanın %95’ini ele geçirmekle kalmadı, gerçeği dile getirmekte ısrar eden basın emekçilerine karşı sık sık sürek avları da düzenliyor. Saraydan beslenen medya yeterli olmadığında, maaşlı trol ordusunu da yalan ve asparagas haberler yaymak için seferber eden kokuşmuş rejim, gerçeği dile getiren hiçbir sese tahammül etmek istemiyor. 

Bu arada bir “besleme medya ordusu” oluşturan rejim 7/24 halkı yanıltan haberlerle ortalığı karartmaya çalışıyor. “Sarayın Goebbels”i diye anılan kişinin başında bulunduğu kurum tarafından organize edilen yalan/uydurma/yanıltma/asparagas “haberciliği” rejim için “makbul” olandır. Zira bu besleme medya, muhalif sesleri boğmaya çalışan rejimin “tetikçiler ordusu” olarak çalışmaktadır. Tüm muhalefeti “dış mihrakların uzantısı” ilan etmek, rejimin piyasaya sürdüğü “Yerli ve milli” safsatasını topluma empoze etme işi de bu besleme takımına düşüyor. Saray rejimi “sahibinin/besleyicisinin sesi” bir medya yarattı.

***

Sosyal medya ve internet gazeteciliği de aynı sansüre tabi tutulmaya çalışıldı. Sosyal medya platformlarının “Türkiye temsilcisi seçme zorunluluğu”, gazetecilerin fişlenmesi, gözaltına alınması, tutuklanması ve öldürülmesi tümüyle bir devlet politikası olarak devam ediyor. “Muhalif” gazetelere dönük Basın İlan Kurumu’nun yaptırımları ve cezaları ise baskının geldiği boyutu göstermektedir.

Yaşananlar, dinci-faşist rejime biat etmeyen gazetecileri zorbalıkla susturma çabası ve halkın haber alma özgürlüğüne küstahça bir saldırıdır. “Dezenformasyon yasası” denen ucube düzenleme ise baskıya rağmen iktidarın tahakküm altına alamayacağı gazetecilerin ve medya organlarının sesini kesmek için kullanılan bir kılıç işlevi görmektedir. Mafyatik rejime destek vermeyen toplumun geniş kesimlerine uygulanan baskı ve zorbalığın basın alanında kendini gösterdiği bir süreç yaşıyoruz. Bu koşullarda sansür yasasına karşı mücadele hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine karşı verilecek mücadeleden ayrı tutulamaz.

Saray rejimi baskı ve zorbalıkla emeğin bileklerindeki zincirleri kalınlaştırırken, sansür yasasıyla kulaklarını sağır etme derdindedir. Bu gerici ablukayı ancak “topyekün saldırılara karşı topyekün direniş” eksenli bir mücadele dağıtabilir.