Bir anketin gösterdikleri ve gizledikleri
Seçimlere sayılı günler kala, düzen cephesinde seçim anketleri ve sonuçları üzerine tartışmalar yoğunlaşmış durumda. Özellikle de, 18 Martta açıklanan ve 19 Mart tarihli gazetelerde yer alan, Tarhan Erdeme ait A&G şirketinin 5-6 Mart tarihlerinde 3 büyük ilde gerçekleştirdiği belirtilen anket ve sonuçları.
Üç büyük ilin tartışmaya konu olan sonuçlarından bazı yüzdeler şöyle: İstanbulda AKP %58.5, CHP %19.1, SHP %5.6; Ankarada AKP %68.4, CHP %11.7, SHP %11.7; İzmirde CHP %49.5, AKP %33.7, SHP %2.8. Tartışma konusu ağırlıklı olarak AKP ve CHP odaklı olduğu ve bu yazının konusunu da esas olarak bu iki parti oluşturduğu için, SHP hariç, ankete giren diğer partilerin oy oranlarını buraya almak gerekmiyor. SHPnin oy oranlarını ise, düzen içi tartışmaların genelde dışında tutulmasına rağmen, bloğa çatılık görevi nedeniyle yazımızın konusu dahilinde olduğundan, aldık.
Ancak, buraya oy oranlarını alma nedenimiz, bu oranlar üzerinden bir seçim sonuçları değerlendirmesine gitmek değil. Oysa düzen cephesinde yapılan bu. Üstelik bu, yine düzen cephesinden yükselen aldatıcı olabileceği uyarılarına rağmen yapılmaya devam ediliyor. Ama düzen yorumcuları için yapılabilecek başka bir şey bulunmadığı gibi, görev icabı da böyle yapmak durumundalar.
Öncelikle SHP (blok) oylarını aktarma nedenimizle başlayalım. Anket sonuçlarına göre SHP, Ankarada %11.7 oranıyla ikinciliği CHP ile paylaşırken; İstanbulda %5.6 oranıyla üçüncü sıraya; İzmirde ise %2.8 ile 5. sıraya yerleşmiş görünüyor. Bu aynı illerde, örneğin DYP, İstanbulda %2.7, Ankarada %0.9, İzmirde %1.5 oy oranlarıyla ancak altıncı sırayı kapabilmiş. Bu karşılaştırma da, düzenin tercihlerini ortaya serebilmek açısından gerekti. Yazılı ve görsel medyada, denebilir ki, AKP ve CHPden sonra (belki CHPden de önce) en fazla yer verilen parti Ağarın DYPsi. Daha doğrusu DYPnin Ağarı. Bu bin operasyoncu faşistin, 3-5 kişiye attığı nutuklar bile televizyonlardan bangır bangır propaganda malzemesi yapılıyor. Ve bunu yapanlar, yana yakıla sol muhalefet zaafından bahseden aynı medya organları. Üzerinden bi bir çıkarsama yaptıkları ünlü anket sonuçları da ilgilendirmiyor onları. Düzenin soluna CHPyi yerleştirmişler, başka sol tanımıyorlar, tanımak istemiyorlar. Elbette, söz konusu oy oranları seçime tek başına giren bir SHPye ait olsaydı, DEHAPlı bir blok gündemde olmasaydı, tutum biraz farklılaşabilirdi. Kürt oylarına şemsiyelik görevi, SHPnin -en azından bu seçimlerde- düzen solu etiketinden yoksun bırakılmasına yol çmış görünüyor.
Gelelim CHP-AKP oy oranlarının yarattığı karmaşaya.
Üç büyük ilin ikisinde ezici bir çoğunluğun oylarını AKPnin toplayacağı yönündeki veriler, düzenin huzursuzluğunu biraz daha artırmış görünüyor. Her bir çevre farklı cepheden yaklaşmakla birlikte, sonuç itibarıyla ortaklaştıkları nokta huzursuz olmaları. Kimisi, kendilerine ulusalcı yaftası asmış olanlar, hükümetin yerel seçimlerden güçlenerek çıkmasının laik-demokratik cumhuriyeti zaafa uğratacağı yönünde propagandayla CHP-MHP destekçiliğine soyunurken; başka birileri bunun hükümetin yükünü artıracağı, olumlu icraatlarını sürdürme konusunda zora sokacağı yorumlarıyla telaşlarını ortaya koyuyorlar. Kaygılarını soldan ifade eden başkaları ise, sol muhalefetsiz bir rejimin demokratikliğine helal gelmesi üzerinden tori üretmeye kalkıyor.
İster AKPyi isterse CHPyi destekliyor görünsün, hemen hemen tüm düzen kalemlerinin kaygıda ortaklaştığı nokta ise, CHPnin düzen solu vazifesini hakkıyla yerine getirememesi. Açıkça itiraf etmeseler de, CHPden boşalan yerin uzun zaman boş kalamayacağını, sol muhalefet açığı düzen tarafından doldurulamazsa halk tarafından doldurulacağını; daha da kötüsü, halk muhalefetinin düzen dışı kanallara yöneleceğini çok iyi biliyorlar. Kaygılarının zeminini de bundan duydukları korku oluşturuyor. Bu korkularında hiç de haksız olmadıklarının tanığı ise tarihtir.
Türkiyenin düzeni, tarihin dersini okuyabilecek bir dirayete sahipse eğer, ya da düzenin sahipleri o dersten yararlanabilecek kadar soğukkanlı davranabilirse, muhalefeti devrimci seçeneğe kaptırmaktansa, reformist sol seçeneği tercih etmek zorunda kalabilir. Böyle bir tercih ise, reformizmin daha fazla terbiyesini gerektirecektir. Gerçi terbiye süreci şimdiden, yerel seçim rüzgarıyla SHP çatısı altına sığınmaya zorlamak şeklinde başlatılmış bulunuyor. Bu ortaklık, bloka dahil kimi partileri, eski sol-sosyalist söylemlerinden büyük oranda uzaklaşıp, sosyal ve demokratik söylemlerle haşır-neşir olmaya mecbur etmiş durumda. Zaten, adı üzerine demokratik bir güç birliği oluşturmuş bulunduklarına göre, söylemde birlik oluşturmanın yolu da buradan geçiyor.
Grev!!! Grav, Grav!!
Tehdit mi, hak mı, demokrasi mi,
yoksa, CEO ağzı mı?
Gazetelerde bir zamanlar, İş-işçi, Emek ve İnsan, Çalışma Hayatı isimli sayfalar vardı. Buralarda, sendikaların (işçi-işveren), çalışma hayatının sorunları, haberleri, yorumları, çalışanların haklarına yönelik tartışmalar yer alırdı. 1960-1980 arası Türkiyede işçi ve sendikal hareketin, örgütlenmenin, çalışanların ekonomik - sosyal ve siyasal haklarına bilinçli ve örgütlü bir şekilde sahip çıkmalarının yükseldiği yıllardı. Siyasetçilerin çalışanların ağırlığını ve örgütlerini kaale aldığı yıllardı.
Önce 12 Eylül, ardından ANAPlı yıllar ve izleyen koalisyon hükümetleri silindir gibi geçti örgütlü ve güçlü işçi-çalışan kesimin, sendikaların üzerinden. Askeri yönetimin aldığı ilk karar sendikaların (Türk-İş hariç) kapatılması, kıdem tazminatının sınırlandırılması, grevlerin yasaklanmasıydı. İhtilalin lideri Kenan Evrenin Bir şef garson bile benden yüksek ücret alıyor sözleri, beş generalden oluşan askeri yönetimin işçilere, sendikalara, toplu sözleşme-grev haklarına bakışının özetiydi. Anayasa da bu mantıkla şekillendi.
Türkiyenin şu son 20 yılda işçi, çalışan, emekçi seven bir başbakanı, hükümeti olmadı. Herkesin gözü sendikalı işçinin toplu sözleşmesinde, aldığı maaş zammında. Hükümetler, başbakanlar ekonomik krizlerin sorumlusu olarak işçi-memur maaşlarını gösterdiler yıllarca. Şimdi, AKP ve Başbakan Sayın Erdoğan da, işçileri işçilerin aldığı maaşla çalışmaya hazır, işsizlerle tehdit ediyor, grevleri erteliyor. Sanki işşizliğin yoksulluğun sorumlusu işçiler, sendikalar!? Tabii gazeteler, Emek sayfalarını kaldırdığından, başta medya çalışanları, çalışanların büyük bölümü örgütsüz, sendikasız olduğundan beri, işçi-sendika haberlerinin gazetelere, TVlere yansıması da farklılaştı.
***
Önce Şişe-Cam... (Sorun çözüldü, toplu sözleşme imzalandı) Şimdi de lastik işkolundaki grev kararının (Bakanlar Kurulu erteledi) haberlere yansımasına bakıyorum da; Grev tehdidi, korkusu, endişesi vb. şeklinde. Hemen yatırımcılar (özellikle de yabancı) grevlerden korkuyor, kaygı duyuyor, yatırımlarını başka ülkelere taşımakla tehdit ediyor, ekonomik kriz geliyor, işyerleri batıyor, fabrikalar kapanıyor, ihracat darbe yiyor vb. tarzında çarpıtılmış, işçi, sendika, korkusu ve kızgınlığını yansıtan haberler... Sanki İtalyada Fiatın, Fransada Renonun fabrikalarında sendika yok. Sanki oralarda toplu sözleşme, uyuşmazlık ya da grev olmuyor. Bırakın işçiyi, memur, doktor, öğretmen, polis bile sendikalı ve grev hakkı var. Daha bir hafta önce Fransadaydım. Hava trafik kontrolörleri, Orly Havaalanında iş yavaşlatma grevi yaptı. Bütün uçaklar, yolcuar saatlerce bekledi. Ne, hükümet erteledi, ne de medya ekonomi battı, Fransa çöktü, grev tehdidi, yatırımcılar başka ülkeye gidiyor diye manşet attı. Bu, en demokratik hak. AB, insan hakları, çalışan hakları, demokrasi diyorsak. Örgütlü çalışan, sendika, toplu sözleşme, uyuşmazlık, pazarlık, grev demokrasinin gereği. Ne tehdit, ne korku, ne kaygı! Bırakın şu Türkiyede işçi ve sendikalardan tedirgini diyen, CEO ağızlarını!
Zülfikar Doğan
(Akşam, 25 Mart 04)
|