İçindekiler:

10 Nisan 2024
Sayı: KB 2024/06

Seçim aldatmacası geride kaldı.
"Hezimet Sarayı"ndan tehdit salvoları
31 Mart yerel seçimleri üzerine
Saray rejimi İsrail'le suç ortaklığını itiraf etti
"IMF'siz IMF programı" kararlılıkla uygulanacak!
"Sömürü ve sosyal yıkımı derinleştirin"
BİRTEK-SEN'e idari para cezası.
Küçükçekmece 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Gebze 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Şerif Aygün 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Esenyurt 1 Mayıs Hazırlık Komitesi çağrısı
Zeren Ertaş 1 Mayıs Hazırlık Komitesi
Yerel seçimler ve sonrası
Güney Kürdistan kuşatması ve trajedi!
Kapitalistlere yeni kıyak!
Türkiye-Irak zirvesi ve Kürt düşmanlığı
"Soykırımla suç ortaklığına son verin!"
Sömürgeci devlet "savaşa" hazırlanıyor
1 Mayıs'ta alanlara!
"Dünya, Ortadoğu ve Türkiye" paneli
Gazze'de açlık soykırımını durdurun
Moskova katliamı.
Alman emperyalizmi zorunlu askerliği tartışıyor
Paskalya yürüyüşlerinin dünü bugünü.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Paskalya yürüyüşlerine dair bazı dersler

K. Ali

 

“Kapitalistler dünyayı paylaşıyorlarsa, bunu, kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma düzeyi, kâr sağlamak için kendilerini bu yola başvurma zorunda bıraktığından yapıyorlar. Ve dünyayı, mevcut “sermayeleri”, “güçleri” oranında paylaşıyorlar, çünkü kapitalizmin ve meta üretimi sisteminin var olduğu bir ortamda daha başka bir paylaşma biçimi söz konusu olamaz.” (Lenin, Emperyalizm Sf. 85)

60 yılı aşkın bir süredir Almanya’da yapılan Paskalya yürüyüşleri bu yıl 28 Mart-1 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen eylemlerle tamamlandı. Paskalya Yürüyüşü Bilgi Merkezi yaptığı açıklamada, “yürüyüşler, bisiklet gösterileri, mitingler ve barış ayinleri dahil olmak üzere 120’den fazla farklı eylem yapıldığını” belirtti.

Merkezin sözcüsü Willi van Ooyen, mitinglerde yapılan konuşmalarda “Nükleer silahların kaldırılması, silah sevkiyatı yerine diplomasi yoluyla çatışmaların yatıştırılması ve yeniden silahlanma yerine silahsızlanma gibi barış hareketinin klasik konularının ele alındığını” açıkladı. Alman hükümetine yönelik temel taleplerin ise, “Ukrayna’daki savaşın Almanya’nın diplomatik girişimleriyle yatıştırılması, Ukrayna ve İsrail’e silah sevkiyatının durdurulması” olduğunu belirten van Ooyen şunları da söyledi:

 “Alman siyaseti dünyanın dört bir yanındaki ölümlerde büyük sorumluluk taşıyor. Bu nedenle savaşa karşı ve barıştan yana direnişimiz devam edecek… Bu yılki Paskalya yürüyüşlerine, bir önceki yıla göre biraz daha fazla insan katıldı. Paskalya yürüyüşleri olan şehirlerden katılımcıların sayısına ilişkin geri bildirimler sürekli olarak olumluydu… Paskalya yürüyüşleri Alman hükümetine barış, diplomasi ve silahsızlanma için açık bir mesaj gönderdi.”

***

Onlarca yıllık bir geleneğe sahip olan Alman barış hareketi, Paskalya yürüyüşleri de dahil katılım bakımından en görkemli yıllarını 1970’lerin sonu ‘80’lerin başında yaşadı. Silahlanma ve savaş tehlikesine karşı yapılan yürüyüş ve mitingler, yüzbinlerce kişinin katıldığı dev gösterilere dönüşüyordu. Kitlesellik bakımından oldukça güçlü ve görkemli olan barış hareketi ideolojik ve politik bakımdan ise bir o kadar geri ve güçsüzdü.

Alman emperyalizmine karşı tek tutarlı talep ortaya koyamayan bu hareket, silahsızlanma ve barış söylemlerini SSCB ve “emperyalizm” vurgusu yapmadan ABD ve NATO’ya karşı olma sınırlarında kalmaya özen gösteriyordu. Barış hareketinin başını çekenlerin üzerinde durdukları geri, milliyetçi-reformist zemin, Almanya/Avrupa merkezli emperyalistleri “barış güçleri” olarak lanse ediyordu. Bu çevreler, eylemler üzerinde kurdukları hegemonya vasıtasıyla yerli ve göçmen ilerici-devrimci hareketlerin ideolojik bozulmaya uğrayıp tasfiye olmalarında rol oynadılar.

Yeşilleri döl yatağında büyüterek doğumuna ebelik yapan barış hareketinin üzerinde yükseldiği reformist-milliyetçi bataklık, bazı sol örgütlerin tasfiyesi ve Yeşiller içerisinde eritilmesinin zemini oldu. Yeşiller ise, son yıllarda açıkça görüldüğü gibi emperyalizmin ve emperyalist savaşların bekçiliğini en rezil bir şekilde yapıyorlar. Ukrayna savaşı ve ırkçı-siyonist İsrail rejiminin Gazze’de yaptığı soykırım karşısındaki tutumları ibret vericidir.

*** 

1980’lerde ABD’ye karşı güçlü bir çıkış yapan ve NATO’nun Pershing II füzelerinin konuşlandırılmasına karşı çıkan barış hareketini eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutan Erika Wehling-Pangerl şöyle diyor:

‘’Alman milliyetçiliği, daha önce gerici girişimler için kesinlikle söz konusu olmayan bir şekilde kitleler arasında neredeyse fark edilmeden büyüdü. ‘Barış için’ düzenlenen büyük mitinglerde ABD ve Sovyetler Birliği kınanıyor ve ‘Alman-Alman (Batı Almanya-Doğu Almanya) ilişkileri’ ile Demokratik Alman Cumhuriyeti’ni istikrarsızlaştırmak için rahatsız edilmeden çalışarak kendi ülkelerindeki asıl düşmanın üstü örtülüyordu.” (Neues vom Hauptfeind, 2012, S. 34)

***

‘80’li yılların barış hareketinden ders çıkartmayan ya da çıkartamayan Barış ağı sözcüsü, Ukrayna savaşında olduğu gibi Gazze soykırımının da baş sorumlularından olan Alman emperyalizmini suçlayarak ona karşı mücadelenin önemini vurgulamak yerine “Alman siyaseti dünyanın dört bir yanındaki ölümlerde büyük sorumluluk taşıyor” demekle yetiniyor. Böylece Alman tekelci kapitalizminin emperyalist suçlarını siyasetçilerin üstüne yıkarak en hafif deyimle emperyalistlerin suçlarını gizlemeye çalışıyor.

 “Savaşa karşı ve barıştan yana direnişimiz devam edecek” diyen sözcü, “direnişin” sınırlarını da Paskalya yürüyüşleri vesilesiyle Alman hükümetine “barış, diplomasi ve silahsızlanma için açık bir mesaj göndermek”le sınırlıyor. Ukrayna savaşına ABD emperyalizminden sonra mali ve askeri destek veren ikinci devlet olan Alman emperyalizmine barış için diplomatik bir misyon biçmek eğer akıl tutulması değilse emperyalizm yandaşlığıdır.

‘80’lerin barış hareketinin ‘’kendi ülkelerindeki asıl düşmanın üstünü örterek” sokak eylemleri içerisinde ve bazen de militanca “direnerek” büyüyen Yeşillerin geldiği yer bile günümüzün “uslu” barışseverleri için öğretici olmuyor. Önceleri içerisinde yuvalandıkları Yeşilleri terk ederek sol parti içerisinde yuvalanan bu barış güvercinleri için Sol Parti›nin milliyetçi-reformist zeminde yükselen anti-NATO’culuğunun sınırlarının açığa çıkmasına vesile olan, Ukrayna savaşı ve Gazze soykırımıyla birlikte hızla Alman emperyalizmi ve NATO savunuculuğuna (elbette ‘sert’ eleştiriler eşliğinde) evrilmesi de bunlar için öğretici olmadı. 

Emperyalist savaşların nedenlerini, modern emperyalist politikaların tekelci kapitalizmle olan bağını doğru açıklamaktan kaçınan veya bu yeteneği gösteremeyen politik güçlerin insanlığa karşı toplu bir cinayet ve kıyım, doğayı harap eden emperyalist savaşlara karşı tutarlı bir politika geliştirmelerini beklemek beyhudedir. Eylemlere kitlesel katılım toplumdaki savaş karşıtlığının bir yansıdır. Ancak işin başını çekenlerin reformist hayal ve çabaları, ‘’…emperyalizmle tröstler arasında, dolayısıyla emperyalizmle kapitalizmin temelleri arasında bulunan çözülmez bağları görmekten de kaçındığı sürece, “masum bir dilek” olarak kalacaktır.” (Lenin, age. Sf. 134)