22 Mayıs'04
Sayı: 2004/20 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist-siyonist katliamcılığa karşı Ortadoğu'da direniş ateşini büyütelim!
  Türkiye boydan boya bir Ebu Garipler ülkesidir!
  12 Eylül faşizminin hükmü sürüyor!
  DGM'ler tabela değiştiriyor...
  NATO'nun yeni misyonu: Ortadoğu'nun Balkanlaştırılması
  NATO ve işgal karşıtı eylemlerden...
  Halkların kardeşliği ve barış için NATO Zirvesi'ne karşı hazırlanmalıyız!
  Türk-İş Başkanlar Kurulu yılın ilk toplantısını yaptı...
  Sümerbank işçileri ile konuştuk...
  Çiğli İşçi Kurultayı'na çağrı...
  1 Mayıs aynasında NATO Zirvesi'ne hazırlık
  NATO karşıtı kampanyada yeni bir çalışma düzeyine doğru...
  Kukla yönetimin başı da öldürüldü...
  30 Haziran'da yönetim Iraklılar'a mı devredilecek?
  ABD'nin yenilgiyi kabul etmesi uzun sürmeyecek"!
  "Uygar dünya" siyonist vahşeti izliyor
  Cenevre'de kamu çalışanları ayakta!
  Ekmek ve Adalet Dergisi Genel Yayın Yönetmeni'nden mektup...
  Bültenlerden...
  Türkiye'nin "gururu": 2004 Eurovision şarkı yarışması!
  ODTÜ'de sol içi çatışma sorumsuzluğu...
  Basından...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Demokratikleşme yalanlarına yeni bir paket eklendi...

12 Eylül faşizminin hükmü sürüyor!

Anayasa’nın çeşitli maddelerinde değişiklik yapan 10 maddelik bir yasa paketi, önceki hafta üçte iki oy çoğunluğuyla meclisten geçti. Yasa paketi, Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanıp resmi gazetede yayınlandığı andan itibaren yürürlüğe girecek. Anayasa değişikliği için meclisten alınan oy, paketin doğrudan referanduma sunulmasına gerek bırakmıyor. Diğer yandan Cumhurbaşkanı, paketi referanduma sunma ya da meclise iade etme yetkisine de sahip. Fakat gerek değişiklik sırasındaki tartışmaların seyri, gerek düzen siyasetinde konuyla ilgili gelişmeler, paketin eninde sonunda onaylanacağını gösteriyor.

Değişiklik paketinin ilk maddesi ile Anayasa’ya, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmü ekleniyor. Değişiklik sırasında üzerine en çok tartışma yapılan madde de kadın-erkek eşitliği ile ilgili olanıydı. CHP’liler bu maddeye kadın lehine pozitif ayrımcılığa zemin teşkil edecek bir ibare eklenmesini istiyorlardı.

Paketin 2, 3 ve 6. maddelerindeki kararlarla, Anayasa’nın ilgili maddelerinde ölüm cezası ile ilgili ifadelerin kaldırılması sağlanıyor. 4. maddedeki düzenlemeyle, basın işletmesi olarak kurulan basımevleri ve basım araçlarına, suç aleti olduğu gerekçesiyle el konulmasına yasak getirildi. Paketin 5. maddesiyle, Anayasa’daki “Savaş ve çok yakın savaş tehdidi ve terör suçlarında ölüm cezası verilebilmesi” ile ilgili hüküm çıkarılıyor. Ayrıca ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilmeyeceği ve TC uyruklularının “Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler” kapsamında yabancı ülkelere verilebileceği hükümleri de Anayasa’ya eklendi. 7. madde, çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası anlaşma hükümlerinin esas alınmasını kararlaştırıyor. 8. madde YÖK’ten Genelrmay temsilcisinin çıkarılmasını, 9. madde DGM’lerin kuruluş amaç ve yapısını düzenleyen 143. maddenin Anayasa’dan kaldırılmasını, 10. madde TSK harcamalarının Sayıştay denetimine açılmasını içeriyor.

AB “demokratikleşmesinin”
ya da sermaye düzeninin sınırları

Sermaye cephesinde bu değişikliklerde en çok “kadın-erkek eşitliği” maddesi ile ilgili tartışmalar ön plana çıksa da, maddelerin toplamı üzerinden yine yeni bir “devrim niteliğinde reform” havası estirildi. Pek çok AKP’li “büyük ilerleme sayılan bu değişiklikler AB istiyor diye değil, Türkiye’nin ihtiyacı olduğu için yapıldı” türünden vurgular içeren açıklamalar yaptı. Bu sözleri daha önceki AB’ye uyum paketleriyle ilgili olarak da duymuştuk. Fakat yapılan değişiklikler kağıt üzerinde kalmaktan öteye geçemedi. “Reform”, “demokratikleşme” olarak sunulan yasal düzenlemeler, göz boyamaktan başka bir anlam taşımıyor.

Önceki “demokratikleşme paketleri”nde, örneğin Kürt dilinin kullanımında olduğu gibi, büyük bedellerin ödenmesiyle fiilen kullanılan kazanımlar daha geriden tanımlanırken, devrimcilerin yargılandığı maddeler daha da ağırlaştırıldı. Dahası, hepsi faşist baskı ve terör devletini tahkim etmenin birer payandası oldu. Amaçlanan da zaten buydu; sermaye devletinin kaba uygulamalarını “AB’ye uyum” maskesiyle cilalamak.

Bu son değişiklikler de görüntüyü kurtarmaktan ibarettir. Ne yasalarda ölüm cezası kalktı diye devletin faşist bekçilerinin katliamları sona erecek, ne de yasaya “kadın-erkek eşit”tir yazıldığı için gerçek eşitlik sağlanabilecek. Sermaye düzeninin kadına verebileceği özgürlüklerin sınırı, kapitalizmin en ileri örnekleri şahsında ortadadır. Kapitalizmin başlıca kalelerinden biri olan İngiltere’de, üstelik 2000’li yıllarda bile kadına yönelik şiddet ve cinsiyet sömürüsü hızından bir şey kaybetmiş değildir. Türkiye gibi, kadına yönelik bakışı Nisa suresi ile belirlenmiş islamcı bir siyasal partinin hükümette olduğu, alt sınıflardan kadınlara ekonomik, sosyal, siyasal yaşamda sömürülmek dışında hiçbir hakkın tanınmadığı, her yıl onlarca kadının töre cinayetlerine kurban gittiği bir üede ise, doğal olarak konuyla ilgili her “ilerleme” koca bir yalandan öteye gidemez.

Diğer düzenlemeler için de aynı şey söylenebilir. Mesela ordunun etkinliği azaltılıyor görüntüsü yaratan ifadeler Anayasa’ya eklendiği için, burjuva düzenin en büyük gücü ordu etkinliğinden bir şey yitirecek değildir.

DGM’lerin yerine “geniş yetkili”
ihtisas mahkemeleri

Hükümet temsilcileri, değişiklik paketi henüz mecliste görüşülüyorken, DGM’lerin kaldırılması meselesinin ne olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koydular. Önce Adalet Bakanı Cemil Çiçek, ağır ceza mahkemelerinin bünyesinde, savcıları “etkili ve yetkili” olacak, sadece “terör” suçlarına bakacak ihtisas mahkemelerinin kurulacağını açıkladı. Sonra geniş yetkili ağır ceza mahkemelerinin kuruluş esaslarını düzenleyen bir yasa tasarısının hazırlandığı açıklandı.

Tasarıya göre tıpkı DGM’ler gibi İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Malatya, Diyarbakır, Van ve Erzurum’da kurulacak olan ihtisas-uzmanlık mahkemeleri, “her türlü terör suçu, teşekkül halinde silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde olağanüstü halin ilanına neden olan suçlar, çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele kapsamına giren suçlar”a bakacak.

Gene DGM’lerde olduğu üzere geniş yetkilerle donatılacak bu mahkemelerin hakim ve savcıları “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun baskısından uzak tutulacak ve dört yıllığına atanacak. Savcılar, devlet memurları hakkında, izin alınmaksızın soruşturma yapma yetkisine sahip olacak, mahkemelerin görevine giren suçlar acele işlerden sayılacak ve bu suçlara ilişkin davalara adli ara verilmeden bakılacak.” Yani sadece isim değişikliği ya da bir tür makyaj yapılmış oluyor ve bu bize “demokratikleşme” diye yutturulmaya çalışılıyor.

“AB demokrasisi” faşist baskı, terör
ve katliamların üzerine çekilmiş bir makyaj

AB ülkelerinin uygulamalardan şikayet etmesi de aldatıcı olmamalıdır. AB’nin, yasaların düzenlenmesinde olduğu gibi uygulamalarda da tek istediği kaba yanların makyajlanmasıdır. Yoksa ne işkenceye karşıdırlar, ne de hak ve özgürlüklerin gaspına. Kendileri de yüzyıllardır bunu yapmıyorlar mı? 11 Eylül’den sonra bu saldırılar tüm Avrupa sathına yayılmadı mı? Örneğin İspanya ETA’ya karşı nasıl mücadele ediyor? “Kraliçenin askerleri” Irak’ta ne yapıyor? Almanya kitle gösterilerine nasıl müdahale ediyor? Onların Türk devletinden istediği, işkence ve saldırılarını, sistemin selametini de düşünerek biraz daha incelikli bir tarzda ve açığa çıkmayacak şekilde uygulamasıdır. F tipi saldırısı, 19 Aralık katliamı, ölüm oruçları vb. karşısındaki tutumları bunu yeterli açıklıkta göstermiyor mu? Dahası F tipleri, bizzat AB’nin kendinin de uyguladığı ve teşvik ettiği hücreler değil mi?

Sermaye iktidarı gerçekten de “AB’ye uyum”un gereklerini yapıyor. Fakat bu hiçbir şekilde “demokratikleşme” değildir. Baştan ayağa faşizm elbisesini giymiş olan sermaye iktidarı kendiliğinden veya bugün görünürde dışardan dayatılıyor diye demokrasi bahşedebilecek durumda değildir. Tersine, “demokrasi paketleri” adı altında açıklarını kapatmakta, faşist zor düzenini tahkim etmektedir.

Demokrasi işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin büyük bedeller gerektiren dişe diş mücadeleleriyle, devrimci iktidar mücadelesinin yan ürünü olarak kazanılabilir. Böylesi kazanımların kapitalizm koşullarında korunabilmesi de, gene işçi sınıfı ve emekçilerin kesintisiz mücadelelerini gerektirmektedir.

Gerek 12 Eylül ruhunun hüküm sürdüğü Türkiye’nin süreçleri, gerekse AB ülkelerinin dünü ve bugünü, bunu bir an olsun akıldan çıkarmamayı dayatıyor.