6 Kasım '04
Sayı: 2004/44 (36)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist barbarlık ve kapitalist yıkımın pençesindeki dünyada emekçilerin geleceği
  Felaket tsunaminin değil emperyalizmin eseridir.
  Deprem ve onbinleri yutan dev dalgalar
  Özelleştirme talanı sürüyor!
  Soruşturma terörü yine sahnede!
  2004 yılında sınıf hareketi
  2004 yılı ve kamu emekçileri hareketi
  Başbakan'ın Suriye gezisi
  Ekonomik büyüme ve işsizlik
  Kürt liberallerinin AB hüsranı
  BDSP'den sempozyuma çağrı
  Yoksulluğa mahkum, yozlaşmaya teslim olmayalım!
  Gençlik hareketi ve komünist gençliğin görevleri-2 / Orta sayfa
  İÜ'de ortak çalışmamız güçlenerek sürüyor
  Mimar Sinan Üniversitesi öğrencileri gözetleniyor
  YTÜ Davutpaşa Kampüsü'nde şenlikli eylem
  Irak'ı işgal eden emperyalist ordular acz içinde
  İşgalci askerler katlettikleri Iraklılar'ın organlarını da çalıyor
  Ertelenen Ukrayna seçimleri yeniden yapıldı
  2005'e girerken.../2
  Genç İşçi Bülteni'nden
  Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni'nden
  Toplumcu şair Şükran Kurdakul'u yitirdik
  Katliamlara karşı direniş kazanacak!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Yüzbinlerce insanın yaşadığı felaketler karşısında borsası "tavan" yapan iğrenç bir sistem!..

Silahlanma ve savaşa yıllık bir trilyon dolar harcayıp da tsunami felaketi yaşayan milyonlarca insandan 100 milyon dolarlık yardımı esirgeyen bir rezil kapitalist dünya!..

Yeni bir yılın başında emperyalist barbarlık ve kapitalist yıkımın pençesindeki dünyada emekçilerin geleceği...

Yeni bir yıla girdiğimiz şu günlerde tüm dünyada kafaları gittikçe daha fazla meşgul eden bir soru var: Dünyayı ve insanlığı nasıl bir gelecek bekliyor? Başka bir ifadeyle, bu gidişin sonu ne olacak?
Bu sorunun, bu ortak kaygının gündemde olması bile, aslında işlerin yolunda gitmediğini dolaysız biçimde ifade ediyor. Ama bununla yetinmeyip, güncel ve kaba bir takım veriler üzerinden bu ?ortak? soru ve ?ortak? kaygının ne anlama geldiğini, ne ifade ettiğini açmak, yüzleşilmesi gereken temel çelişkileri yeni yıl vesilesiyle bir kez daha hatırlamakta fayda var. Verilecek yanıtın ipuçları buradadır.
Gündelik bir bakışla ele alındığında soru genel, muğlak ve subjektif yanıtlara oldukça açıktır. Bu nedenle de bu düzeyde verilecek bir yanıt, öznel duyumsamaları olumlu ya da olumsuz bir izlenimi pek aşmaz. Böyle olmakla birlikte, öznel planda da olsa, dile getirilen ve bu sorunda karşılığını bulan kaygılar son derece yakıcı ve sahicidir. Zira nesnel bir zemine dayanmaktadır. Kapitalizmin bu soruna yolaçan kaygıların istismarı üzerinden kendisine yeni bir pazar alanı açmasını, yeni yeni sektörler oluşturmasını bir tarafa bırakıp yüzümüzü gerçeklere döndüğümüzde, öznel kaygıları artıran bir dizi gelişmenin peşpeşe yaşandığını, sorunların çığ gibi büyüdüğünü görüyoruz. (*)
İşte gittikçe artan bu yöndeki kaygılarla dile getirilen bu soru, üst üste biriken bu toplumsal sorunlardan beslenmekte ve giderek yaygınlaşmaktadır. Bu kaygıların, buna yolaçan olgu ve olayların toplumsal sınıf içeriği ve tarihsel arka planı aynı zamanda aranan yanıtı da bağrında taşımaktadır. Biz şimdilik soru bağlamında birkaç noktanın altını çizmekle yetineceğiz.

İki ayrı sınıf, iki farklı dünya;
iki ayrı gelecek!


Birincisi; gelecek kaygısı denen şeyin altını kazıdığımızda karşımıza, mevcut durum ve gidişata dair toplumsal hoşnutsuzluğun, bir takım korkuların, kuşkuların çıktığını görürüz. Demek ki, nasıl bir gelecek sorusu ya da sorunu, bugüne ilişkin kaygı ve beklentilerden, mevcut toplumsal sorunlardan bağımsız değil. Kaygıları daha iyi anlamak, nesnel tabloya daha net bakabilmek demek.
İkincisi; bu soruyu sormaya yolaçan kaygıları gidermeye dönük güncel müdahalelerden ve temel politikalardan, bağımsız bir gelecek tasavvuru olamaz. Demek ki ?ne olacak bu gidişin sonu??, ?nasıl bir gelecek?? sorusu, gerçekte ne yapılması gerektiğini de örtük biçimde içermektedir. En temel ve en yakıcı sorun, burada düğümlenmektedir. Geleceğin ne getireceği sorunu, bu yakıcı soruna bir çözüm getirileceğine bağlıdır.
Üçüncüsü; ?dünya?nın ve ?insanlık?ın kabaca ikiye bölündüğü sınıf eksenini dikkate almaksızın bu soruya doğru bir yanıt vermek mümkün değildir. Nasıl bir gelecek, nasıl bir dünya sorusu, ?kimin için?? sorusundan bağımsız olamaz.
?Dünyayı nasıl bir gelecek bekliyor?? sorusunun anlamı, iki ayrı sınıf için iki ayrı anlam taşımaktadır. Sözkonusu olan iki ayrı gelecektir. Birinin varlığı diğerinin varlığını dışlamaktadır. Biri diğerinin üzerinden şekillenmektedir. Biri diğerinin önündeki temel engeldir. Birinin zenginliği, öbürünün sefaleti demektir. Birinin felaketi, diğerinin kâr ve kazanç kapısıdır. Bu yüzdendir ki tarihin çeşitli dönemeçlerinde sıklıkla sorulmuş bu soruya, nereden bakıldığına bağlı olarak iki farklı ve çelişik yanıt ve dahası tepki verilmiştir. Felakete, yıkıma, sömürüye, zorbalığa maruz kalanlar bugüne ve geleceğe dair genellikle karamsar, buna yolaçan, varlıklarını buna borçlu olanlar ise her zaman iyimser olmuş, daha iyi bir gelecek için tevvekkül, daha fazla çalışma vs. vaaz etmişlerdir.

Dev dalgalar daha fazla can kaybına ve
yıkıma yolaçınca borsalar yükseldi!


Şu günlerde binlerce olgu ve olayın çarpıcı örneklerle ortaya çıkardığı bu çelişkinin acı bir örneği gözlerimizin önünde yaşanmaktadır. Güney Asya ve Afrika?nın doğu sahil kıyılarını yerle bir eden depremde (şimdiki verilere göre) 100 bini aşkın insan hayatını kaybetti. Yapılan tahminler kayıpların daha da artacağı yönünde. Ölenlerin ezici bir çoğunluğu, derme çatma barakalarda yaşayan bölgenin yoksul halktan insanlarıdır. Ölenlerin üçte biri, dev dalgalardan kaçamayan çocuklardan oluşmaktadır. Ajanslar bu acı olayı ?deprem, genç bir kuşağı yoketti? sözleriyle vermektedir.
Yıkımın bu denli büyük, kayıpların bu denli ağır olmasından birinci elden sorumlu olanlar, milyonlarca insanı barakalara mahkum eden aç gözlü kapitalistlerden başkası değildir. Bu, her felaketin ardından az-çok dillendirilen bir gerçek.
Fakat Güney Asya depremi, bunun yanında daha az bilinen bir başka gerçeği daha gözler önüne serdi: Yüzbini aşkın insanın canını alan, büyük bir yıkıma yolaçan deprem, kendisine insanım diyen herkesi acıya boğan bu felaket, bir avuç asalağın yüzünü güldürdü. Gelen haberlere göre başta Endonezya ve Sri Lanka?da olmak üzere Güney Asya borsaları tavan yapmış durumda. Özellikle de borsadaki inşaat şirketlerinin hisse senetleri kapış kapış gidiyormuş! Telefon şirketleri, bu felaketten sonra cep telefonu satışlarında artış olmasını bekliyormuş! Burjuva iktisatçıları bunları ?normal ve beklenen bir gelişme? olarak değerlendiriyorlar. Başka ?normal?likler de var. Savaşa, silahlanmaya her yıl milyarlarca dolar (yarısına yakını yalnızca ABD olmak üzere dünya toplamında yılda 1 trilyon dolar!) harcayan emperyalist ülkeler, BM?nin eleştirilerine ve ikinci kez yinelediği yardım çağrısına rağmen, beş-on milyon dolardan daha fazlasını gözden çıkaramayacaklarını ortaya koydular.
Evet, kapitalist bir mantıkla bakıldığında bunların hepsi ?normal?! Gerçekten de bunlar kapitalist sistemin işleyişinin kaçınılmaz ve olağan birer sonucu. Yüzmilyonlarca insanın daha fazla kâr için yürütülen savaş ve işgallerde hayatını kaybetmesi, yüzmilyonlarcasının sefalet içinde kırılması, doğanın ve çevrenin insafsızca tahrip edilmesi gibi olağan bir sonuç! Her ölü bu sistemin muhasebe hesaplarında bir sayıdan ibaret! Çünkü bu düzende birileri batmadan diğerleri çıkamaz. Birileri zarar etmeden, diğerleri kazanamaz. Bir sınıf köleleştirilip sefalete mahkum edilmeden bir avuç asalak kendine bir cennet kuramaz.

Kapitalizm insanlığı toplu yıkıma
sürüklüyor!


Başa dönüp, soruyu bir kez daha yineleyelim. İnsanlığı nasıl bir gelecek bekliyor, böyle bir dünyada ve böyle giderse ortak bir gelecek sözkonusu olabilir mi? Evet, teorik olarak böyle bir ?ortak gelecek? olasılığı var. İnsanlığın sermaye iktidarı altında bir bütün olarak barbarlık içinde çöküşe sürüklendiği, çürümeyi ve toptan bir yıkımı yaşadığı bir olasılıktır bu.
Bu koşullarda, bugüne ve geleceğe dair iyimser olan sermaye sınıfının mevcut durumun sürdürülmesi için sahte iyimserlik pompalamasından ya da tevekkül vaaz etmesinden daha doğal bir şey olamaz. Herşeye kâr-zarar hesabı üzerinden bakan, iktidarı ve üretilen zenginlikleri ellerinde tutan bir avuç sömürücünün hiçbir zaman insanlığın geleceği diye bir sorunları olmamıştır. Bu asalak sınıf için varsa yoksa tek sorun, iktidarda kalıp sömürü düzenlerini sürdürebilmektir. Onların gözüyle bakıldığında gerçekten de endişelenmeye, kaygılanmaya mahal yoktur. Nasıl olsun ki? Bankaları ağzına kadar para dolu. Kârlarını her yıl katlayarak artırıyorlar. Yüzmilyonlarca insan sefalet ücretleri karşılığına kendileri için çalışıyor. Yolaçtıkları yıkım yetmezmiş gibi, felaketlerden servet ediniyorlar. İktidar onların elinde, devleti, ordusu, yasaları onların hizmetinde. Temel felsefesi ?benden sonra tufan? olan, yüzmilyonlarca insanı cehennemi bir hayata mahkum eden bir sınıfın niye insanlığın topyekûn bir yıkıma sürüklenmesi ya da ezici bir çoğunluğunun açlıkla cebelleşmesi gibi bir derdi olsun ki!

Sosyalizm tek ve
gerçek kurtuluş yolu!


Diğer bir olasılık ise, çoktandır bir olasılık olmaktan çıkıp bir zorunluluk olarak emekçilerin karşısında durmaktadır: Sermaye iktidarına son verip, düşürüldükleri bu insanlık dışı konumdan kendilerini kurtararak, tüm insanlığa sömürüsüz, sınıfsız ve özgür bir dünyanın kapılarını açmak.
Haklı olarak bugünün mevcut koşullarından hoşnut olmayan, geleceklerinden endişe duyan ezilen ve sömürülen yüzmilyonlarca insan için başka bir kurtuluş yolu yok.
Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!
Geride bıraktığımız yılın ve yılların muhasebesi, bu temel çelişkiler üzerinden yapılmalıdır. Gelecek bu hesaplaşmaya bağlı olarak şekillenecektir. İşçi ve emekçiler bu mücadelede ne kadar mesafe alabilirlerse, o ölçüde geleceklerinden emin olabilirler!

(*) AİDS hastalığı çığ gibi büyüyor. Çoğu Afrika?da yaşayan 42 milyon insan bu hastalığın pençesinde ölümü bekliyor. Günlük bilanço şimdilik yaklaşık 7 bin ölüdür. Bu sayı günbegün artmaktadır.
Ozon tabakasındaki delik büyürken, bunun birinci elden müsebbibi olan ABD asgari düzeyde önlem almak konusunda sağlanan uluslararası mutabakata uymamakta ısrar ediyor.
Küresel ısınma sonucu kutuplardaki buzullar hızla erimekte, deniz seviyesi yavaş yavaş yükselmektedir.
Aşırı sanayileşme ve sanayileşmenin yolaçtığı kirlilik, iklim değişiklikleri nedeniyle tarıma elverişli, ekilebilir toprak kaybını artırmaktadır.
Servet sefalet kutuplaşması gitgide keskinleşmekte, sefalet ve açlık büyümektedir. Dünyada en zengin ilk üç kişinin serveti, 48 yoksul ülkenin toplam Gayrı Safi Milli Hasılası?ndan daha fazladır. En zengin 225 kapitalistin toplam serveti, en yoksul 2 milyar 700 bin insanın toplam yıllık gelirine eşittir. Bir milyar 200 milyon insan açlık sınırının altında (kişi başına günde 1 dolar), 3 milyar insan açlık sınırında (günde 2 doların altında) bir gelirle yaşama savaşı vermektedir. En zengin 20 ülkenin ortalama geliri, en fakir ülkenin toplam gelirinin 30 katından daha fazladır. 2003 Yılı İnsani Gelişme Raporu?na göre 54 ülke, 1990 yılına kıyasla daha da yoksullaşmıştır.
Dünyada sağlıklı içme suyundan yoksun olan insan sayısı 1 buçuk milyardan daha fazladır. 3 milyara yakın insan herhangi bir koruyucu sağlık hizmeti alamamaktadır.
Yılda bir milyon işçi iş kazalarında ölmekte, 160 milyon emekçi iş kazaları sonucu yaralanmakta ya da meslek hastalıklarına yakalanmaktadır.
Tüm ülkelerin savunma ve savaş sanayine ayırdığı yıllık bütçe yaklaşık olarak 1 trilyon dolardır. Bunun yalnızca onda birlik kadar bir kısmıyla (yüzmilyar dolar) tüm dünyada açlık, temel hastalıklar, eğitim, içme suyu gibi temel sorunlar çözülebilir.