15 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/07

  Kızıl Bayrak'tan
  Emekçiler gerici güçlerin peşine takılmayı reddetmelidir!
  Emperyalist gericilik gölgesinde dinci gericilik ilerlemeyi sürdürüyor
TÜSİAD–AKP ilişkileri ve kriz dinamikleri
TEGA işçisiyle dayanışmayı büyütelim!
Türban dalaşı ve üstü örtülen gerçek gündem
A. Deniz
Laik–anti laik çatışması neye hizmet ediyor?
  5. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu toplantısına çağrı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  SSGSS saldırısı ve gelişen mücadele süreci üzerine Harb-İş Sendikası Anadolu Şube Başkanı Hüseyin Över ile konuştuk....
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...
Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 2
  Emekçi Kadın Kurultayı çalışmalarından...
  Nükleer santrallere hayır!
  Fahişeleştiren düzene çanak tutmak!
A. Eylül
  Dünyadan...
  Köln’de “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” gecesi
  Demokrasi mücadelesi mi, iktidar çekişmesi mi?
M. Can Yüce
  Sitemizin Ocak ayı rakamları...
  Gündem, Devrimci Demokrasi gazetesi ve Sosyalist Barikat dergisi temsilcileriyle basına yönelik sansür üzerine konuştuk....
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

Sermaye işsizlik sopası ile kölece çalışma koşullarını dayatıyor...

Uzun çalışma süreleri ve işsizlik

Kapitalist sistemde işsizlik, kaynağını sistemden alan yapısal bir sorundur. Dolayısıyla işsizlik sorununun köklü bir biçimde çözülmesi imkansızdır. Üstelik kapitalist sistemdeki egemen güç olan sermaye sınıfı, işsizlik sorununu çözmek gibi bir niyetten de yoksundur. Zira bir işsizler ordusunun varlığı sermaye sınıfının tercih ettiği bir durumdur. Sermaye bu işsizler ordusunu kullanarak, fabrikalarda çalışanlara sokakta işsiz gezenleri göstererek, onları bu yolla sindirip korkutarak pek çok saldırı politikasını daha kolaylıkla hayata geçirme imkanı bulmaktadır. Onun bu konuda tek dikkat ettiği nokta, işsizliğin kendi başını ağrıtmayacak sınırlar içinde tutulmasıdır.

Yinelemek gerekirse, sermaye işsizlik sopasını kullanarak işçi ve emekçilerin kölece çalışma koşullarına, düşük ücretlere, hak gasplarına, uzun çalışma saatlerine sessizce katlanmalarını sağlamaktadır. Bu bize, işsizlik sorunu ile sınıfın ve emekçilerin yaşadığı bütün diğer sorunlar, yüzyüze kaldığı saldırılar arasında çok güçlü bir bağ olduğunu göstermektedir.

Gerçekten de işsizlik sorunu bugün bu kadar yaygın ve ürkütücü bir hal almış olmasa, sermaye ne hak gasplarını ne de kölece çalışma koşullarını bu denli pervasız bir biçimde dayatabilirdi. Tersinden de aynı şeyi söylemek mümkündür; sermayenin düşük ücret politikalarına, hak gasplarına, giderek daha da kötüleşen çalışma koşullarına, uzayan çalışma saatlerine karşı işçi sınıfı cephesinden az-çok etkili bir direnç gösterilebiliyor olsaydı, işsizlik sorunu bu kadar yaygın ve yakıcı bir sorun halini almazdı. Bu soyut bir öngörü değil. Tam tersine yaşanan somut durumun en açık şekilde ortaya koyduğu bir gerçek.

Geçtiğimiz günlerde Hak-İş Sendikası tarafından yayınlanan bir rapor, işsizlik ve uzun çalışma saatleri arasındaki yakın ilişkiyi bir kez daha gündeme taşıdı. “İşsizlik Kıskacında Modern Kölelik: Fazla Çalışma” başlıklı rapor, medyada “Türkiye’de işçiler modern köle”, “Türk işçisi Avrupalı’dan çok çalışıyor” gibi başlıklarla yer aldı. Hükümetin işçi sınıfı hareketi içindeki kolu olarak davranan Hak-İş’in bu türden raporlar yayınlamasının pek alışılmış bir şey olmadığını belirtelim ve raporun içeriğine göz atalım.

Raporda işsizliğin patronlar tarafından çalışanlara karşı bir tehdit unsuru olarak kullanıldığı, kapasite ve üretim artışının işçi sayısı arttırılarak değil mevcut işçiler daha fazla çalıştırılarak karşılandığı saptanıyor. Bu sayede işçilere yasal süreleri hayli aşan fazla çalışmalar yaptırıldığı ortaya konuluyor. Türkiye’de resmi haftalık çalışma süresinin 45 saat olduğu, buna rağmen mesailerle birlikte ortalama haftalık çalışma süresinin 50 saati bulduğu, bazı sektörlerde ise bu sürenin 72 saate kadar çıktığı belirtiliyor. AB ülkelerinde ise bu sürenin fazla mesailer de dahil en fazla 48 saate ulaştığı vurgulanıyor. Örneğin Türkiye’de imalat sanayii işçisi haftada ortalama 52.1 saat çalışırken aynı oran Yunanistan’da 42.7 saat.

Kölelik yasasındaki fazla çalışma ve denkleştirme ile ilgili hükümlerin revize edilmesi ve çalışma sürelerinin AB ortalamalarına çekilmesi halinde ise işsizliğin yüzde 25 oranında azaltılabileceğine dikkat çekiliyor.

Bugün Hak-İş tarafından kenarından köşesinden ele alınmakla birlikte, işsizlik ve uzun çalışma süreleri arasındaki ilişki bilinmeyen, yeni keşfedilen bir gerçeklik değildir. Sınıf devrimcilerinin çeşitli değerlendirmelerinde de bu konuya değişik vesilelerle dikkat çekilmiştir.

“Uzun çalışma süreleri ve zorunlu mesailer, işçi sınıfının diğer bir temel sorunu olan işsizlikle de sıkı sıkıya bağlantılıdır. Uzun çalışma süreleri ve yaygın fazla mesai uygulaması patronların işgücüne olan ihtiyaçlarını azaltmaktadır. Kapitalist sınıfsal konumu gereği sokaktaki işsizin nasıl geçineceğini değil kendi kârını nasıl arttırabileceğini düşünmektedir. Dolayısıyla 8 saat çalıştırdığı iki işçiye ücret ödemek yerine tek işçiyi 16 saat çalıştırmak onun daha çok işine gelmektedir. Patronlar teknolojik yenilikleri ve yeni üretim metodlarını, çalışma sürelerini kısaltmak ve daha fazla insana iş imkanı sağlamak için değil, tersine işçi sayısını daha da azaltmak için kullanmaktadır.

Öte yandan patronlar işçileri daha kötü koşullara, daha düşük ücretlere ve daha uzun çalışma sürelerine ikna etmek için onları işten atmakla tehdit etmektedir. Yani uzun işgünü işsizliği arttırırken, işsizlik de uzun işgünü uygulamasının daha da yaygınlaşıp kuralsızlaşmasına zemin oluşturmaktadır.

Bir taraftan işçilerin kuralsızca, ölümüne koşullar altında geceli-gündüzlü çalıştırılması, diğer taraftan büyük bir işsizler ordusunun sokakları doldurması. Bunlar kapitalist düzenin birbirini tamamlayan iki temel özelliğidir.” (7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası! Kızıl Bayrak, 23 Mart ‘02)

Bütün bunlardan çıkan sonuç, işçi sınıfının kötü çalışma ve yaşam koşullarına karşı sorunlarının ve dolayısıyla istemlerinin birbiriyle bağlantılı olduğu, hiçbirinin diğerlerinden kopartılarak ele alınamayacağı, çözülemeyeceği gerçeğidir. Nasıl ki işçi sınıfını kötü çalışma ve yaşam koşullarına mahkum eden sermaye politikaları bir bütünlük içerisindeyse, işçi sınıfı ve emekçilerin bunlara karşı savunacağı talepler de bir bütünlük halindedir. Elbette duruma göre kimi sorunlara karşı mücadele daha da önem kazanabilir. Fakat bu durum kötü çalışma ve yaşam koşullarına karşı mücadelenin ve taleplerin bir bütünlük içinde ele alınması ve savunulmasını gereksiz kılan bir şey değildir.

Bunun kendisi mücadelenin bütünlüğünü sağlama, farklı sorunlarla karşı karşıya olan sınıf bölüklerini sermayeye karşı mücadele içinde birleştirme imkanlarını da arttıracaktır. “Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!” talebini öne sürerken “Her türlü fazla mesainin yasaklanması!” talebini dile getirmemek ya da örneğin “İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!” talebini görmezden gelmek bütünlüğü gözden kaçırmak olacaktır.

Sınıf hareketinin belli kıpırdanmalar yaşadığı, belli birikimlerin yaratıldığı şu süreçte, kötü çalışma ve yaşam koşullarına karşı mücadele taleplerini belli bir bütünlük içerisinde yığınlara taşımanın daha bir önem kazandığı ortadadır.

 

TMMOB: “İş cinayetinin takipçisiyiz!”

İSKİ’nin Melen Suyu Boğaz Geçiş Projesi Sarayburnu Şantiyesi’nde yaşamını yitiren Harita ve Kadastro Mühendisi Gülseren Yurttaş’in iş cinayeti davası sürüyor.

8 Şubat günü görülen duruşmaya, TMMOB’ye bağlı odaların yöneticileri, Gülseren Yurttaş’ın arkadaş ve meslektaşları katıldı. Duruşmada Yurttaş’ın ablası ve erkek kardeşi ifade verdiler. Bilirkişi raporunda “Yurttaş’ın kusuru bulunduğu”na dair tespitin doğru olmadığını söyleyerek,Yurttaş’ın yaşamının her alanında dikkatli biri olduğunu vurguladılar. Duruşmada bilirkişi raporunun tekrar incelenmesi kararı alındı.

Duruşmanın ardından Adliye önünde toplanarak “İş cinayeti ile kaybettiğimiz Gülseren Yurttaş’ın davasının takipçisiyiz!” pankartını açan TMMOB üyeleri, yaptıkları yürüyüş sonrasında Sultanahmet Parkı’nda basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Açıklamada konuşan TMMOB İKK Sekreteri, “Bilindiği gibi üç gün önce de yine Tuzla’da bir iş kazası oldu. Bu sorumsuzluğun ve denetimsizliğin, sonuçta taşeronlaştırmanın getirdiği iş kazaları insanlarımızın duyarsızlığı sonucu devam edecek gibi gözüküyor” dedi. Para hırsıyla ülke yağmalanırken, iş kazalarında insan ölümlerinin hiçe sayıldığını vurguladı. Bu cinayetlere karşı duyarlılık yaratmak için TMMOB olarak her yerde, her mahkeme önünde sorunu dile getirmeye devam edeceklerini, 4 Nisan 2008 tarihine ertelenen mahkemede de burada olacaklarını ifade etti.

Açıklamada “ Özelleştirmelere hayır!”, “Taşeronlaşmaya hayır!”, “Gülseren Yurttaş’ı kar hırsı öldürdü”, “İş kazası değil cinayet” dövizleri taşındı.

Kızıl Bayrak / İstanbul