Neo-liberal saldırıların anayasası...
GATS ve eğitim alanında saldırı
Kapitalizmin temel karakteristiklerinden biri olan rekabet ve yeni pazarlar sorunu, dünya ölçeğinde yaşanan krizlerle beraber yakıcı bir önem kazandı. Özellikle 70lerde derinleşen ekonomik kriz burjuvaziyi yeni çözümler aramaya itti. Öncesinde farklı ve karmaşık bir dizi nedenle sosyal devlet, kamu yararı, işgücünün geliştirilmesi gibi kavramlarla belirlenen burjuva ekonomi politikası gelinen yerde artık değişmek zorundaydı. Neo-liberal ideoloji bu değişim ihtiyacının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Daha önce kamu yararı için geliştirilen ve gün geçtikçe devasa bir pazar haline gelen hizmet sektörü farklı bir bakış açısı ile ele alınmaya başlandı. Neo-liberal ideoloji hizmet sektörünü kamusal bir alan olarak değerlendirmekten vazgeçerek, onu özel girişim rol alabileceği bir pazar olarak tanımladı. Böylelikle uğruna büyük savaşlar verilen tüketim pazarları için yeni alanlar açılmış oldu. Bu pazarların, trilyonlarca doların el değiştirdiği pazarlar olması gerçeği burjuvazi için iştah kabartıcı bir durumdu. Ancak neo-liberal politikaların hemen uygulanmasının güçlükleri vardı. Bu; kazanılmış haklarının ellerinden alınmasına izin vermeyecek olan toplumsal muhalft hareketleri, bu hareketler içerisinde de en etkili olan işçi sınıfı hareketi idi. Bu nedenle bu politikalar uzun bir sürece yayıldı. Bugün ise kararlı adımlarla uygulanmaya devam ediliyor.
Bu politikaların temel uygulatıcısı konumunda DB, İMF, DTÖ gibi emperyalist kurumları görüyoruz. Bu politikaların nasıl uygulandığı konusunda ise Türkiyede yaşananlar belli bir açıklık sağlıyor. İMF ya da DBnın istikrar programları; noktasına, virgülüne dokunulmadan benimseniyor ve uygulanmaya başlanıyor. Son birkaç yıl içinde bu olgu oldukça çarpıcı ve çıplak bir biçimde gerçekleşti. Emperyalistler bununla da yetinmediler, bizzat kendi memurlarını bu ülkenin ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak atadılar.
İMF ve DB ya da DTÖ, politikalarını hedef ülkelere belli anlaşmalarla uygulatmaktadır. Açık ya da gizli olan bu anlaşmalar hedef ülkelerin uzun vadeli ekonomik ve siyasi politikalarını belirliyor. MAİ, MİGA ya da uluslararası tahkim, adını duyabildiğimiz ve az çok içeriğini öğrenebildiğimiz temel anlaşmalar. İşte GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) da böyle bir anlaşma.
GATSın tarihi
1947de imzalanan ve 143 üyesi bulunan GATT (Tarife ve Ticaret Genel Anlaşması) 1994teki Uruguay raundunda WTOya (Dünya Ticaret Örgütü) dönüştürüldü. Aynı yıl hizmet ticaretini uluslararası burjuvaziye açan GATS anlaşması imzalandı. DTÖdeki 143 (bu sayı 1 Ocak 2002 itibariyle 144 olmuştur) ülkeden 40ı eğitimi bu anlaşma doğrultusunda uluslararası pazara açtıklarını ilan ettiler. GATT 40 yıla yakın bir süredir uluslararası mal ticaretini düzenliyordu. Fakat GATS daha fazlasını, dünya hizmet ticaretini düzenleyen bir anlaşma oldu. GATTtaki iki temel özellik GATSta da mevcut. Bunlar;
- Anlaşmanın tüm özellikleri imzacı ülkelerin hepsi için geçerlidir.
- Anlaşmaların gerekleri, ulusal şirketler kadar uluslararası şirketleri de kapsamaktadır.
GATS kapsamı ve genişliğiyle neo-liberal politikaların eksiksiz bir uygulayıcısı rolüyle tarihe geçti. GATSın farklı bir özelliği, her geçen gün anlaşmanın sınırlarının genişlemesidir. Kısa aralıklı müzakereler şeklinde ilerleyen GATS süreci, uluslararası sermayenin belirleyiciliğinde, üye ülkelerin temsilcileri tarafından yapılmaktadır. 2000 yılıyla birlikte hız kazanan müzakereler 15 günde bir DTÖnün Cenevredeki merkezinde gerçekleştirilmektedir.
GATSın kapsamı
GATS genel olarak devlet tarafından verilen kamu hizmetlerinin özel sektöre devrini düzenleyen bir anlaşma olarak tanımlanabilir. GATT ile belirlenen mal ticareti görece basit bir biçimde düzenlenebilirken, GATS ile belirlenen hizmet ticareti oldukça karmaşık bir biçimde düzenlenmektedir. Bunun nedeni, GATSın oldukça geniş bir biçimde içine aldığı hizmet türlerinin biçimi, içeriği ve gerektirdiği kapsamlı yasal ve fiziksel altyapı uygulamalarıdır.
GATSın kapsamı yalnızca bir hizmetin yerine getirilmesi ile sınırlı değildir. Bu hizmetin yerine getirilebilmesi için gerekli olan tüm ürünlerin üretimi de GATSın kapsamı içerisindedir.
GATS ile uluslararası sermayenin yağmasına açılacak olan hizmet alanları şöyle sıralanabilir:
Telekom, posta hizmetleri, görsel ve işitsel iletişim hizmetleri de dahil olmak üzere iletişim; inşaat ve bağlantılı mühendislik hizmetleri; eğitim; enerji, su iletim sistemleri ve atık su işleme; tüm çevresel hizmetler; finansal, mali ve bankacılık hizmetleri; sosyal hizmetleri de kapsayacak şekilde sağlık ve bağlantılı hizmetler; turizm, seyahat ve bu iki sektörle bağlantılı tüm hizmet ve ürünlerin üretimi; kültürel ve sportif hizmetler; kara, hava, deniz ve tüm diğer ulaşım hizmetleri ve diğer hizmet alanları.
GATS ve Türkiye
Anlaşmanın imzacılarından olan Türkiyede de hizmet sektörünü düzenleyen kanunlarda bir dizi değişiklik gerçekleşti. Burada konumuz esas olarak eğitim olduğu için, diğer alanlardaki değişiklikler genel hatları ile ele alınacak.
Türkiyedeki özelleştirme uygulamalarına son yıllarda büyük bir hız verildi. Özelleştirmeler en kârlı hizmet alanlarında gerçekleşti. Son yıllarda iletişim, ulaşım, enerji üretimi ve dağıtımı gibi, temel önemde stratejik hizmet alanları özelleştirildi. Yerel yönetimler yasasından kamu ihaleleri yasasına, belediyelerin sunduğu altyapı hizmetlerine ilişkin yasal düzenlemelere baktığımızda; bu değişikliklerin GATSa uyum yasaları çerçevesinde gerçekleştiğini görüyoruz. Küçük bir örnek verecek olursak; Ankara ve İstanbulda Sular İdaresi, Su ve Kanalizasyon İdaresine dönüştürüldü. Böylelikle bu kurumlar, belediyelerden bağımsız özerk kurumlara dönüştürülerek özelleştirmelerin önü açılıyor. Yine su konusunda verilebilecek bir diğer örnek Antalyadır; Antalyada su hizmetini verme yetkisi bir Fransız su tekeli olan Lyonnaise des Eaux adlı şirkete verilmiştir. Projeye 100 milyon dolar kredi sağlayan DB, ihalenin uluslararası olması şartını koşmuştur.
Örnekler artırılabilir. Ancak bir genelleme yapabilmek için bunlar yeterlidir. Dahası eğitim sorununu ele aldığımızda, daha fazla ve oldukça somut örnekler verebileceğiz. Burada verilen örnekler üzerinden rahatlıkla denebilir ki; Türkiye altına imza attığı GATSın gereklerini fazlasıyla yerine getirmiştir ve getirmeye kararlı bir biçimde devam etmektedir.
GATS ve eğitim
GATS çerçevesinde tam bir yağmaya açılan/açılacak olan eğitim sektörü, anlaşmanın en önemli parçalarından biri. Dünya eğitim sektörü yıllık 2 trilyon dolarlık bir pazar durumunda. 50 milyon öğretmen, 1 milyar öğrenci, yüzbinlerce eğitim kurumuyla eğitim sektörü, burjuvazi için oldukça iştah kabartıcı bir kâr alanı. Dünya toplam ticareti üzerinden dolaşıma giren tutarın 97 rakamlarıyla 5.47 trilyon dolar olduğu düşünülürse, eğitim üzerinden dolaşıma giren 2 trilyon doların çekiciliği kendiliğinden anlaşılır.
Eğitimin piyasaya açılması/ticarileştirilmesi aslında GATS öncesinde varolan bir eğilim. Bunun ürünü olarak daha GATS öncesinde birçok ülkede eğitim belli düzeylerde özel girişime açılmıştır. Özellikle ilk ve orta eğitimde bu gelişme daha hızlı yaşanmış, irili ufaklı bir yığın özel okul açılmıştır. Türkiyede de bu gelişme böyle yaşanmış, özel ilk ve ortaöğretim kurumları mantar gibi ülkenin her yanına dağılmıştır.
Bu durum elbette GATSın eğitimin özelleştirilmesindeki belirleyiciliğini ortadan kaldırmıyor. GATS özelleştirme süreçlerine belirgin bir hız kazandırmakla kalmıyor, daha önce ulusal sermayeye açılan alanları uluslararası tekellere de açıyor. Özellikle 95 sonrasında emperyalist ülkelerde de dahil olmak üzere dünyanın her yanında yeni yasalar ve uygulamalarla hız kazandırılan eğitimin ticarileştirilmesi sürecini daha yakından ele aldığımızda göreceğiz ki, GATS oldukça hızlı ve yaygın bir uygulama alanı haline gelmiş durumda.
GATS sürecini başlatan DTÖ belgelerinde eğitim bir kamu hizmeti olarak değil, pazar olarak tanımlanıyor. Aynı belgelerde eğitim pazarı beş kategoriye ayrılıyor: İlköğretim, ortaöğretim, üniversite, yetişkin eğitimi ve diğer eğitim. İlk ve ortaöğretim kurumlarının özelleştirilmesi, yüksek öğretimin özelleştirilmesine göre görece daha zor. Ve eğitim ticareti açısından en kârlı ve verimli alan yüksek öğretim alanı. 95 yılında yüksek öğrenim ticaretinin 27 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. 90ların başında kendi ülkesi dışında eğitim gören öğrenci sayısı ise 1.5 milyon civarında. Günümüzde rakam en az birkaç kat artmış olmalı.
Yüksek öğretimin uluslararası piyasalara açılması önündeki başlıca sorunlar, öğrencilerin ve öğretmenlerin ülke dışına çıkması ve eğitim hizmetini alacakları ülkelere girmesi sırasında yaşanan sorunlardır. Milyonlarca öğretmen ve öğrenci için pasaport ve vize almak, gümrük sınırlarına takılmak temel sorunlar. Ancak bu sorunlar için de çözümler bulunmuş. Uzaktan eğitim, sanal üniversite kampüsleri, teknolojinin yardımı ile bulunabilen çözümler arasında. Eğitimde kullanılan teknolojiler arasında audio-konferanslar, video-konferanslar, bilgisayarlar için yeni programlar, CD-ROMlar ve elbette internet var. Özellikle internet aracılığıyla kurulan sanal üniversiteler etkili bir çözüm gibi duruyor. Yeni yeni gelişen bu uygulamaya örnek verecek olursak: Kaliforniya Los Angeles &Uum;niversitesi internet aracılığıyla açmış olduğu sanal ders sayısını 50ye yükseltirken, bu derslere 44 Amerikan eyaleti ve 8 ülkeden öğrenciler devam ediyor. 97 rakamlarıyla Amerikan kolej ve üniversitelerinin %55i uzaktan öğretimi uyguluyor. Bu sanal üniversitelere giriş yapan öğrenci sayısı 1 milyonun üzerinde, 2000 sonrasında bu rakamın 3 katına çıkması bekleniyor. Bu sektör öylesine gelişmş ki, ünlü bir magazin dergisi olan Forbeste siber-üniversiteler arasında yapılan bir karşılaştırmada en iyi 20 siber-üniversite seçilmiş ve bu üniversitelerin isimleri yayınlanmış.
Bir başka örnek ise tamamen sanal bir kampüs olan Western Governers Üniversitesi. Bu üniversite İBM, AT&T, Cisco ve Microsoft gibi tekellerin desteği ile kurulmuş. Üniversitedeki dersler başka bazı üniversitelerdeki öğretim görevlileri tarafından hazırlanıyor ve internet aracılığıyla öğrencilere sunuluyor. Bu sanal üniversite öğrencileri ile internet dışında bir bağlantı kurmuyor. Öğretmenleri devre dışı bırakan bu eğitim tarzı daha fazla kâr amacıyla yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
UNESCOun yaptığı bir araştırmaya göre, uzaktan eğitim veren ülkeler arasında ilk sırayı ABD alıyor. Fransa, Almanya ve İngiltere ise ABDnin ardından gelen ülkeler. ABD ekonomisi içinde eğitim ihracatı önemli bir yer tutuyor. 1996da 7 milyar dolar olan eğitim ihracatı, diğer ihracat kalemleri arasında beşinci sırada yer alıyor.
Tüm dünyada yeni yasa ve uygulamalar
Eğitim ihracatında bir numara olan ABD ülke içindeki eğitimi de ticarileştirmekten geri durmuyor. ABDde eğitimin özelleştirilmesi uygulamaları hız kazandı. Eğitim kurumlarında ticaret zihniyetini geliştiren uygulamalarına daha yakından bakalım: ABDde ilk ve ortaöğretiminde Kanal 1 adlı bir proje gerçekleştiriliyor. Bu proje kapsamında 350 bin okula ücretsiz uydu anteni ve monitör veriliyor. Bu monitörlerden günlük haber programları ve bu haber programlarından daha fazla reklam programları yayını yapılıyor. Yetkililer bu uygulamayı genişletmeye çalışıyorlar. Bir başka reklam örneği ise ders kitaplarından: Bazı şirketler öğrencilere kendi logolarını taşıyan alıştırma kitaplarını ücretsiz" olarak dağıtıyor. Yani sponsorluk olgusu eğitimde de yavaş yavaş yaygınlaşmaya başlıyor.
Almanyada öğrencilerden çok çeşitli adlarla paralar alınıyor. Örneğin Berlinde üniversiteye katkı için her dönem 50 Euro alınıyor. Bazı eyaletlerde ise 13 dönemi aşan her öğrenciden harç alınıyor. Alman yüksek mahkemesi Temmuz 2001 tarihli bir kararıyla bu durumu yasal ilan etmiş durumda. Politikacılar öğrenim ücretinin Almanyada olmadığını iddia etseler de, gelişmeler tüm yüksek öğrenim için ücret uygulamasının bir zaman sorunu olduğunu gösteriyor.
Avusturyada öğrenim ücretleri geçtiğimiz yıl uygulamaya kondu. İngilterede eğitimin tamamen özelleştirilmesi üniversite ve iş çevrelerince açıkça dillendirilirken, hükümet ilk defa eğitimde özelleştirmeyi gerçekleştirdi. Yine İtalyada Berlusconi hükümeti liberal ekonomi politikaları çerçevesinde eğitimi de özelleştirmeyi planlıyor. Hollanda Eğitim Bakanı eğitimin özelleştirilmesi ve uluslararası piyasa açılması konusunda oldukça kararlı. İspanya hükümeti yüksek öğrenimle ilgili yeni bir yasa hazırladı. Bu yasayla yüksek öğrenim kurumları baskı altına alınıyor, üniversitenin kendi finansmanını özel girişimcilerle kurduğu bağlantılarla sağlamasını zorunlu kılıyor. Bizdeki YÖK benzeri bu yasa öğrenciler tarafından büyük protestola konu oluyor. Fransada yıllar boyu süren eğitim reformu eğitimi gizli bir biçimde özelleştirme hedefi güdüyor. 1998de yayınlanan bir raporda, Fransa kolejlerinin tıpkı Anglo-sakson ülkelerinde olduğu gibi özelleştirilmesini öneriyor. Fransız öğrenciler ise eğitimin ticarileştirilmesine, bilimin metalaştırılmasına karşı boykotlar örgütlüyor. Bu boykotlar özellikle 98 Kasım ve Aaık, 2001 Mart aylarında gerçekleşti. Belçika hükümeti ise eğitimin asla özelleştirilemeyeceğini söylüyor. Ancak Belçika üniversitelerinde ücret karşılığında özel şirketler ders verebiliyorlar. Üniversite ise yalnızca bu derslerden ücretsiz sınav yapıyor. İrlandada öğrenci katkı paylarının 3000-4000 Euro düzeyine yükseltilmesi planlanıyor.
Tüm Asyada da eğitimin tekrar düzenlenmesi sözkonusu. Malezya hükümeti üniversitelerin özel şirketlerin araştırmalarına yardımcı olabilmesi için bir yasa hazırlıyor. Üniversitelerin tıpkı bir şirket gibi kâr getiren bir takım işler yapabilmesinin hukuki engelleri ortadan kaldırılıyor. (Bu uygulamanın Türkiyedekine benzerliğini görmek için bkz.Üniversite-Sermaye İşbirliği, Ekim Gençliği, sayı: 51)
Görüldüğü gibi tüm dünyada, özellikle son yıllarda, GATS çerçevesinde atılan bir dizi adım var. Oldukça kapsamlı yasal düzenlemeler ve uygulamalar GATSın ne denli önemli bir yerde durduğunu gösteriyor. Eğitimin ticarileştirilmesi olgusunun özellikle ABD ve Avrupada yaygın ve hızlı biçimde gelişmesi, bu ülkelerdeki sosyal devlet, sosyal adalet kavramlarının ne denli içi boş olduğunu göstermesi açısından da önemli.
Türkiyede eğitim ve GATS
GATSın imzacılarından olan Türkiyede eğitimin ticarileştirilmesi sürecine oldukça hızlı bir biçimde girildi. Türkiyede eğitim sisteminin her düzeyinde özelleştirme oldukça yaygın bir biçimde uygulanıyor. İlk ve orta dereceli özel okullar uzun bir süre önce kuruldu. Bu okullara sunulan devlet desteği ise her geçen gün arttı. Son olarak, yaşanan krizle beraber, yoğun bir talep sorunu yaşayan bu okulların yardımına devlet koştu. Yakın dönemde çıkardığı bir yasa ile bu okullar için vergi ödemelerini kaldırdı.
90ların başında vakıf adı altında özel üniversite kurma hakkı tanındı. İlk kurulan özel üniversitelerden olan Bilkentin kurucusu, aynı zamanda YÖK eski başkanı İ. Doğramacı idi. Doğramacı bu uygulamanın yaratıcılarındandı. Ardından irili ufaklı bir yığın özel üniversite kuruldu. Bu üniversitelere devletin yoğun bir maddi katkısı oldu. Ücretsiz arsa tahsisleri (Sabancı ve Koç üniversitelerinde olduğu gibi), yıllık bütçenin %50lik bölümünün karşılanması, vergi ödemelerinde kolaylıklar ya da vergi indirimleri, sunulan başlıca kolaylıklar. Bütçeden vakıf üniversitelerine ayrılan pay, devlet üniversitelerine ayrılan paydan daha fazla.
Şu sıralar gündemde olan yeni yüksek öğrenim yasa tasarısı da GATSın bir parçası olarak ele alınmalıdır. Üniversiteleri paralı hale getiren ve yüksek öğrenimin tümden ticarileşmesi demek olan yeni yasa GATSın kriterleri ile tam bir uyum içerisinde. Yasanın temel amacı; serbest bir piyasa olmak zorunda olan eğitim piyasasının adil yasalara sahip olmasını sağlamaktır. Bir yanda ücretsiz (ödenen harçları ücret olarak algılamıyorlar) bir eğitim hizmeti veren devlet, öte yanda krizle boğuşan ve büyük bir talep sorunu yaşayan özel üniversiteler! Büyük dengesizliklere sahip bu piyasanın dengelenmesi gerekiyordu. Bunun tek yolu devlet üniversitelerini ücretli bir hale getirmek. Böylelikle piyasada tam bir eşitlik sağlanmış olacak!
Daha önce bu sayfalarda ayrıntılarıyla ele alınan üniversite-sermaye işbirliği, yasa tasarısının temel hedeflerinden biri. Üniversitenin kaynaklarını sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak hedefi ile gerçekleştirilmeye çalışılan bu proje de yine GATSın önemli hedeflerinden biri durumunda. K.Gürüz kendisi ile yapılan bir röportajda eğitimi yarı-kamusal bir alan olarak tanımlıyor. DTÖ de eğitimi bir piyasa olarak tanımlıyor. K.Gürüzün yarı-kamusal eğitimi ile DTÖnün eğitim piyasası arasında özünde bir fark yoktur. Bunu görmek için K.Gürüzün aynı röportajına bakalım: Üniversiteler aynen bir ticari şirketin sahip olduğu para harcama serbestliklerine sahip olmalıdır. İkincisi, yüksek öğretim mutlaka öğrenim ücretine tabi olmalıdır. (Görüuuml;m dergisi). Son derece açık bir dille ifade edilen bu gerçek, bu yasa ile yapılmak isteneni kısaca özetliyor.
Özetle Türkiye, gerek yeni YÖK yasası, gerekse onu aratmayacak bir dizi yasal düzenleme ile GATSa adaptasyon süreci yaşıyor. Yıllar önce başlatılan bu süreç bir hızla ilerliyor.
GATSın eğitim alanında yaratacağı sonuçları özetleyecek olursak; tüm dünyada üniversitelerin özelleştirilmesini sağlamak, öğrenim ücretlerini yüksek düzeylere çıkararak, alt sınıflar için eğitim alma şansını ortadan kaldırmak, öğrenci ve öğretim görevlilerinin akademik-demokratik haklarını tırpanlamak, eğitimi sermayenin ihtiyaçlarına göre belirlemek.
Bu gerçek, GATSa ve onun dolaysız sonuçlarına (yeni YÖK yasası gibi) karşı verilmesi gereken mücadelenin önemini ortaya koyuyor.
|