12 Mart 2005
Sayı: 2005/10 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yeni saldırı dalgasına karşı hazırlanalım!
  4 Mart eylemi ve özelleştirmeye karşı
birleşik mücadele arayışı
  SEKA direnişi bitti, mücadele sürüyor
  Türkiye uyuşturucu, kara para aklama ve
kayıt dışı “cennet”i
  Başbakan sermaye adına pazarlamacılık yapıyor!
  8 Mart eylemi, provokasyon edebiyatı ve
dökülen demokrasi cilası
  Sınıfsal özüne uygun ve devrimci bir 8 Mart mitinginin ardından
  İstanbul’daki devrimci 8 Mart eylemi üzerine
  Ankara’da 8 Mart eylemlerinde iki farklı tutum
  8 Mart kutlamalarından
   Mamak'ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü Etkinlik Haftası
 İşçi-emekçi eylemleri
  SEKA işçileriyle dayanışma eylemleri
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/5: “Demokratik uygarlığın” sağı ve solu
  Lübnan’daki Suriye askerleri bahane
 ABD İsrail’i tehdit aracı olarak kullanıyor
“Mühendislik nereye gidiyor?”
 ÇÜ.’nde son sürecin gösterdikleri
Kadın sorunu/2; Kadın sorunu özünde emekçi kadınların sorunudur!
AB Troyka toplantısı
Bültenlerden...
Küresel ısınma
Yerel basından; Rüzgar tersine dönüyor
İran Komünist İşçi Partisi'nin ABD'nin askeri tehditlerine ilişkin bildirgesi
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

8 Mart eylemi, provokasyon edebiyatı ve dökülen demokrasi cilası

6 Mart'ta İstanbul Beyazıt'ta yapılan Dünya Emekçi Kadınlar Günü eylemine karşı polisin saldırgan tutumu ve sonrasında yapılan açıklamalar düzenin demokratikleşme söyleminin kofluğunu bir kez daha ortaya serdi.

Normalde bu tür bir saldırı hükümetin gündemine bile girmezdi. “Yasadışı gösteriye” polis müdahale etti denir, geçilirdi. Fakat Troyka toplantısı için Türkiye'de bulunan AB'li bakanların konuyu gündeme taşıyarak “Kadınların ve gençlerin polisçe dövüldüğünü gösteren görüntüler bizi şoke etti” diyen ve polisin tutumunu sert bir şekilde kınayan açıklamalarının ardından hükümet cephesinden de peşpeşe demeçler geldi.

Fakat yapılan açıklamalar en az AB'li bakanlarınki kadar ikiyüzlüceydi. Hükümet adına konuşanların hepsi de polisi ve eylemcilere karşı sergilediği saldırgan tutumu doğrudan doğruya eleştirme yoluna gitmedi. Bunun yerine asıl olarak eylemcileri suçladılar ve bu arada adet yerini bulsun şeklinde polisin de bazı aşırılıkları olabileceğini, bunların da büyütülmemesi gerektiğini, bir kusur varsa soruşturmalar neticesinde bunların ortaya çıkacağını ifade etmekle yetindiler.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Troyka toplantısını açarken yaptığı konuşmada, polisin vahşi tutumuna dair elle tutulur bir şey söylemekten kaçınırken, konuyla ilgili olarak yaşananların üzüntü verici olduğunu, İşişleri Bakanlığı'nın soruşturma açacağını söylemekle yetindi. Gerek toplantı öncesinde, gerekse toplantı sırasında AB'li bakanların tavrı yüzünden sıkıntılı anlar yaşayan Abdullah Gül'ün derdi insanların dövülmesi, yerlerde sürüklenmesi, en temel haklarının çiğnenmesi falan da değildi. Onun asıl sıkıntısı Troyka toplantısının açılış konuşmasında hazırladığı konuşma metnini okuyamayacak olmasıydı. Zira kuvvetle muhtemel ki günler öncesinden hazırlanan bu konuşma metninde uzun uzun Türkiye'nin ne kadar da demokratikleştiğinden, hükümetin insan hakları konusunda büyük adımlar attığından sözediliyordu.

Adalet Bakanı Cemil Çiçek ise konuyla ilgili olarak, “Kimi zaman polis toleransla yaklaşıyor. Ancak hırsızın da kabahatli olduğu görülmeli. Her sorun ev sahibinde değil. Bu olaylar AB'de de oluyor. Küreselleşme hareketlerinde polis böyle davranıyor. Orada polis çiçek mi veriyor? Onaylamıyoruz, ancak polisi anlamak lazım” diye konuştu. Türk polisini aklamaya çalışan Cemil Çiçek bu tür uygulamaların bütün AB ülkelerinde yaşandığını, bu ülkelerde de demokratik hakların emekçiler için değil sadece egemen sınıf için geçerli olduğunu da itiraf etmiş oldu.

Recep Tayyip Erdoğan ise tartışmalara provokasyon teorisi ile katıldı. Polisin vahşi saldırısını mazur göstermek için bin dereden su getiren Tayyip Erdoğan, gösterinin izinsiz olduğunu, göstericilerin ise polisi tahrik etmek için ellerinden geleni yaptıklarını, yasadışı örgüt sloganları attıklarını ifade ettikten sonra güya polisleri uyararak, “Kamu görevi yapan herkesin toplumsal bilinci olmalı. Provokasyona dikkat etmeli. Provokasyon olabilir. Kamu yönetimindekilerin hassasiyeti çok önemli. Hepimizin duyarlı olması lazım” diye konuştu.

Bir gün sonra bir televizyon programına katılan Erdoğan orada da benzer şeyler söyledi. Gösteriye katılanların “yasadışı terör” örgütünün propagandasını yaptıklarını belirten Erdoğan, bir kez daha olayı provokasyon olarak niteledi. Bu provokasyon ortamında polisin de yanlış tutumu olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, “Daha dikkatli olmak, provokasyona neden olmamak veya o provokatörlerin oyununa gelmemek gerekir” diye konuştu. Söylediklerine kendi de ikna olmamış olacak ki, “Orada yere düşmüş bir bayana da vurmayı ben doğrusu insani bulmuyorum” diyerek durumu dengelemeye çalıştı.

Gene aynı konuda konuşan Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin ise “hanımlara daha nazik davranılması” gerektiğini söyledi. Şahin, “Ölçünün biraz kaçırıldığı anlaşılıyor. Ama bizi şiddet ile eleştirenler kendi uygulamalarını gözardı etmesin. Hata yapılabilir, büyütmeye gerek yok. Hanımlara biraz daha nazik davranılmasında fayda var” dedi.

Polisi değil de eylemcileri suçlayan provokasyon korosuna İstanbul Valisi'nin de katıldığı görüldü. “Güvenlik güçlerinin zor kullanmaya adeta teşvik edildiği, tahrik edildiği belirlenmiştir. Herkes kendi bildiği gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü yeri tayin edemez. Bu, yasalarla öngörülmüş bir tespittir. Özellikle belirtiyorum; burada bir provokasyon vardır. Bu olaylarda bir polis aracı, bir polis motosikleti tahrip edildi. Altı polis memuru yaralandı, taşlarla saldırıldı. Burada güvenlik güçlerinin zor kullanmaya adeta teşvik edildiği, tahrik edildiği belirlenmiştir” dedi.

Son günlerde Başbakan'ın sadece eylemcileri suçlamakla yetinmemeye başladığı, Türkiye'yi Avrupa'ya ihbar ettikleri gerekçesiyle basını da hedef tahtasına oturttuğu görüldü.

Başbakan “Batı'da da bunlar oluyor. Niye bizim basınımız onları göstermiyor” diye basını da suça ortak etti.

Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, eğer emekçi kadınlar 8 Mart'ı özüne uygun bir biçimde anmaya kalkmasalardı, evlerinde otursalar ya da o gün düzenlenen karnavallardan birine katılsalardı, hadi katıldılar bari slogan atıp pankart açmasalardı, hadi polis saldırdı bari basın coplananları, yerlerde sürüklenenleri göstermeseydi, eğer AB'li bakanlar kendi ülkelerinde de benzer şeyler yaşandığı için seslerini kesip otursalardı hiçbir mesele kalmayacak, memleketteki huzur ve güven ortamı zarar görmeyecekti. AB yolunda emin adımlarla ilerleyen AKP hükümeti de demokratikleşme konusunda, işkenceye sıfır tolerans konusunda ne önemli işler yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatma zevkinden mahrum kalmayacaktı. Ama bu “yasadışı” gösteri meraklıları, bu terör örgütü mensupları yok mu, herşeyi berbat ettiler!..

----------------------------------------------------------------------------------------

İzinsiz gösteri

(...) Hükümet yetkilileri ağız birliği etmişcesine dayak yiyen kadınları suçluyor. Hadsizliği, 'hırsızın hiç mi suçu yok' düzeyine kadar vardırdılar. ‘İzinsiz gösteri' teranesine sarılmış vaziyetteler ama bu kez tutturamayacaklar. Kendi yaptıkları düzenleme sonucu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'nın 3. maddesi, ‘önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yapma hakkı' tanıyor. Hükümet yetkilileri ve İstanbul Valisi'nin söylemleri kadük. Gösterilere bildirim, barışçıl gösterilere müdahale olasılığı için polisin koruması adına yapılıyor. Yani artık ‘izinli gösteri' yok! Huu bir uyanıverelim lütfen! (...) (Murat Çelikkan, 10 Mart Radikal)

***

Birkaç kötü polis

Münferit 1 Polis, İstanbul'daki Kadınlar Günü gösterisinde, yere düşürülmüş bir kadınımızı tekmelerken yakalanıyor kameralara.

Avrupa Troykası ‘şoke' oluyor.

Üst Düzey 1 Emniyet Yetkilisi de: “Eğitimsiz BİRKAÇ polis,” diyor. “Okullardan mezun olan polisler burada göreve başlıyor. Çevik Kuvvet'te 3 yılını tamamlayan memurların görev yerleri değiştiriliyor. Sürekli yenilenen bu kadrolar, eğitimlerini tam olarak tamamlayamadıkları için DUYGUSAL OLARAK hareket ediyorlar.” (...)

Bunlar 'münferit hadiseler' değildir.

'Birkaç eğitimsiz polisin' bizleri şoke eden hadisesi de değildir.

Polis önce Saraçhane'de 65 kişiyi izinsiz gösteriden gözaltına alıyor; öğleden sonra Beyazıt Meydanı'ndaki gösteride daha da sertleşiyor. Aradan geçen saatler zarfında kini bilenmiş, daha da hainleşmeye, saldırganlaşmaya karar vermiş bir polis gücüyle karşı karşıya göstericiler Beyazıt'ta. (...)

Hadi adını koyalım: BU ülkenin polisinden beklentisi, bu! Göstericiyi, kutlayanı, protesto edeni: yani düşüneni, düşündüğünü söyleyeni cezalandırmak. (...)

‘Okullardan mezun olan polislerin' böylesi bir ‘duygusallıkları' söz konusuysa, yani 8 Mart'ı kutlamak isteyen kadınlara karşı kin ve nefret dolu olmak gibi, onlara ellerindeki coplarla tekme tokat saldırmak gibi, düşene vurmak gibi: her nevi insani normdan ve görev bilinci/tanımından uzak olmak gibi, bir formasyonları söz konusuysa, pek tabii ki burda söz konusu olan münferit bir olay değildir. ‘Eğitimsiz birkaç polis' hadisesi hiç mi hiç değildir.

Tam tersine, ben polisimizin TAM DA bu hissiyatlanmalara kapılmak üzre eğitildiklerini düşünüyorum. ‘Herhangi politik olma ihtimali içeren bir grubun, BAKMA GÖZÜNÜN YAŞINA!' (...) (Perihan Mağden, Radikal)