12 Kasım 2005 Sayı: 2005/44 (44)

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınırlı bir isyanın egemenlerin yüreğine saldığı korku..
  Sermaye devletinin fiili anayasasının özü...
  EKS iş başında!
  Çocuk yurtlarındaki şiddet burjuva devletinin aynasıdır
  Bu düzenin özü ve ruhu şiddettir!
TEKEL'de özelleştirmeye karşı mücadelenin kaderi işçilerin elinde
Özelleştirme gündeminden...
  Fransa banliyölerinde "öteki"lerin isyanı
  Paris'te isyan ama Komün'ü hatırlamadan /Yüksel Akkaya
  AB Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu açıklandı
  TMY Tasarısı Karşıtı Birlik Kuruldu
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu kuruldu
  Güne yükleniyor, geleceğe hazırlanıyoruz; "İşçi sınıfı savaşacak sosyalizm kazanacak!"/ Orta sayfa
  "İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!" gecesi yapıldı
  Geceye gelen mesajlardan...
  Geceye gelen dayanışma mesajlarından
  Büyük Ekim Devrimi'ni doğru anlamak /Sosyalist Şoreşger
  Beyaz Saray'dan yükselen pis kokular; Savaş kundakçıları birbirine düştü
  Bush "Amerika Devletleri Zirvesi"nde hüsrana uğradı
  Emperyalist-siyonist gericiliğin "İran kompleksi" derinleşiyor
  Suriye; Gerici saldırganlığı durdurmanın yolu anti-emperyalist direniştir
  Ümraniye İşçi Kurultayı hazırlıklarımız güçlenerek sürüyor!
  Pendik, Kartal, Maltepe İşçi Kurultayı çalışmaları
  Ümraniye İşçi Kurultayı çalışmaları devam ediyor
  Basından/ "Vagon raydan çıkıyor"mu?
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Paris'te isyan ama Komün'ü hatırlamadan!..

Yüksel Akkaya

Paris'te “baldırı çıplakların” isyanı ile, kapitalizm bir kez daha potansiyel bir başkaldırıyı hep içinde taşıyan toplumsal yapıdaki bunalım ile yüzyüze geldi. Ve, bir kez daha şaşırmış görünmenin ötesinde, bu isyanı anlamakta ve bastırmakta “çaresiz” kaldı. Eşitsizlik, baskı, ayrımcılık ve büyük bir sömürü üzerine kurulmuş olan sistem, sessiz sedasız büyüyen öfkeyi sezmekle birlikte, ne zaman patlak vereceğini tam kestirememektedir. Böyle olduğu için de basit bir olay veya olgu ile birden ortaya çıkan büyük öfkeyi ve sonuçlarını anlayıp, değerlendirmekte zorluk çekmektedir. İlk şoku atlattıktan sonra ise, sorun ile ilgili “derin” analizler yapılmakta, bu algıya bağlı olarak da çözüm yolları aranmaktadır. Ancak, derin analizler de, çözüm yolları da öze ilişkin olmayıp görüntüye ilişkindir. Tıpkı, Paris İsyan'ında olduğu gibi.

Olayların nedenlerini tartışmaya başlayanlar, işsizlik, göç, çarpık yerleşim, fırsat eşitsizliği, ayrımcılık, konut sorunu, entegrasyon ve güvenlik önlemleri üzerinde durmakta, Fransa'nın göç ve entegrasyon politikasının iflas ettiğini dile getirmektedirler. Kentin varoşlarında yaşayan göçmen çocuklarının gerçek Fransızlar'a dönüştürülemediği, göçmen ailelerinin çocuklarının ayrımcılığa tabi tutularak, hepsinin aynı okullara toplandığı belirtilmektedir. Sinsi bir ırkçılığın sonucu olarak, Afrikalılar'ın gettolara hapsedilerek, onların diğer semtlerde yaşayabilmelerinin önüne geçildiği dile getirilmekte, gelir dağılımındaki bozukluğa dikkat çekilmektedir. Kuzey Afrikalı üniversite mezunlarının yüzde 26.5'inin neden işsiz oluşu sorgulanmakta, işe almadaki ayrımcılığa tabi tutuldukları belirtilmekte, bazı mahallelerde yaşayan gençlerin %40'ının işsiz olduğu dile getirilmektedir. Kuşkusuz bütün bunlar doğrudur. Ancak asıl sorulması gereken soru, bütün bunların asıl kaynağının ne olduğu ile ilgili olmalıdır? Avrupa'nın sosyal politika açısından iyi ülkelerinden biri olan Fransa'da bütün bu olumsuzlukların oluşumunda belirleyici temel etken nedir? Kapitalizmin yasaları, yıkıcı bir rekabetin yaşandığı zaman dilimlerinde, topluma daha acımasız yansır. Refaha ayrılan pay azaltılır. Artan huzursuzluğu bastırmak için güvenliğe önem verilir. Zira, yaşanan süreç her an sisteme karşı, düzene karşı bir isyana gebedir. Paris isyanı, bunu bir kez daha göstermektedir.

Paris isyanı kapitalizme, uygulamalarına, ve sonuçlarına bir itirazdır. Bugüne olduğu kadar düne de bir itirazdır, onun birikmiş öfkesinin sokağa yansımasıdır. Kolektif bilinç, bir başka kökene ait olma, atalarının köle gibi çalıştırılmışlığının ayırdında olmak, “anayurtlarının” acımasızca sömürüldüğünü bilmek bir öfkeyi tutuşturmak için yeterlidir. Dün anayurtlarında, bugün yaşadıkları ülkede hor ve hakir görülmüş olan bir kuşak için, dışlanmaya, ezilmeye, sömürülmeye karşı biriken öfkenin dışavurulmasından daha doğal ne olabilir? Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan bir kuşak için intikam duygusunun tutuşmasından daha doğal ne olabilir? Bir öfke, bir intikam duygusu taşımak, bir kuşak için aynı zamanda varolma nedenidir de? Sorun kapitalizmin sonuçlarına olan bu öfkenin, intikam duygusunun sokaktaki yansıması olan isyanının da kapitalizmin sonuçlarına ve kapitalizme karşı olup olmaması ile ilgilidir.

Ne var ki, bir kuşağın bu büyük öfkesi, ilkel bir tepki olup, planlı, programlı, örgütlü olmaktan uzaktır. Bütün bunların ötesinde bu öfkeyi kapitalizme karşı bir isyana dönüştürecek bir siyasal önderlik ile bağı yoktur, bu bağı sağlayacak bir bilinç ve donanım yoktur. Böyle olduğu için de, Paris isyanı ilkel bir tepkinin ötesine geçememiş, öfke sağlıklı olarak örgütlenip, düzene yönlendirilememiştir. Kuşkusuz bunda, siyasal öznelerin de payı bulunmaktadır. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bu büyük isyankar kesim, siyasetin öznesine dönüştürülememiş, biriktirdikleri öfkeyi devrimci kanala akıtacak politikalar üretilememiştir. Bu handikap nedeni ile de Paris isyanı siyasal öznelerce algılanamamıştır. Örneğin, Fransız Komünist Partisi bildiri yayınlayıp, N. Sarkozy'nin istifasını istemekle yetinmiştir.

ABD'deki siyahların on yıl önceki Los Angeles isyanı ile Paris İsyanı arasında bir fark yoktur. İkisi de biriken öfkenin, şu veya bu nedenle sokağa yansımasıdır. Başlatıcı olay/olgu ne olursa olsun her iki isyan da kapitalizmin uygulamalarının yarattığı bir tepkidir ve kapitalizme karşıdır. Ancak, siyasal bir önderlikten ve sınıf eksenli bir bilinçten yoksun olduğu için, devrimci bir başkaldırıdan çok, ilkel bir tepki olmanın ötesine geçememişlerdir. Oysa, Paris koskoca bir Komün'e tanıklık etmiş, isyanın yönünü ve yolunu çizmiştir.