17 Aralık 2005 Sayı: 2005/49 (49)
  Kızıl Bayrak'tan
  "Kırmızı çizgiler"ini terkeden sermaye devleti ABD'nin tam hizmetinde
  Türkiye ABD’nin saldırı ve savaş üssü olarak hazırlanıyor!
  Hesabı işçi ve emekçiler soracak!
  Yeni niyet mektubu, yeni saldırı planları!
Sosyal güvenliğin tasfiyesinde yeni adım
Asgari ücret ve davete icabet: Kavgaysa kavga!..
/ Yüksel Akkaya
  Asgari ücret
  Küçükçekmece-Yenibosna-Güneşli-Topkapı İşçi Kurultayı gerçekleşti...
  Ümraniye İşçi Kurultayı gerçekleşti...
  Ümraniye İşçi Kurultayı yeni bir başlangıç oldu...
  Büyükçekmece İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi temsilcisi ile konuştuk...
  19 Aralık katliamı ve
yoğunlaşan saldırılar
  Düzen cephesinde it dalaşı devam ediyor
  7. yılında Parti her açıdan daha ileride!../ Güne yüklenmek ve geleceğe hazırlanmak /Orta sayfa
  Kürt uyanışı ve hareketinin
çelişik etkisi
  AB şefleri Amerikalı işkencecilerin suç ortağı!
  Hariri suikastıyla ilgili ikinci rapor BM’ye sunuldu...
  Irak’ta emperyalist orduların namluları gölgesinde seçimler
  Köln İşçi-Gençlik Kültür Evi açıldı
  İÜ Merkez Kampüsü; Faşist saldırılar sürüyor... Polis-idare-sivil faşist işbirliğine karşı birleşik devrimci mücadele!
  Ekim Gençliği çalışmalarından...
  Tuzla Deri-İş Şube Sekreteri ve işçilerle konuştuk... “Bu saldırılar bizi yıldıramaz!”
  Güney Kürdistan, Irak ve TC / SOSYALİST-ŞOREŞGER
  Bültenlerden / Ankara İşçi Bülteni
  Bültenlerden / Çiğli İşçi Bülteni
  Kamu Personel Rejimi Kanun Taslağı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

CIA-FBI başkanları Türkiye’de, Büyükanıt ABD’de…

Türkiye ABD’nin saldırı ve savaş üssü olarak hazırlanıyor!

ABD-Türkiye arasında diplomatik görüşmelerde yeni bir hareketlenme baş göstermiş bulunuyor. Ama bu kez görüşenler, hükümetler ve onların görevlileri değil her iki devletin gerçek karar sahibi güçleridir. FBI Başkanı ve hemen arkasından CİA Başkanı Türkiye’ye gelirken, aynı günlerde müstakbel Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt da ABD’nin yolunu tuttu. İlişkilerin bu düzeyde ve hararette olması akıllara bir dizi soruyu da beraberinde getiriyor. Ancak görüşmeler, görüşmecilerin kimliğine uygun olarak kapalı kapılar ardında ve oldukça gizli bir şekilde yapıldığı ölçüde bu sorulara net yanıtlar vermek de oldukça zorlaşmakta. Zira görüşmelere dair resmi ağızlardan yapılmış herhangi bir açıklama da henüz mevcut değildir. Burjuva medyada görüşmelerin içeriğine dair kesin vurgularla ortaya konulan birçok iddia bulunmakta, ama bunların da biri diğerini pek tutmamaktadır. İddiaların birbirini tutmamasının nedeni sızdırılan bilgilerle ilişkin bir yorum farkı mıdır, yoksa CİA’nın bir kafa karıştırma operasyonunun ürünü müdür bilinmez, fakat yine de bu iddialar görüşmeler hakkında bir ölçüde fikir de vermektedir. Bununla birlikte görüşmecilerin kurumsal kimliklerine ilişkin tarihsel deneyimlerle süzülmüş yargılarımız ve ayrıca ilişkilerin gelişim seyri ve içerinden geçilen koşullar da hesaba katıldığında, net sonuçlara varmak zor olmayacaktır.

Öncelikle CIA-FBI-TSK-MİT ve Emniyet ilişkilerinin boyutlarını ABD-Türkiye ilişkilerinin tarihsel süreci üzerinden bir kez daha hatırlatalım. Egemenlerin ABD-Türkiye ilişkileri konusunda ahkam keserken sıklıkla belirttikleri “50 yıllık çok yönlü ve kapsamlı” ilişkilerin çok özel ve temel yönünü bu kapsamdaki ilişkiler oluşturmaktadır. Öyle ki, temel taşları 60 yıla yakın bir süre önce döşenen ilişkilerin ana ekseni, Türkiye’nin ABD tarafından Kuzey’de “komünizm tehlikesi”ne ve Güney’de Ortadoğu halklarına karşı emperyalizmin bir ileri karakolu olarak kullanılmasından ibaretti. Böyle olduğu ölçüde Türkiye, CIA ve benzeri örgütlerin “komünizm tehlikesi”ne karşı karanlık operasyonların ana üssü haline getirilmiştir. Ülke topraklarının emperyalizmin hizmetinde bu tarz bir kullanımı, devlet aygıtının ve esas olarak da ordu-MİT-Emniyet üçlüsü başta olmak üzere devletin derin çekirdeği üzerinde de emperyalizmin tam bir kontrol ve denetimini beraberinde getirmiştir. ABD’nin Türkiye üzerindeki egemenliğinin kurumsal altyapısını ve sürekliliğini bu örgütler sağlamış ve güvencelemiştir. Bu askeri mekanizmaya dayanarak darbeler tezgahlanmış, devrimci akımları ve toplumsal muhalefeti ezecek türlü provokasyonlar ve katliamlar düzenlenmiştir. Örneğin 12 Mart darbesi tümüyle bir CİA operasyonudur. Aynı şekilde dönemin ABD başkanına “bizim oğlanlar başardı” müjdesiyle bildirilerek sahiplenilen 12 Eylül faşist darbesi de. Emniyetin işkencehanelerinde kullanılan işkence yöntemleri ve elbette aygıtları büyük çoğunlukla CİA patentlidir vb. Dolayısıyla bugün iki ayrı devlete bağlı kurumlar olarak görünen ilişkilerin arka planında, tarihsel bir sürekliliği olan organik ve hiyerarşik bir bütünlük durmaktadır.

Bilindiği üzere ABD-Türkiye ilişkileri tezkere-çuval geriliminin ardından bozuldu bozulacak denirken bir dizi diplomatik görüşme ve sonrasında Erdoğan’ın biçimsel ABD ziyaretiyle rayına sokulmuş ve ilişkilerde yeni bir dönemin açıldığı söylenmişti. Konuyu ilişkin yakın döneme ait bir değerlendirmede komünistler şunları söylemekteydiler:

“Türkiye-ABD ilişkilerinin iki yılı bulan bunalımlı seyri bu ilişkilerin gerçek mahiyeti konusunda önemli bir yeni test işlevi görmüştür. Son iki yılda bu ilişkiler alanında olup bitenler, Türkiye’nin AB emperyalizmine çok yönlü bağımlılığının yeni bir teyidi olmuştur da diyebiliriz buna. Bunalımlı seyrin ardından bugün gelinen nokta bir kez daha açıkça göstermiştir ki, bu ilişkiler gerçekten ‘stratejik’ bir derinliğe sahiptir; ve tüm kesimleriyle işbirlikçi Türk burjuvazisinin AB emperyalizmi ile tek yanlı ‘stratejik’ kader birliği, bu ilişkilerin taktik sorunlarından ve geçici bunalımlarından kalıcı hasarlar görmesine karşı en büyük güvencedir.” (Ekim, Türkiye-ABD İlişkilerinde Yeni Dönem, Haziran 2005, başyazı)

İşte bugün izlemekte olduğumuz görüşme trafiği esasında, yukarıda tarihsel gelişimine ilişkin belli hatırlatmalarda bulunduğumuz bu “stratejik derinlik”in kurumsal dayanakları ve mekanizmalarıyla ortaya çıkması ve kendisini kanıtlaması anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle ABD, Türkiye’nin egemen sınıf iktidarının iplerini elinde tuttuğunu ilan etmektedir. Ordunun medyadaki yarı resmi kolu durumunda olan Mehmet Ali Kışlalı bu gerçeği şu sözlerle ortaya koymaktadır:

“ABD bu defa Türkiye ile birlikte uygulama niyetinde olduğu planlı faaliyetlerini, 1 Mart 2003’te olduğu gibi, tesadüfe bırakmak istemiyor (1 Mart’la, yani bildiğimiz o ünlü “tezkere kazası”yla ilişkilendirmeye dikkat!). Onun için de işi dört boyutuyla ele alıyor muhataplar; TSK, Dışişleri Bakanlığı, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü.

“ABD bu yaklaşımına ne kadar önem verdiğini de, dört konudaki en üst yetkililerini açıkça işin içine sokup Türkiye’de bu mevkilerdeki yetkililerin karşısına doğrudan çıkarmakla gösteriyor. Sadece TSK konusunda bir incelik var. 2006 Ağustos’un Genelkurmay Başkanı olacak Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt muhataplarıyla Ankara’da değil ABD’de görüşecek.

“Diplomasi işbirliği aylardır ABD kontrolünde sürüyor. Bakan Gül, bu konuda üstüne düşeni yapıyor. Daha yeni ABD temsilcisi gelmeden Irak’taki Sünnileri ABD istekleri yönünde İstanbul’da, ABD’nin Bağdat temsilcisiyle birlikte bir araya getirdi ve yarın yapılacak seçimlere Sünnilerin katılımını sağladı. Bu, küçümsenecek bir ‘iyilik’ değil. ABD bunu unutmamalı...” (Radikal, 14 Aralık ’05)

Tam anlamıyla uşakça bir ruhhalinin dışavurumu (ki bu esasında sermaye iktidarının sahip olduğu ruh halidir de) olan bu ifadeler, ABD-Türkiye ilişkilerinin mevcut durumu hakkında yeterli açıklığı sağlamaktadır. İlişkilerin yeni döneminde ABD bu kez hiçbir aksaklık ve tavsamaya izin vermemek amacıyla ipleri sıkı tutmakta ve sadece planlama aşamasında değil, yanısıra uygulama aşamasında da tam bir kontrol sağlamaktadır. Türk dış politikası tam anlamıyla ABD’nin çıkarlarını ve ihtiyaçlarına bağlı olarak şekillendirilmekte; MİT ve Emniyet gibi tüm temel devlet organları bu doğrultuda hareket ettirilmektedir. Ve elbette ki Türk ordusu, devlet aygıtı içerisinde sahip olduğu özel yönetici rolü bu kez gereğince oynamak üzere hazırlanmaktadır (Paul Wolfowitz’in 1 Mart tezkeresinin ardından, “ordu kendisinden beklenen öncü rolünün gereğini yapamadı” fırçasını hatırlayalım!).

İşte bu gerçeği dikkate alarak burjuva medyanın görüşmelere dair iddialarına baktığımızda ortaya konulanların anlamı ve önemi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu iddialardan biri, Irak’tan ABD askerlerinin çekilmesiyle doğacak boşluğun Türk askerlerince doldurulacağı biçimindedir (Akşam gazetesi). Bir diğeri Cumhuriyet gazetesi tarafından manşetten duyurulmaktadır; “Ankara’ya göre, ‘İran, Washington ile ilişkilerin kötüleşmesine değecek bir ülke değil’ -Hava saldırısına yeşil ışık”. Radikal gazetesi, “PKK’nin barışçıl bir şekilde nasıl dağdan indirileceği konusunda anlaşıldığı” iddiasında bulunmaktadır. Vatan gazetesi ise konuya dair haberini “Türkiye’de El-Kaide operasyonu” şeklinde manşetten vermektedir.

Tüm bu iddia çeşitliliğinden pekala şu sonuçlar çıkarılabilir: ABD Irak’ta işleri bir biçimde yoluna koyduktan sonra, (bu askeri gücünü çekerek yerini, Kuzey Irak konusunda kesin güvenceler vermiş ve kendi sınırları içerisine çeki düzen vermiş olan Türk ordusuna bırakarak yapılabilir) hedefteki diğer ülkelere yönelik saldırı planlarını devreye sokmayı planlanmaktadır. Mevcut görüşme trafiği bu planın uygulanması yolunda taşların döşenmesi için yapılmakta ve sonuçta Türkiye ABD’nin bölge halklarına yönelik bir saldırı ve savaş üssü olarak hazırlanmaktadır. Durumu yerli yerine oturtmak için ayrıca yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde yeralan vurguları hatırlatmakla yetinelim.

Sonuç olarak ABD emperyalizmine, emperyalist kölelik ve suç ortaklığına karşı mücadelenin son derece hayati bir önem kazanacağı bir dönemin ön günlerinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Dolayısıyla güncel devrimci görev ve sorumluluklara bu bilinçle yaklaşmak, gerekli hazırlıkları ve yığınakları buna uygun yapmak üzere geç kalmadan harekete geçmek gerekmektedir.