12 Mart 2005
Sayı: 2005/10 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yeni saldırı dalgasına karşı hazırlanalım!
  4 Mart eylemi ve özelleştirmeye karşı
birleşik mücadele arayışı
  SEKA direnişi bitti, mücadele sürüyor
  Türkiye uyuşturucu, kara para aklama ve
kayıt dışı “cennet”i
  Başbakan sermaye adına pazarlamacılık yapıyor!
  8 Mart eylemi, provokasyon edebiyatı ve
dökülen demokrasi cilası
  Sınıfsal özüne uygun ve devrimci bir 8 Mart mitinginin ardından
  İstanbul’daki devrimci 8 Mart eylemi üzerine
  Ankara’da 8 Mart eylemlerinde iki farklı tutum
  8 Mart kutlamalarından
   Mamak'ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü Etkinlik Haftası
 İşçi-emekçi eylemleri
  SEKA işçileriyle dayanışma eylemleri
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/5: “Demokratik uygarlığın” sağı ve solu
  Lübnan’daki Suriye askerleri bahane
 ABD İsrail’i tehdit aracı olarak kullanıyor
“Mühendislik nereye gidiyor?”
 ÇÜ.’nde son sürecin gösterdikleri
Kadın sorunu/2; Kadın sorunu özünde emekçi kadınların sorunudur!
AB Troyka toplantısı
Bültenlerden...
Küresel ısınma
Yerel basından; Rüzgar tersine dönüyor
İran Komünist İşçi Partisi'nin ABD'nin askeri tehditlerine ilişkin bildirgesi
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Güney Afrika Cumhuriyeti'ne silah satışı başlıyor...

Başbakan sermaye adına pazarlamacılık yapıyor!

Yurtdışı gezileri eleştirilere konu olunca, içe değil dışa dönük siyaset yaptıklarını iddia eden Başbakan, “işadamlarını koluma takıp ülke ülke dolaşırım” türünden sözlerle savunmasını yapmıştı. Yeter ki patronlar istesin, dünyanın öbür ucuna kadar gitmeye hazır Erdoğan. Geldiği gelenek itibarıyla “mücahitliği” elden bırakmayan Erdoğan, gelinen aşamada artık “sermaye mücahitliği” mertebesine ulaşmış bulunuyor.

Erdoğan son seferlerinden birini koluna kapitalistleri takarak Etiyopya ve Güney Afrika Cumhuriyeti'ne yaptı. Devlet Bakanı Beşir Atalay, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler gibi bakanları da yanına katan Erdoğan'ın gezisi 5 gün sürdü.

Gezinin ilk durağı Etiyopya'nın Türkiye'nin sanayi ürünleri için iyi bir pazar oluşturabileceği üzerinde duran Erdoğan ve heyeti, bu ülkenin çok farklı alanlarda sanayi ürünlerinin eksikliğinin görüldüğünü, bu alanda işbirliğine gidilebilmesinin mümkün olduğunu tespit etti.

Başbakan'ın ziyaret edeceği ikinci ülke olan Güney Afrika ise, Afrika kıtasına açılım konusunda önemli bir konuma sahip. Güney Afrika Cumhuriyeti ile dış ticaret olumlu bir çizgide artmasına rağmen, gümrük duvarlarının yüksekliği nedeni ile istenilen düzeye ulaşamadı. Bu ülkede büyük bölümü tekstil, ev tekstili, turizm, dış ticaret, deri, madencilik ve elektrikli ev aletleri sektörlerinden 40'a yakın kayıtlı Türk firması bulunuyor.

Türkiye Güney Afrika Cumhuriyeti'ne kağıt karton, otomotiv ve yan sanayi, sentetik suni devamsız lif, demir çelik eşya, elektrikli makine, özel dokunmuş mensucat, kauçuk ve kauçuk ürünleri, dokunmuş hazır eşya ihraç ederken; bu ülkeden mineral yakıt, kıymetli taş, metal, demir-çelik, otomotiv ve yan sanayi, metal cevher, ham postlar, elektrikli makine, organik kimyasal gibi ürünler ithal ediyor.

Başbakan Erdoğan'ın gezisi, Türkiye'nin silah alımında Güney Afrika'ya uyguladığı ambargoyu kaldırdığı bir döneme denk getirildi. Güney Afrika'nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela'nın “Atatürk Ödülü”nü “Kürt halkı üzerindeki yoğun baskıdan dolayı” reddetmesiyle yıllar önce gerilen ilişkiler, son dönemde yumuşama sürecine girdi. Zira Güney Afrika, Türkiyeli kapitalistler açısından bakıldığında, Afrika kıtasına açılım konusunda önemli bir konuma sahip. Üstelik uzmanların değerlendirmelerine göre G. Afrika, sermaye için tam bir cazibe merkezi. Sermayenin aradığı pek çok özelliği içinde barındırmasının yanısıra bu ülke, kalifiye ve ucuz işgücü, fabrika binaları için 5, imalathaneler ve turizm işletmeleri için 20 yıl vergi muafiyeti, stratejik sanayi kollarında özel teşvik gibi olanaklar da sunuyor. Nitekim ülkede VW, Audi, Mercedes Benz gibi büyük tekeller otomobil üretimi yapıyor.

Fakat Erdoğan'ın ve yanındaki heyetin üzerinde durduğu asıl mesele, bu ülkeye silah satışını başlatmaktır. Mandela'nın tavrından dolayı silah alımlarında konulan ambargo, Savunma Sanayi Müsteşarlığı'nın Dışişleri Bakanlığıyla yaptığı görüşmeler sonucu kaldırıldı.

Hazırlıklı giden Erdoğan'ın heyetinde Savunma Sanayi Müsteşarı Murat Bayar da yeraldı ve gezi sırasında silah satışı için ilk adım atıldı. Yapılan görüşmelerde Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Roolvak firmasının -önümüzdeki günlerde hızlanacak olan- “Atak Projesi”ne teklif vermesi benimsendi. Firma yetkilileri, teklife çağrı dosyası almak için önümüzdeki günlerde Türkiye'ye gelecek. Büyük ihtimalle bu ihaleyi yenileri takip edecek.

İşçi-emekçilere düşmanlık ile sermaye adına pazarlama yapmak aynı davranışın iki farklı görünümüdür. Yani Başbakan bu konuda tutarlı bir çizgi izlemektedir. Bu anlamda direnen SEKA işçisini tehdit etmesi ile Güney Afrika Cumhuriyeti'ne silah pazarlaması da Erdoğan'ın sermaye sınıfı adına, hayatın farklı alanlarında nasıl koşturduğunu gösteren örneklerdir. Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Sorun, işçi sınıfı ile emekçilerin de net bir sınıfsal tutum alabilmeleridir.

--------------------------------------------------------------------------------------

Sendika bürokratlarının AKP'den çektikleri!

Daha en başından şunu söylemek gerekiyor. Bugün AKP hükümetinin “ben yaptım oldu” mantığıyla attığı adımlar, işçi-emekçi hareketinin gelişmesine sendika bürokratlarından daha fazla katkıda bulunuyor. Öyle ki, saldırı politikalarının uygulanması konusunda kayda değer bir esneme ve gecikme şansı olmayan hükümetin her hamlesi ya da açıklaması kendisine dönük beklentilerin zayıflamasına, tepkilerin artmasına ve sonuçta sınıf mücadelesinin daha da sertleşmesine neden oluyor. Sendika bürokratlarının sınıf hareketini yatıştırma, denetim altına alma yönündeki her girişimi, hükümetin attığı adımlar yüzünden bir anda boşa düşüyor.

16 Şubat “genel uyarı eylemi”nde tam da böyle oldu. Sendika bürokratları tam eylem bitti, artık ortalık biraz durulur diye beklerken, hükümet SEKA işçilerinin üzerine polisleri saldı. İşçilerin saldırıyı boşa düşüren direngen tutumu başta TEKEL işyerleri olmak üzere işçi ve emekçiler arasında SEKA'yı sahiplenme ve mücadele eğiliminin hızla artmasına yolaçtı.

Öte yandan gene hükümetin kararıyla SSK hastaneleri apar topar BSağlık Bakanlığı'na devredildi ve işçiler için sağlık hizmeti ve ilaç alabilmek gerçek bir problem haline dönüştürüldü. Olmadık rezalet tabloları yaşandı. Öyle ki yaşananlar sosyal güvenlik sisteminde özelleştirmenin işçilere ne getireceği konusunda önemli açıklıklar sağladı. Emek Platformu'nun aylarca yapamadığı “işçileri bu konuda bilinçlendirme” işini Sağlık Bakanlığı üç günde yaptı. Hükümetin konuyla ilgili açıklamaları ve umursamaz tutumları meselenin tuzu biberi oldu.

Henüz 16 Mart eylemsizliğinin yorgunluk ve rehavetini (eylemlerin güçsüz geçmesi için harcadıkları çabalar yüzünden) üzerinden atamamış sendikal ihanet çeteleri bu kez de SEKA ve TEKEL eksenli gelişen ve eğer gerekli tedbirleri almazlarsa kendilerini de çiğneyip geçme potansiyeli taşıyan hareketlenmeyi etkisizleştirme işine girişmek zorunda kaldılar. Hükümetle görüşmek pek bir işe yaramadı, tepkiyi göğüslemek için 4 Mart üzerinden bir eylem kararı aldılar. Eylem kararını Türk-İş almıştı, diğerleri de hemen aynı gün ateşli destek açıklamaları yaparak eylem kararını sahiplendiler.

Kararlaştırılan eylem bir günlüğüne işyerlerinin terkedilmemesiydi. Mücadeleci işçiler bunun sonuç alıcı bir eylem olmadığının farkındaydı. Buna rağmen mücadeleyi ileri taşımak adına eylem sahiplenildi. Özelleştirme saldırısının muhatabı durumundaki işyerlerinde önemli bir katılımla hayata geçirildi. Özelleştirme ve tasfiye saldırısının tehdidi altında bulunmayan işletmelerde eylem ya hiç yapılmadı ya da zayıf bir biçimde geçiştirildi.

İlk günden eyleme destek açıklayan DİSK ve KESK ise yöneticiler düzeyinde destek ziyaretleriyle yetindiler. Kimi yerlerde yerel sendika şubelerinin çabalarıyla eylemdeki işyerlerine bazıları kitlesel olmak üzere dayanışma ziyaretleri örgütlendi, basın açıklamalarına katılım sağlandı. Herşeye rağmen DİSK ya da KESK üyelerinin eyleme sundukları destek son derece zayıftı. Genel başkanların ateşli destek açıklamalarında sözü edildiği türden bir eylemli katılımdan bahsetmek mümkün değildi. Neticede 4 Mart eylemi de geride kaldı.

Bürokratlar hele şükür bunu da atlattık deme fırsatı bulamadan Tayyip Erdoğan bir kez daha ortaya çıktı ve SEKA işçilerine yönelik son derece saldırgan bir açıklama yaptı. SEKA işçileri Başbakan'ın açıklamasına aynı kararlılıkla yanıt verdiler. İpler bir kez daha hızla gerildi. SEKA ile dayanışmayı güçlendirmek için yeni adımlar atılması ihtiyacı ortaya çıktı ve tabi sendikal ihanet çetelerinin emekleri bir kez daha boşa gitti. Çünkü 4 Mart eylemine güzellemeler yaparak sınıf hareketini bir süre oyalama hevesleri suya düştü.

Durumu kurtarmaya çalışan sendikacılar bugün itibarıyla SEKA'da bir sahte çözüm formülüne ulaşmış bulunuyorlar. Böylece SEKA mevzisinin boşaltılacağını ve rahat bir nefes alacaklarını umuyorlar. Fakat bu durumun nereye kadar gideceği hiç belli değil. Zira saldırı değişik işletmeleri kapsayarak sürüyor ve işçilerin pek çok şeyi o kadar da kolayından kabul etmeyecekleri ortada.