Dışarıdan bakıldığında anlaşılabilir görülmemekle beraber Türkiye insanları için Eurovision şarkı yarışması önemlidir. Bu yarışmaya ulusal bir anlam yüklenmiştir. Bu yarışmada kazanılmış bir başarı Avrupayı fethetmek olarak algılanır. Ve günümüz dış politika sorunlarına dair yine Eurovisiona dayanarak yorumlar yapılır. Bu yarışmaya dönük ilgiyi, yıllardır Batılı blok tarafından görmezden gelinen bir toplumun kendini kabul ettirme duygusu ve bunun arkasına saklanan, Avrupaya rakip olabilme beklentisi olarak algılayabilmek gerekir. Yani artık bir hastalık haline dönüşmüş olan Eurovisionla Avrupalı olduğumuzu ispatlayacağız! tutkusuna anlayışla yaklaşılabilir.
Eurovision dünyada varolan en uzun soluklu şarkı yarışmasıdır. Türkiye 1975ten bu yana yarışmaya katılmaktadır. Yarışmalarda yarışmacı adayların seslendirdikleri şarkılar arasında gözle görülür bir nitelik farkı yoktur. Çünkü yarışma bir popüler müzik yarışmasıdır. Her sene birbirine benzeyen bir dolu niteliksiz parça arasından kötünün iyisi seçilir.
Bütün dünyada yaklaşık olarak 600 milyon insanın seyrettiği bu yarışmada asıl ilgiyi çeken puanlama kısmıdır. Yarışmanın şoven duyguları kamçılayan bu bölümü, yarışmayı evlerinden takip eden insanlar cephesinden oldukça önem taşır. Devletlerin birbirlerine verdikleri ve vermedikleri puanlar, ertesi günlerde gazetelerde siyasi değerlendirmelere konu edilir. Yarışmanın edilgen izleyici kitlesi bu tartışmalar ve yorumlamalar ekseninde politize olurlar. Öyle ki, Sertab Erenerin üstün başarısına dek (bu başarı elde edildiğinde Türkiyenin Avrupa Birliğine girmesini sağlayacakmış gibi bir hava yaratılmıştı!) Eurovisiondaki başarısızlığımızın asıl sebebinin Avrupanın Türkleri çekememesi olduğunu düşünenlerin oranı toplumun %60ını oluşturmaktaydı. Sertab Erener ile beraber Türkiyenin makus kaderi decurren;işmiş oldu ve Avrupalılara sesimizin güzel olduğunu ispatlamış olduk. Bu topluma öyle bir lanse edildi ki, insanlar yaşanan onlarca sıkıntıya rağmen Eurovision sarhoşluğuna kapıldılar.
2004 Eurovisionu ise farklı bir anlam ve öneme sahipti. Bu kez Türkiye Avrupaya, Avrupa standartlarında bir organizasyon yapabileceğini ispat etmeliydi. Bununla da yetinmeyip, geçen sene aldığı birinciliğin rastlantı olmadığını, başarısının bundan sonra bir sürekliliği olacağını ortaya koymalıydı. Bu kaygılarla hazırlanan şov, gerçekten ayrıntılara dikkat edilerek hazırlanmış, büyük bir şenlik havasında geçti. Türkiye, Avrupa Birliği tartışmalarında arkasına kitle desteği almayı kafasına koymuştu. Bu yarışma Türkiye açısından bir kitle çalışmasıydı. Yarışmadan kazanılmış olan milyarları, yarışma organizasyonu için harcanan milyarların karşısına koyduğumuzda, elde kalan yalnızca dillerden düşürülmeyen iki sözcük oluyor: Türkiyenin tanıtımı.
Eurovision gecesi Türkiye Avrupaya tanıtılmış oldu. Tarihi güzelliklere, estetik danslara ve böyle bir organizasyonu yapabilecek teknolojiye sahip olduğunu ispatlamış oldu. Makyajlanmış Türkiye manzaralarından oluşan bir tanıtım kataloğu sunulmuş olundu.
Bu manzarada elbette, şovun yapıldığı Abdi İpekçi Spor Salonunun çevresinde dolaşan selpakçı çocuklar, geceleri sokakta kalan tinerciler, açlık sınırının altında yaşayan yorgun ve hasta insanlar yoktu. Altyapı sorunları çözülememiş, en ufak bir depremde yıkılıp darmadağın olacak kentlerin fotoğrafları da yoktu.
Türkiye Avrupaya sevimli görünme işini o kadar abartmıştı ki, bütün ülke bayrakları kalp şekline bürünmüş, puanlama için bağlanılan ülkelere, o ülkelerin dillerinde sevgi sözcükleri iletiliyordu. Verilen sevgi dolu mesajların hedefi, Avrupa devletleri yöneticileri miydi, yoksa Avrupa halkları mıydı bilinmez, ama ortada açık olan bir şey vardı: Türkiye Avrupalı olarak kabullenilebilmek adına hiçbir şeyden çekinmemişti!
Avrupada yarışmaya olan ilginin seneden seneye azaldığını söyleyebiliriz. Ancak Türkiye açısından yarışmaya girildiği günden bugüne değişen bir şey yok. O günlerde doğmamış olanlar bile Eurovision hikayeleri ile büyüdüler. Türkiye ne yarışma ile ilgili stratejisini değiştirdi, ne de puanlama ile ilgili yapılan değerlendirmelerini... Önceden Avrupaya hoş görünmek için Aman petrol diyerek, politik tutumunu şarkı sözlerine net olarak yansıtmış bir Türkiye vardı. Sonra Opera çıktı, ki bu şarkının söz yazarı Aysel Gürel, şarkının sözlerinin anlamlı olmasını düşünerek değil, operayla ilgili teknik terimleri kullanarak yazmıştı. Amacı Avrupalıların yabancı olmadıkları sözcükleri kullanmakmış. Yarışmaya yollanan şarkıların seçiminde Avrupa merkezli düşünmek bakışı, Every Way That I Can ve For eal ile sürdü. Bir anda İngilizceye dönülmesi bu yüzdendir.
Puanlama ile ilgili değerlendirmelerin değişmemesinin bir sebebi, Bülent Özverenin bu yarışmayı defalarca sunduktan sonra söyleyebileceği yeni bir şey olmamasından kaynaklansa da, diğer sebebi, Türkiyenin bu yarışmadan beklentisinin doğrudan politikayla ilgili oluşudur ve yorumlarını da bu temelde yapar.
Bu sene de Eurovision şarkı yarışmasından yüz akıyla çıkılmış oldu. Şimdi önümüzde alınacak futbol kupaları, kazanılacak koşular var... Güreşte de başarılıyız, ama bu Avrupada prestijimizi artırmıyor! Emperyalist kültürle uyumlu olduğu ölçüde başarılara anlamlar yükleniyor. Aksi halde görmezden geliniyor.
Seneye 2005 Eurovision şarkı yarışması başlamadan önce, Türkiye yine aynı heyecanın içinde bulacak kendini. İnsanlar yine Kıbrıs zaten 12 puanı hep Yunanistana verir diyecek. Yine Komşu ülkeler birbirlerini kayırmaya devam edecek. Sonra Türkiyeye puan veren ülkeler sadık dostlar ilan edilecek. Yarışmadan bir gün sonra, sanki Türkiyenin tüm sorunları çözülebilecekmiş gibi bir hava doğacak. Ertesi gün ise geleceğe bakacak Türkiye! Eklemlenmeye çalıştığı emperyalist kültürün düzenleyeceği bir dolu şenliğin katılımcısı olacak!!!
15-16 Haziran 1970 işçi direnişini anlatan Zengin Mutfağı toplumcu Türk tiyatrosu yazarlarından Vasıf Öngörenin en güzel oyunlarından biridir.
Kızıl sendikaya karşı tavrıyla ünlenen bir burjuvanın köşkünde ve onun mutfağında geçen komik olaylarla süslü dramatik bir oyun olan zengin mutfağında; taraf olmayan aşçının anlatımları ve hatırladığı süreçlerle oyun izleği oluşturulmuştur.
Mutfak görüntüsünün arka planında ise işçi sınıfı hareketinin en önemli eylemlerinden ve belki de en önemlisi olan 15-16 Haziran süreci; sıkı yönetim ve baskıları göstermeci bir üslupla anlatır.
Özgür Tiyatro kültürel, etik ve siyasi yozlaşmanın ayyuka çıktığı günümüzde işçi ve emekçi kesimlerin, ezilenlerin, artık özne olduklarını ve hayatı değiştirip dönüştürebileceklerini estetik bir yolla seyircisine hatırlatmayı kendine görev bilmiştir.
Vasıf Öngörenin ölümünün 20. yılında onu ve görüşlerini hatırlamak yolumuzu aydınlatmaktadır. Toplumcu Türk tiyatrosu sonsuza dek Öngöreni hatırlayacaktır. Vefa insani değerlerin en önemlilerinden biridir.
Estetik ve etik soysuzlaşmaya, paranın hegemonyasına karşı insani değerleri ve sanatın özünü Özgür Tiyatro korumaya devam edecektir.
Onurumuz varlık nedenimizdir.
İyi seyirler...