27 Mart'04
Sayı: 2004/04


  Kızıl Bayrak'tan
  Bir seçim dönemiyle birlikte ayrışan konumlar, netleşen saflar!
  Sermaye hükümeti grev hakkını gaspediyor...
  Ekonomi düzeliyor yalanları sürüyor...
  Bir anketin gösterdikleri ve gizledikleri
  Faşist katil Haluk Kırcı serbest...
  Newroz'un gösterdikleri...
  Newroz kutlamaları
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  Liberal solun yerel seçim perişanlığı.../4 "Sosyalist" reformizm ya da sosyal-demokrasi
  Irak'ı harabeye çeviren işgal birinci yılında...
  Irak savaşının 1. yıldönümü... Alanları dolduran yüzbinler ve "barış hareketi"nin çıkmazı
  Dünyada ve Türkiye'de savaş karşıtı eylemler...
  HAMAS'ın dini lideri Şeyh Ahmed Yasin katledildi... Saldırı Filistin halkının direnişçi kimliğinedir
  İzmir'de sınıf hareketi...
  Baskılar artıyor, gençlik susmuyor!
  BİR-KAR 4. Gençlik Kampı 11-17 Nisan tarihlerinde Wuppertal'da yapılıyor...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Faşist katil Haluk Kırcı serbest...

Sırada başka katiller bekliyor!

Bahçelievler katliamı hükümlüsü faşist katil Kırcı, Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin kararıyla salıverildi. Üstelik bu karar Yargıtay Başsavcılığı’nın “infaz hesaplaması”na itirazı sonuçlanmadan verildi. Yargıtay’ın bu kararı Kırcı’yı Susurluk davasından da kurtardı. Birden fazla idam cezası olduğu halde 16 yıl hapisliğin ardından salıverilen Kırcı, bu kararla adeta ödüllendirilmiş oluyor. Elbette böyle bir ödüllendirme kimseye yadırgatıcı gelmedi. Bu tosuncuklar ne de olsa bu cinayetleri devletin bekası için işlemişlerdi.

Kırcı’ya tahliye yolunu açan emsal karar, Ankara 2. Ceza Mahkemesi’nin, hakkında 12 kişiyi öldürmekten 12 kez idam hükmü bulunan Mustafa İzol’un cezalarını tek müebbete dönüştürüp, TMY’nin “müebbet için 8 yıl yatılır” hükmünü de uyguladıktan sonra, içerde kaldığı süre 8 yılı geçti diyerek tahliye etmesi oldu. İzol’a ve Kırcı’ya uygulanan bu kararları emsal gösterip tahliye talep etmesi beklenenlerin başında, Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca bulunuyor.

Bu son gelişmeler vesilesiyle, “demokratik hukuk devleti” üzerine şöyle çeşitlemeler yapılabilir:

* Baklava gibi bir yiyeceği sadece yiyebileceği miktarda çalan, güvercin gibi bir çocuk oyuncağını sadece oynamak için çalan çocukların bile onlarca yıl hapse mahkum edildiği Türkiye’nin hukukunda, en hafif suç cinayet midir?

* Erdal Eren gibi 17 yaşındaki bir genç kanıtsız “adam öldürmek” suçlamasıyla asılabildiğine göre, acaba cinayetin kanıtlanmış olması mı yoksa birden fazla işlenmesi mi “hafifletici” neden sayılmaktadır?

Bunları sayfalar dolusu uzatmak mümkün. Ancak, bu ve benzer soruların yanıtını “hukuk” çerçevesinde bulmak imkansız. Çünkü söz konusu cezalar ve aflar Türkiye’de hukukun değil, siyasetin alanına girmektedir. Erdallar’ın, Denizler’in idamı ne kadar siyasi ise, İzollar’ın, Kırcılar’ın affı da o kadar siyasidir. Kararların altına imza atma görevini hakimlerin üstlenmesi, bu kararları hukukileştirmiyor. Çünkü karar siyasiyse, çoğunlukla yazılı hukukun çiğnenmesi umursanmıyor. Delilsiz-ispatsız, kanıtsız-tanıksız adam asılabildiği gibi; “yanlış tahliye edildi”, “karakoldan kaçtı”, “mahkeme öyle hükmetti” gibi gerekçelerle gerçek suçlular serbest bırakılabiliyor. Bu, muhaliflerin cezalandırılması konusunda olduğu kadar, tetikçilerin ödüllendirilmesi konusunda da geçrli ve işlemeye devam eden bir kuraldır. Ve her ikisi de, sistemin kendi bekası için ihtiyaç duyduğu bir hukuksuzluktur.

Olayın, 3-5 hakim, 3-5 savcı, 3-5 polis vb.’nin tutumu ile sınırlı ve “münferit” olmadığı, bir sistem sorunu olduğu, dahası, olguların bile adeta bir sistematiğe kavuşturulduğu, Cumhuriyet’in 80 yıllık tarihi tarafından kanıtlanmış durumdadır. Cumhuriyet yönetimi, yasalarında, anayasasında defalarca düzeltmeye gitmesine, her seferinde devrimci muhalefete yönelik daha gerici, daha intikamcı ceza maddeleriyle doldurmasına rağmen, yine her ihtiyaç duyduğunda kendi yasalarını çiğnemeyi sorun yapmadan intikamcı kararlarla idamları, yargısız infazları uygulayagelmiştir. Bu tür kararların siyasal olduğunun daha güncel ve basit bir göstergesi, faşist katillerin serbest bırakılmasına giden yolun, AKP’nin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in talebiyle açılmış olmasıdır. Yerel mahkemenin İzol hakkında herbir cinayet için 10 yıl yatması gerektiğine ilişkin kararna rağmen, Bakan Cemil Çiçek, 2003 Temmuz’unda tahliyesi için Yargıtay’a başvuruyordu. Bu başvuru üzerine İzol, 30 Ocak 2004’te tahliye edildi. Nitekim bu emsal kararın bugün Kırcı’ya uygulandığını gördük. Yarın içerde ne kadar tetikçi katil varsa hepsine uygulanacağını da göreceğiz.

Bu arada, yürürlükteki hukuka göre kanıtlanmış herhangi bir suçu bile bulunmayan yüzlerce devrimcinin çeşitli “tip”lerdeki hücrelerde toplu imha için kilit altında tutulması; YÖK’ü protesto etmenin, Newroz ateşi yakmanın tutuklama nedeni sayılması da madalyonun diğer yüzünü oluşturuyor.

Seçim hay-huyu arasında kaybolup gitti gibi, ama aslında Kırcı’nın tahliyesi, seçimler vesilesiyle birilerinde depreşen ve başkalarında da depreştirilmeye çalışılan sisteme, sistemin değişebilirliğine yönelik ham hayallere sıkı bir tokat olabilirdi. Sistemin tetikçilerini böylesine korumaya alması, o tetikçilerin şefi ve hamisi Ağar katilini allayıp pullayıp seçim pazarında satışa sunması, onlara olan ihtiyacının bitmediğinin, asla da bitmeyeceğinin göstergesinden başka ne olabilir ki? Kırcılar’ın erken tahliye ile ödüllendirilmesi, onları tekrar tetikçi olarak kullanma isteğini değilse bile, yeni tetikçilere cesaret ve güven aşılama niyetini göstermiyor mu? Ve bütün bu niyetler, tutumlar, gelişmeler, sistemin değişmek/değiştirilmek korkusunun ürünleri değil mi?

Bu sistem de hiç kuşkusuz, tıpkı kendinden öncekiler gibi değişecek. Bundan kurtuluş yok. Ne katillerini korumaya almaları, ne dünyayı yeniden yeniden yeniden düzenlemeye kalkmaları onları bu akıbetten kurtarabilir. Zaten söz konusu çabaları da kurtulmaktan ziyade geciktirmek isteği olarak değerlendirmek gerekiyor. Fakat burada söz konusu olan değişim köktendir. Bu düzenin yıkılması, başka bir düzenin kurulmasıdır. Oysa yukarıda sözünü ettiğimiz ham hayal, düzenin demokratikleşmesi anlamında, kendi içinde (daha vahim olmak üzere kendi kendine) değişimidir ki, işte bu imkansızdır. Bir sistemin kendi içinde “iyileştirilebilmesi” bile, o sisteme dışarıdan, egemenliği altında tuttuğu, ezdiği, sömürdüğü sınıf ya da sınıflardan yöneltilecek basınç sayesinde mümkün olabilir. Klasik deyimiyle sınıf müadelesinin gücüyle kazanılmış haklar bütünüdür demokrasi.

Ve Türkiye’nin düzeni, demokrasi denilen şeyden o kadar uzaktır ki, işçi sınıfı ve emekçilerin zorlu mücadelelerle kazanılmış haklarını tırpanlamak, sermaye sınıfının iktidarla kazanılmış haklarını güvenceye alabilmek için, 80 yıllık tarihine askeri darbeleri ve onlarca yıllık sıkıyönetimleri, Kürt halkına karşı yıllarca süren kirli bir imha savaşını, toplu katliamları , idamları, “bin operasyon”u ve Susurluk’u sığdırabilmiştir.