İçindekiler:

10 Nisan 2024
Sayı: KB 2024/06

Seçim aldatmacası geride kaldı.
"Hezimet Sarayı"ndan tehdit salvoları
31 Mart yerel seçimleri üzerine
Saray rejimi İsrail'le suç ortaklığını itiraf etti
"IMF'siz IMF programı" kararlılıkla uygulanacak!
"Sömürü ve sosyal yıkımı derinleştirin"
BİRTEK-SEN'e idari para cezası.
Küçükçekmece 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Gebze 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Şerif Aygün 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Esenyurt 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Zeren Ertaş 1 Mayıs Hazırlık Komitesi
Yerel seçimler ve sonrası
Güney Kürdistan kuşatması ve trajedi!
Kapitalistlere yeni kıyak!
Türkiye-Irak zirvesi ve Kürt düşmanlığı
"Soykırımla suç ortaklığına son verin!"
Sömürgeci devlet "savaşa" hazırlanıyor
1 Mayıs'ta alanlara!
"Dünya, Ortadoğu ve Türkiye" paneli
Gazze'de açlık soykırımını durdurun
Moskova katliamı.
Alman emperyalizmi zorunlu askerliği tartışıyor
Paskalya yürüyüşlerinin dünü bugünü.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Güney Kürdistan kuşatması ve trajedi

A. Serhat

 

Ortadoğu’nun en kadim sorunlarından biri olan Kürt sorunu gerici bölge devletlerinin olduğu kadar başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin de dahil olduğu karmaşık bir denklem olma özelliğini koruyor. Bölgedeki dört büyük ülkenin “yumuşak karnı” olan bu sorunun son çeyrek yüzyılda Irak ve Suriye’nin destabilize edilmesinde kolaylık sağlamış olması, bölgesel güç olan Türkiye ile İran’ı tedirgin etmiştir. 2003 yılında başlayan ikinci körfez savaşının Irak’ta Kürtler lehine yarattığı kimi imkanlar, Suriye’de başlatılan iç savaş sonrası Kürt hareketinin Rojava’yı kontrol altına alması, özgünlüğü farklı olsa da ikisi de Kürt sorunu barındıran Türkiye ile İran’ın tedirginliğini arttırmıştır. İçerde Kürt halkına nefes aldırmayan bu iki gerici İslamcı faşist aktör Güney Kürdistan ve Rojava’da ki özerk idari yönetimleri yok etmek için fırsat kolluyorlar.

Uluslararası boyut kazanan Kürt sorunu bölgedeki statükoya yeni bileşenlerin dahil olmasına ve farklı çıkarların çatışmasına yol açacak bir potansiyel barındırıyor. Bölgenin dengelerini derinden etkileyen ve yepyeni bir düzlem oluşturma olanaklarını barındıran bir sorun karşısında İran ve Türkiye gibi ülkelerin seyirci kalması beklenemez. Hele de Irak’la Suriye’deki parçalanma ve merkezi otoritenin zayıflamasından dolayı operasyonlara açık hale gelmiş olmaları orta yerde dururken. Bu saiklerle hareket eden İran ve Türkiye, Bağdat ve Şam üzerinde basınç oluşturarak Güney Kürdistan ve Rojava’yı kuşatıp boğma hesaplarıyla meşguller.

***

Güney Kürdistan’a yönelik saldırıları KDP’nin de desteğiyle Süleymaniye’ye kadar vardıran sömürgeci Türk devleti, güneyin merkezi noktalarına askeri saldırıları kolaylıkla yapabilecek bir lojistik ağ oluşturdu. Kuzeyin en stratejik bölgeleri olan Zaxo, Duhok ve Hewler KDP’nin işbirliğiyle bu lojistik ağın ana üsleri haline getirildiler. Alan hakimiyeti genişledikçe saldırganlığı artıran sömürgeci Türk devleti, onunla barışık davranmayan Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB/YNK) ile diğer Kürt örgütlerini hedef haline getirmiştir. Son dönemlerde YNK’ye dönük tehditler, Süleymaniye sokaklarında MİT’in gerçekleştirdiği infazlarla eyleme dönüştü. Bafel Talabani’nin bizzat İslamcı-faşist rejimin şefi Erdoğan tarafından ismi zikredilerek tehdit edilmesi Ankara’daki histerinin şiddeti hakkında fikir veriyor.

Güney Kürdistan da KDP dışında farklı bir aktör görmek istemeyen Türk devleti kapsamlı bir operasyon ve işgal planını dördüncü yılını geride bırakan Pençe-Kilit operasyonlarıyla devreye koymuş olsa da hedeflerine ulaşamadı. Irak merkezi hükümetiyle de ilişkileri gergin ve sürdürülemez bir hale gelince yeni suç ortakları arayışına girmek durumunda kalmış ve bu konuda kısmi bir başarı kazanmış görünüyor. Dışişleri, İstihbarat ve Genelkurmay üçlüsünün Barzani sarayını tavaf etmeleri, Bağdat’ta yeşil vadi ziyaretleri ve ardından yapılan açıklamalar, servis edilen fotoğraflar yeni bir dönemi “muştuluyor” izlenimi veriyor.

Irak merkezi hükümetinin oluru alınmadan önce Türk diplomasisi Erbil-Bağdat dışında asıl adres olan Washington’da fazladan mesai yaptı. En nihayet Türk Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve MİT’in başındaki şahısların son aylarda Bağdat ve Erbil’e yaptıkları ziyaretlerin sonuçları hafta içi yapılan heyetler arası görüşmelerde bir sonuca bağlanmış görünüyor. Bağdat’ın terör örgütleri listesinde bulunmayan PKK’yi “yasaklı örgüt” ilan etmesi ve Irak sınırları içinde örgüte dönük ortak operasyonların yapılacağının deklere edilmesinin sahaya nasıl yansıyacağı bilinmez ama bunun Türk devleti için bir kazanım olduğu kesin.

Bağdat-Ankara “Strateji Ortaklığı” metninde ön plana çıkan bir başka başlık ise Irak petrolü ve doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması için yeni bir enerji koridoru ve ticaret hattının hayata geçirilecek olmasıdır. Hakeza Türkiye’nin elinde bir silaha dönüşen Fırat ve Dicle sularının kullanımı da bir başka önemli başlık olarak metinde yer aldı.

Basra’dan başlayıp Kerkük’ü içine alarak kuzeye ilerleyeceği söylenen enerji ve ticaret hattı, Kürt coğrafyasına bilinenin de ötesinde stratejik bir önem kazandırıyor. Varılan anlaşmada pek sözü edilmese de “Irak’ın toprak bütünlüğü”, “Teröre karşı işbirliği ve ortak operasyon” gibi vurguların yer alması, Şengal bölgesinin Haşdi Şabi güçlerinin (demek oluyor ki İran’ın hassasiyetleri de gözetilmiş) kontrolüne devredileceği izlenimi veriyor. Özellikle PKK’nin bu alandan uzaklaştırılmasına Türk devleti özel bir önem atfediyor. Dengelerin pamuk ipliğine bağlı olduğu bölgede bir deklarasyonla kalıcı sonuçlar elde edilmesi kolay değil. Ancak bu olasılık gerçekleşir ve PKK Şengal’da tutunamazsa Kürt hareketinin Rojava’ya müdahale şansı ve kabiliyeti büyük bir darbe alacaktır.

Öte yandan Türk devletinin KDP’yi “ortak operasyonlar” konusunda ikna etmesi ise, PKK’yi daha güneye çekilmek zorunda bırakacağı, alan tutma ve siyasal süreçleri etkileme konusunda sınırlayacağı yönünde değerlendirmeler var. Güney Kürdistan halkı nezdinde eski itibarı olmayan KDP şefleri, iktidarlarını korumak için PKK’nin daha iç bölgelere çekilmesini ve YNK’nin işgalci Türk ordusunun hedefi haline gelmesini arzu ettiğine dair veriler var.

KDP’nin, Kürt halkına ve kazanımlarına karşı bir yıkım olarak da tanımlanabilecek bu “Mini Bağdat Paktı”nın parçası haline gelmesinin gerisinde Barzani ailesinin kirli çıkarları da var. Ortada bir hesap hatası yoksa -ki burası Ortadoğu ve çıkma ihtimali çok yüksektir- Nisan ayında Irak’ı ziyaret edecek olan İslamcı faşist rejimin başı Erdoğan’dan işgal saldırısının “müjdesini” duyma ihtimali yüksektir.

***

Türk sermaye devletinin dümeninde oturan İslamcı-faşist iktidarın öncelikli hedefi güneydeki işgali kalıcı kılmak, Rojava’da ise 30 km derinlikte bir tampon bölge oluşturmak için bir oldu bitti yaratmaktır. Hazır Ukrayna, Filistin, Güney Kafkasya ön plandayken, başkanlık seçimleri öncesi Biden yönetiminden icazet alınabilirse “Kürdistan’a sefer” başlatmak için istedikleri koşullar oluşmuş olacak. “Tarikat kardeşleri” Barzanigillerin ise çürütüp kokuttukları güney Kürdistan’daki rejimi ayakta tutmak için vermeyecekleri taviz yokken bu fırsatı kaçırmak olmaz!

Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlar haraç mezat bir ihanetin kurbanı olmaya aday görünüyor. Yıllardır Kürt petrolünü ve doğal gazını İsrail ve Türkiye’ye pazarlayıp dolar milyoneri olan bir kastın yönettiği özerk bölge devasa sorunlar biriktirmenin ötesinde Kürt yoksul kitleleri ve emekçiler için bir cehenneme dönmüştür. Yıllardır içinde debelendikleri ekonomik ve siyasal sorunları kurdukları baskı rejimiyle kontrol altında tutmaya çalışan bu basiretsiz ağalar topluluğu, bölgeyi patlamaya hazır bir barut fıçısına dönüştürdüler.

Nüfusu 6 milyonu bulan Özerk Kürt Bölgesi’nin an itibariyle ödenmesi mümkün olmayan 36 Milyar dolar borcu var. Memur maaşlarının iki yıldan beri düzenli ödenmemesi, artan işsizlik, derin yoksullaşma gibi temel sorunlar da var. 500 bin civarında paralı askeri (Peşmerge) ile dünyanın en basiretsiz ordularından birine sahipler ancak hiçbir caydırıcılık güçleri bulunmuyor. 2014 Yılında IŞİD’in Şengal’i işgali karşısında 12 bin Peşmerge tek bir kurşun atmadan bölgeyi terk etmiş ve Yezidi Kürtleri islamcı terör şebekesinin, olmayan insafına bırakmıştı. Bugün de Bağdat’ta kurulan masada figüranlık yapmaktan başka fonksiyonu olmayan bu yapının komuta kademesi Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmaya yeminli Türk, Pers ve Arap sömürgeciliğinin sofrasında başrolü kapabileceğini sanıyor.

En son 2017 yılındaki bağımsızlık referandumu öncesi Batılı emperyalist güçlerle kurdukları masaya güvenmişlerdi. Ancak sonunda o masanın gadrine uğrayıp orta yerde bırakıldılar. Görünen o ki bu masadan da geriye yıkımdan başka bir şey kalmayacak. Güney Kürdistan’da Kürt halkının başına musallat olmuş bu ortaçağ kalıntısı zihniyet için Kürt halkının hakları ve özgürlüğü, iktidarda kalma hesaplarının argümanı olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.

Hezimete dönüşen referandum sonrası sergiledikleri iradesizlik yönetim aygıtı şeflerinin sınıfsal kimliğine denk düşen bir tutumdur. Irak Merkezi Ordusu ve İran destekli Haşdi Şabi güçlerinin ortak operasyonları sonucu Kerkük ve Sincar (Şengal) başta olmak üzere en az mevcut Güney Kürdistan’nın büyüklüğü kadar toprak kaybına yol açmış bir yönetimin unsurlarını ancak bir Divan-ı Harp paklar.

Mazlum bir ulusu çaresizliğin girdabına itip onun kaderiyle acımasız bir şekilde oynayan sömürgeci güçlerin oyuncağına dönüşmüş önderlikler, sorunun bizzat kendisi halini gelmişlerdir. Bölge halkları içerisinde bütün olanaksızlıklara rağmen Kürt emekçi ve yoksul kitleleri gelişmelere açık sosyolojisi ve politik duruşuyla sözkonusu önderliklerin çok ilerisinde bir yer tutmaktadır. Lakin Kürt sorunu sadece Kürt hareketleri ve gerici sömürgeci güçler arasındaki “savaş ve barış” ikilemine hapsedilerek çözülebilecek bir sorun olmaktan çıkmıştır. Kürt tarihi isyanları, yenilgileri ve kazanımlarıyla bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Bugünün dünyasında Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulunabileceğini iddia edenler ancak budala olabilirler. Döne döne kendini tekerrür eden bir sorun ve bölge halklarıyla içiçe geçmiş bir ulusal meselede eğreti çözümlere fit olunmayacaksa eğer, bölgesel çapta bir çözüm tek şanstır. Böylesi bir çözüm ise ancak bölgenin bütün ilerici-devrimci dinamiklerini kucaklayan, halkları kardeşleştiren devrimci sosyalist bir programla mümkündür.