Hükümet, sermaye grupları ve sermaye medyasının ekonomi düze çıkıyor yalanları sürüyor. Söylenenlere bakılırsa ülke ekonomisi sürekli olarak gelişip güçleniyor. Borsa rekor üstüne rekor kırıyor. Tabii bu arada biz de sürekli zenginleşiyoruz! Oysa yaratılmaya çalışılan yanılsamanın ardındaki tek gerçek büyüyen işsizlik, artan enflasyon ve sefalettir.
Başbakanlık bünyesinde hazırlanan bir rapor bunu bir kez daha tüm açıklığı ile ortaya koydu. İstihdam Koordinasyon Kurulunun hazırladığı rapora göre; son on yıllık süreç içinde nüfus %19.6 oranında artarak 58.3 milyondan 69.7 milyona yükseldi. Buna karşın istihdam ise 19.1 milyondan ancak 20.3 milyona çıkabildi. Rapora göre Türkiyede her 3 kadından 2si işsiz. Eğitimli her 3 gençten 1i işsiz. Bu kadar yoğun işsizliğe rağmen eğitim görmesi gereken çocuklar ortaçağ koşullarında çalıştırılıyorlar, hiçbir sosyal güvenceleri yok.
Bu rapora, umudunu keserek iş aramaktan vazgeçen 1 milyona yakın işsiz dahil edilmemiştir. Buna rağmen işsizlik bu denli yüksektir. Gerçekte gizli işsizlerle birlikte çalışabilir nüfusun %38.5i işsizdir.
Her krizden sonra görülen nispi iyileşme krizden çıkış ve ekonominin düzelmesi olarak yansıtılmaya çalışıldı. Bu propaganda belli ölçülerde etkili olsa da, nispi iyileşmeler dışında ekonominin kötü gidişatı devam ediyor. Gerçekler bu yalanlara inanmak isteyen herkesin yüzüne bir tokat gibi çarpıyor. Durum o kadar kötü boyutlara ulaşmış durumda ki, devletin kendi hazırladığı raporlar bile gerçeği ortaya koymak zorunda kalıyor. Sermaye grupları kâr rekorları kırıyor, borsa sürekli yükseliyor. Ama bunun öteki yüzü, artan işsizlik, yıkım ve yolsulluk oluyor.
Raporun verilerine göre, son 10 yılda işbaşına geçen hükümetlerin uyguladıkları İMF programları işçi sınıfı ve emekçilere yıkım dışında bir şey verememiştir. Buna şaşırmak için bir neden yok. Zira işsizlik kapitalizmin kronikleşmiş yapısal sorunlarından biridir. Kapitalist sistem egemenliğini sürdürdükçe işsizlik varlığını sürdürecektir. Ekonomi politikalarının uygulayıcıları değişse de, yarattığı sonuç hep aynı olacaktır. Çünkü hepsi aynı sınıf adına aynı politikaları uyguluyorlar. Hepsi İMF tarafından hazırlanan ve yapısal uyum adı verilen politikaları uygulamak zorundalar. Bu politikaların doğal sonucu ise, yaşanan krizin faturasının işçi sınıfı ve emekçilere kesilmesidir.
Hükümet adına konuşan Unakıtan, özelleştirme kapsamında bulunan kamu kuruluşlarındaki çalışanların sözleşmeli personel haline getirileceğini açıkladı. Böylece 70 bin işçi iş güvencesini tamamen kaybedecek ve ilk fırsatta da kapının önüne konabilecektir.
Sermaye iktidarının kendi hazırladığı raporlar bile bu düzende emekçiler için bir kurtuluş yolu olmadığını belgeliyor. Rapora göre, mevcut durumun devam ettiği koşullarda işsizlik oranının giderek artacağı ve 2010-15 yılları arasında en yüksek seviye olan %19a ulaşacağı tahmin ediliyor.
İşsizlik sadece işsiz kalanlar için değil, halen çalışan kesimler için de oldukça önemli bir tehdit durumunda. İşsizlik baskısı altında iş işçi sınıfının ayağındaki prangaya dönüşebilmiştir. Patronlar işsizlik tehdidi ile işçilere kendi koşullarını kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bunu artık doğrudan hükümet temsilcileri de ifade edebilmektedirler. Hakları için direnen ve kendi taleplerini yükselten işçi sınıfı bölükleri karşısında hükümet elinizdekilerin kıymetini bilin, kapıda iş bekleyen milyonlarca işsiz var diyebilmektedir. Yanı sıra özellikle zam dönemlerinde patronlar işsizlik baskısını kullanarak çok keyfi dayatmalarda bulunabilmektedir. Yeni yıl zamları bu tehditler eşliğinde ya çok düşük oranlarda yapıldı ya da açıktan %0 zam dayatmasında bulunuldu. İşsizlik korkusu nedeniyle bu tehdit işçiler tarafınan pek çok yerde sessizce karşılanabildi.
Bu saldırıları durdurabilecek tek güç işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir. Ancak sınıfsal bir karşı duruşla bugün sergilenen pervasızlığın önüne geçilebilir, krizin faturası kapitalist patronlara ödetilebilir.
AKP ve CHP arasında süren ağız dalaşı...
Düzen partileri arasındaki seçim mücadelesi kızıştı. Birbirlerine atmadıkları çamur, etmedikleri laf kalmadı. En yoğun sataşmaların, laf atmaların ise AKP ve CHP arasında yaşandığına tanık oluyoruz. Başbakan Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ikilisi, ülkenin değişik yerlerinde yaptıkları seçim mitinglerinde birbirleri hakkında konuşmayı, bir biçimde birbirlerine laf atmayı hiç ihmal etmiyorlar.
Bu ikili arasındaki laf yarışı son günlerde bir siyasal tartışma olarak kamuoyunun gündemine de taşındı. Tayyip Erdoğanın CHPlilere sizin kökünüz yok ya da tabelaya Cumhuriyetçi yazmakla Cumhuriyetçi olunmaz demesi, Deniz Baykalın ona sizin kökünüz, önünde diz çöktüğünüz Taliban şeyhi mi diye yanıt vermesi ve bu içerikte devam eden sataşmalar gazete ve televizyonlara ciddi bir siyasal tartışma gibi yansıtılıyor.
Yapılacak seçimler, yerel yöneticilerin belirlenmesi için yapılmaktadır. Tartışılması gereken de partilerin yerel yönetim politikaları ve oy vermesi istenen emekçilerin yaşadığı sorunlardır. Bu sorunlara ne gibi çözümler düşünüldüğüdür. Emekçilerin temel gündemleri bellidir; işsizlik, düşük ücretler, hayat pahalılığı, çalışma ve yaşam koşullarının kötülüğü, eğitim ve sağlık gibi sosyal alanlarda çözülmeyi bekleyen sorunlar emekçileri canından bezdirmektedir. Fakat en büyük iki düzen partisi arasında süren laf atma yarışının bu sorunlarla ve çözümleriyle uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır. Bir bakıma bu, düzen siyasetinin işçi ve emekçilere, toplumun asıl büyük çoğunluğuna ne kadar da yabancılaştığının, onların yaşamınan tamamıyla koptuğunun bir itirafıdır.
Bugün düzen siyasetinin biçimsel de olsa emekçilerin sorunlarıyla bir bağı kalmamıştır. Bunun esas olarak iki temel nedeni vardır. Birincisi, hiçbir düzen partisinin bu sorunları çözme yeteneği, buna ilişkin bir plan programı bulunmamaktadır. Adı ne olursa olsun, bütün düzen partilerinin yönetime geldiklerinde uygulayacakları program aşağı-yukarı bellidir. Bu sermayenin programıdır, bu İMFnin programıdır. Seçimlerden önce en olmayacak vaatleri savuran partiler bile koltuğa oturduklarında önlerine konan İMF-TÜSİAD programlarını harfi harfine uygulamışlardır. Düzen partilerinin programları tekleşmiştir, hepsi adeta tek bir partiye dönüşmüştür.
Bu bir tercih değil zorunluluktur. Yaşanan yapısal krizler sermayeye bir tek yol bırakmaktadır. O da iktisadi planda yaşanan güçlüklerin, krizlerin faturasını tümüyle işçi ve emekçilere yüklemek, emekçilere dönük her türlü harcamayı alabildiğince kısmak, ücretleri ve sosyal hakları budamaktır. Hiçbir düzen partisinin bunun dışında bir programı hayata geçirmesi mümkün değildir. Durum böyle olunca düzen partilerinin şu sorunu çözeceğiz, bu sorunu halledeceğiz demelerinin hiçbir karşılığı ve inandırıcılığı kalmamaktadır.
İkincisi ise işçi ve emekçilerin siyasetten dışlanmış olmasıdır. Anti demokratik yasa ve yasaklarla, baskı politikalarıyla işçi ve emekçilerin örgütlenmesinin, haklarına sahip çıkmasının önünde barikatlar kurulmuştur. Örgütlenme, siyaset yapma ayrıcalığı sermaye sınıfına aittir. Emekçiler alabildiğine örgütsüzken sermaye sınıfı son derece güçlü örgütlenmelere sahiptir. Örgütlü güçler planındaki bu eşitsizlik, sermaye partilerini emekçilere ve onların sorunlarına karşı çok daha duyarsız hale getirmektedir. Emekçilerin yaşadığı sorunlar düzen partilerinin umurunda bile değildir. Hepsi de emekçi düşmanı politikaları çıkıp pervasızca savunabilmektedir. Örnek vermek gerekirse, bugün muhalefetteki düzen partilerinin hiçbirinin ağzından İMFye karşı ya da özelleştirmeere karşı olumsuz bir laf duymak mümkün değildir. Dahası hükümeti özelleştirmeleri becerememekle suçlayanlar, kendilerinin daha iyi özelleştirme yapacağını savunanlar bile vardır. Doğal olarak, kendilerini sermayeye hizmete adayan bu partilerden emekçilerin sorunlarına karşı duyarlılık, hele hele gerçekçi çözümler beklemek imkansızdır.
Düzen partilerinin sahte tartışmalarla gündemi doldurmalarının gerisinde, emekçilerin sorunlarını çözme istek ve güçlerinin olmayışı kadar önemli bir başka neden daha var. O da emekçileri sahte tartışmalarla sersemletmek, kendi sorunlarına çözüm arama eğilimini köreltmek ve onları düzen partilerinin politikalarına yedeklemektir. Bu, düzen partilerinin her zaman ama özellikle de seçim dönemlerinde ustalıkla kullandıkları bir yöntemdir. Ve yazık ki, yeterli bilinç ve örgütlenmeden yoksun olan emekçi kitlelerin kayda değer bir bölümü düzen partilerinin sahte gündemleri üzerinden sürüklenmektedir. Düzenin seçim oyununun en önemli yanlarından biri de işte budur. Bu sayede emekçiler sahte gündemlerle, içi boş umutlarla düzene yedeklenmektedir.
Oysa ki düzen partilerinin emekçilere verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Düzen partilerinin sahte gündemleriyle oyalanarak, onların yaydığı içi boş umutların peşine takılarak elde edebileceğimiz hiçbir şey yok. İşçi ve emekçilerin sorunlarının çözümü, kendi örgütlülüklerini güçlendirmekten, bağımsız devrimci sınıf hareketini adım adım örmekten geçiyor.