İş güvencesi yasa tasarısı üzerine tartışmalarla birlikte artan işten çıkarmalar listesine, yakın bir süreçte Komsa işçileri de eklenmişti. Son dönemdeki toplu tensikat girişimlerinin çoğunda olduğu gibi, Komsa işçilerinin işten çıkarılma nedeni de yine örgütlenmeleri oldu. Komsa işçisi Birleşik Metal-İşte örgütlenmişti. Dolayısıyla, işten çıkarma saldırısına karşı başlattığı direnişle sadece genel olarak örgütlenme hakkını değil, somutta örgütlendiği sendikayı da savunmaktadır.
Ancak sendikanın da Komsa işçisini aynı kararlılıkla savunduğunu söylemek mümkün görünmüyor.
Daha da doğrusu, olayı kararlılık, niyet gibi öznel tabirlerle açıklamanın imkanı yok, doğru da olmaz. Bu, Türkiyede iyice oturmuş bulunan bir sendikal anlayışın tarzıdır. Grevci işçiler bu tarzı, Sendika yasal grevden yana. Ancak böyle hak alınmıyor ki! sözleriyle açıklamaya çalışıyor. Oysa Birleşik Metalin şu an Komsada yürüttüğüne yasal grev demek bile doğru olmaz. 12 Eylül faşizminin iş yasalarında bile, grevdeki iş yerine işçi alınması yasaktır. Sendikanın bu tür girişimleri denetlemesi, engellemesi gerekir. Yasal grev, tüm inisiyatifi patrona devredip, grev mekanını terketmek değildir. Açıktır ki, bu tabir sendikacıların dilinde görev ve sorumluluklarından yan çizmenin bahanesi haline getirilmiş bulunmaktadır.
Çoğunluğu genç işçilerden oluşmakla birlikte, Komsa grevcileri örgütsel alandaki bu zayıflıkların farkında görünmektedirler. Nasıl farkında olmasınlar ki? Türedi bir taşeron firma adına işe alınan yeni işçiler, her gün grev gözcülerinin önünden, aynı fabrikaya, aynı tezgahların başına onların durdurduğu üretimi sürdürmek üzere geçmektedirler.
Grev başladığından bu yana, Birleşik Metal-İşin örgütlü olduğu hiçbir işletmeden hiçbir toplu ziyaret, hiçbir dayanışma eylemi gerçekleştirilmemiştir. Oysa, sendikanın önayak olması durumunda bunun işten bile olmayacağı açıktır.
Tüm bu zayıflıkların bir sendikal anlayışın ürünü olduğunu bilmek, bunu kabul etmek anlamına gelmemelidir. Bu anlayış bir yerinden kırılmak zorundadır. Kıracak olansa, bu anlayıştan en büyük zararı gören sendika üyeleri, özelde de grev ve direnişteki işçilerdir.
Komsa grevcileri, farkında oldukları zayıflıklar konusunda sendikaya yüklenmeden, salt kararlılıklarına güvenerek grevi kazanımla sonuçlandırabileceklerini düşünmemelidirler. Kendileri gibi çok fazla örnek vardır. Ve ne yazık ki, inisiyatifin tümüyle sendikaya terkedildiği her durumda, sonuç, direnişin satılması olmuştur. Bu kez buna izin verilmemelidir. Komsa grevcileri geleceklerini ellerine almalıdırlar.
Bu, sendikayı tümden grevin dışında bırakmak demek değildir. Fakat onu görev ve sorumluluklarını yerine getirme konusunda zorlayıcı olabilecek bir örgütlülüğü, sendikanın denetimi dışında bir grev komitesini oluşturmak ve çalıştırmaktır.
Her grevin kazanımının ilk şartı, üretimin tümüyle durdurulmasıdır. Komsada yapılması gereken de budur. İçeri işçi alınması, şu ya da bu yolla, mutlaka engellenmelidir. Patronların devleti kolluk güçlerini Komsa patronunun emrine koşturabilir. Bunu her grev ve direnişte yapıyorlar da. Ancak pes edilmeyecekse, polis engelini aşmanın yolu da düşünülmeli, bulunmalıdır. Her türlü çatışmadan kaçınarak bir kavgayı kazanmak mümkün değildir.
Komsa işçisi bir bakıma şanslı bir dönemde greve başlamış durumdadır. Uzunca bir durgunluğun ardından, sınıf ve kitle hareketinin nihayet yeniden yükselmeye başladığı bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bu sürecin tüm olumluluklarından, grevin güçlendirilmesi için yararlanılabilir ve yararlanılmalıdır. Sınıf mücadelesi bir bütündür. Birbirinden beslenerek ve birbirini etkileyerek ilerler. Komsa grevcileri eylemdeki sınıf kardeşleriyle elele-omuz omuza verirse, hem kendi öz gücüne hem de sınıfına güveni artacak, dolayısıyla zafere bir adım daha yaklaşacaktır.
2001 yılı yağma ve talan bütçesi uygulanıyor...
İMFyle imzalanan 3 yıllık stand-by anlaşmasının sonucu olan ekonomik istikrar programı, İMF heyetinin 20 günlük Türkiye ziyaretiyle, yeni dönemdeki düzenlemelerle birlikte süratle uygulanıyor. İMF acı reçetelerini yazdığı enflasyonla mücadele programını üçüncü kez gözden geçirirken, 2001 yılı bütçesi, para programı, ödemeler dengesi, KİTlerin finasmanı, özelleştirmelere ilişkin yeni düzenlemeler de yapıldı.
Ve ardından İMF heyeti; sosyal yıkım programının bir parçası olan İMF-TÜSİAD 2001 yılı bütçesini hükümetin önüne koydu. Sermaye devleti, heyetin burada olduğu süre içinde her harfi İMFnin elinden çıkan bütçeyi hiç geçikmeden uygulamaya sokmaya başladı. İMF heyetinin uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda hazırladığı 2001 yılı bütçesinin mecliste görüşülmesinin ardından, yeni saldırı programının uygulanmasına sermaye devleti hiç zaman kaybetmeden başlayıverdi.
Sermayenin kâr hırsı üzerinden planlanan 2001 yılı bütçesinden işçi sınıfı ve emekçiye her zaman olduğu gibi Türkiye kapitalizminin yaşadığı krizin tüm yükünü sırtlamak düştü. İşçiler ve emekçiler için işsizlik, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, tensikat, sosyal güvenceden yoksunluk, iş güvencesinin tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelen özelleştirmelerin sistem için yakıcılığı daha da artarak karşımıza çıktı.
İMF heyetinin özelleştirmede ilk sırayı alan kâr marjı yüksek olan KİTler için hedeflediği reformların planlanan zaman diliminde tamamlanmamış olması, son ziyaretin gündem maddelerinden biriydi. Bir yıl önce yapılan stand-by düzenlemesinde belirlenen hedeflerin gerisinde kalınmış olması, İMF heyetinin yeni düzenlemeler getirmesine neden oldu.
Ve 2001 yılı bütçesinin mecliste görüşülüp onaylanmasının ardından, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bir açıklama yaptı: Fondaki bankalar elden çıkarılacak, Telekom ve Türk Hava Yolları özelleştirilecek, bütçe dışındaki fonlar tasfiye edilecek.... Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), yıl sonunda 5.2 milyar dolarlık özelleştirme geliri hedeflemesine karşın, bunun sadece 2.7 milyar dolarını gerçekleştirebildi.
Bu ziyaretle özelleştirmeye ilişkin yapılan konsültasyonla yeniden yapılanma çalışmaları ele alındı. ve İMF-TÜSİAD hükümeti hiç geçikmeden yeni bir iyi niyet mektubu kaleme aldı. Aralık ayında İMF genel kuruluna sunulması beklenen iyi niyet mektubunun onaylanmasının ardından, yaklaşık 300 milyon dolarlık stand-by kredi dilimi serbest bırakılacak. Stand-by kapsamındaki gözden geçirme görüşmelerinin tamamlanıp, kamu bankalarının özelleşmesine ilişkin tasarının meclisten geçmesiyle de, İMF ve Dünya Bankasından gelecek 1 milyar dolarlık kredinin önü açılacak. Böylece kamu bankaları özelleştirilecek! Fondaki 10 bankanın satılması ve kamu bankalarının özelleştirilmesinin ardından, 4 milyar dolarlık stand-by kredisi sermayeye akıtılacak.
Emperyalist-kapitalist sistem ve işbirlikçisi Türkiye burjuvazisi, kendi sınıf çıkarları doğrultusunda eksik kalan özelleştirmelerin tamamlanması konusunda kararlı. İlk planda özelleştirilmesi gündemde olan ve bundan önceki süreçte KİT statüsünden çıkarılan Türk Telekomun, ekonomik istikrar paketlerine göre bu yılın son aylarında özelleştirilmesi tamamlanacak.
İletişim, ulaşım, sağlık, enerji ve eğitim sektörlerindeki özelleştirmelerin son sürat bitirileceği, son ziyaretin temel gündem maddelerinden biriydi.
Ayrıca uygulanan ekonomik istikrar programıyla istikrarlı bir şekilde kârları eritilen KİTlerin 2 katrilyon 316 trilyon olarak planlanan kârı, 700 trilyon olarak kalıyor. Özelleştirme amacı çerçevesinde KİT'lerin statülerinin değişmesi ile kârları azaltılacak KİTlerin, 2001 yılında yapacağı net iç borçlanma ile maaş ve ücret ödemeleri 2000 yılının altında kalacak. Bunun da anlamı şu: % 0 zam dayatmasıyla özelleştirmeler öncesi emekçiler daha da yaşanılmaz bir yaşama mahkum edilecekler. Böylece özelleştirmelerin de zemini iyici döşenmiş olacak.
İMFnin direktifleriyle özelleştirelecek olan devlet bankaları ise, yeni çıkarılacak KHKlar ile yasal düzenlemeleri bekliyor. Bunun içinse meclisten Vakıfbankın özelleştirilmesinin önündeki engeller bir çırpıda kaldırıldı. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen yasayla bankanın sermayesinin yüzde 75ni kapsayan hükümler kaldırıldı. Ancak hisselerin yüzde 25i bundan önce özelleştirilebilirken, bunun önündeki engel de kaldırıldı. Ayrıca Halk, Ziraat ve Emlak bankaları, bulunacak uygun kılıfla KİT statüsünden çıkarılmadan, bir şekilde satışa çıkarılmaya başlanacaklar.
Böylesi süreçte yatağan termik santralinde, tekelde özelleştirme karşıtı başlayan hareketlilikler ve sermayenin bu uygulamadaki kararlığıyla karşı karşıyayız.