21 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/21

  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin yeni oyunlarına karşı sınıfın devrimci baharı için!
  Newroz ateşini devrim ateşiyle körükleyelim!
AKP’ye kapatma davası ve karartılan bilinçler!
İş bırakma eylemi İstanbul’da geniş yankı buldu!
Türkiye’nin dört bir yanında işçi ve emekçiler iş bıraktı alanlara aktı!
Sınıf dayanışmasını büyütelim!
  “Bürokrasi”nin İslami faşizm ile son cephe savaşları
Yüksel Akkaya
  14 Mart eylemleri üzerine...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı işçi ve emekçi barikatı!
  Beyazıt ve Halepçe katliamları lanetlendi
  Genç-Sen faaliyetlerinden....
  Irak işgalinin beşinci yılı…
  İran’da milletvekili seçimleri…
  İslam Konferansı Örgütü “çağın ruhu”na uyum sağlıyor!
  İktidar çekişmesinde yeni bir aşama! M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP’ye kapatma davası ve karartılan bilinçler!

Tam da saldırı yasalarına karşı mücadele yükselmeye başlamışken, AKP’yi kapatma davası gündeme bomba gibi düşmüş bulunuyor.

Daha bir gün önce SSGSS’ye karşı iş bırakma ve sokak eylemlerini öne çıkarmak zorunda kalan basın-yayın organları, şimdi artık yeni bir konu bulmuştur. Sabahtan akşama bu kapatma davası konuşulup tartışılmakta, konuşturulup tartıştırılmaya çalışılmaktadır.

Saldırı yasalarına karşı mücadele, kuşkusuz ki bir medya savaşı değil. Medya konuyu işlemediği zaman mücadele duracak, göstermediği zaman unutulacak değil.

Konu, bu yeni gelişmenin mücadele ateşini söndürebilme ihtimalidir ki, bu söndürme işinde de temel görev yine medyaya düşmektedir. Ancak görev medyaya düşse de, ihtiyaç sahipleri ağzını açmış orta yerde duruyor. Sermaye yasanın bir an önce çıkarılmasını isterken, görevli hükümet, kapatma davasıyla yaşadığı sıkışmada, ihtiyaç sahibi sermayenin desteğini pekiştirme taktiği uyguluyor. Yasa saldırısına karşı eylem günü ekranlara çıkıp “belagat”ını kitleleri azarlayarak, “yasaları çiğnediniz” tehditleri savurarak sergileyen Erdoğan, aynı günün akşamı, kapatma davasını duyar duymaz yasayı geri çektiğini açıklıyor. O, bu taşla birden fazla kuş vurmayı da arzuluyor kuşkusuz. Hem sermaye sınıfı yarım kalan işini bitirmesi için hükümete desteğini sürdürecektir, hem de yasa geri çekildi diye kitle muhalefeti sönümlenecektir.

Zaten reformist-sendikalist kanatta mücadele oklarını hep hükümete yöneltme, hedefi hükümete daraltma darbakışı hakim. Şimdi kapatma davası gündeme geldiğine, bu saldırı yasalarını çıkaran hükümetin “gitme” ihtimali doğduğuna, üstelik yasa da geri çekildiğine göre, AKP hükümetiyle birlikte saldırılardan da kurtulma umudu da doğmuş demektir. Şimdi işçi ve emekçi kitlelerin bilinci işte bu tür saçmalıklarla karartılmaya çalışılacaktır.

Ne iyi ki, RTE’nin yine yalan söylediği çok geçmeden ortaya çıkmış, yasayla ilgili görüşmeler kaldığı yerden sürdürülmeye başlanmıştır. Hem Emek Platformu’nda yer alıp hem hükümetle görüşmelere katılan Türk- İş, yine yasada değişiklik yapılmasından dem vurmaya başlamıştır. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu ise “değişiklik değil, iptal” çağrısıyla çalışmalarını sürdürüyor.

Bilinci karartılmaya çalışılan sadece işçi ve emekçi kesimler de değil. Konu medyada öyle ele alınıyor ki, sanki hükümetteki bir partiyi kapatmak yargının harcıdır sanırsınız. Ancak burada da konu, demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş bir partinin bir hukuk darbesiyle kapatılmaya çalışılması hukuksuzluğu değildir. Hükümet partisine yönelik bu saldırının anti-demokratik olması da değil. Konu, AKP’yi hükümete taşıyan gücün, ABD emperyalizminin, “deliğe süpürme” kararı olmadan ona dokunmanın, “bağımsız” Türk yargısının harcı olmamasıdır. Kitlelerin gözü önünde gelişen kimi kritik olaylara rağmen bu gerçeğin kitlelerden gizlenmeye, bir kurgunun gerçekmiş gibi yutturulmaya çalışıldığını izlemekteyiz. Yani bilinci saptırılmaya çalışılan aynı zamanda düzenin laik cenahında konumlanmış olan emekçilerdir. Bu kitleler, daha CHP ile kurmaylar arasında çıkan uşaklık kavgasının ateşi küllenmeden, uşaklık konusunda edinmiş oldukları yarım yamalak bilgilerden bile soyundurulmak istenmektedir. Türkiye politikasının Beyaz Saray’dan, savunmasının Pentagon’dan yönetildiği gizlenmeye çalışılmaktadır.

Diğer yandan, başta AKP olmak üzere, MHP’sinden CHP’sine tüm gerici düzen partileri, bu vesileyle, demokrasi havariliği yarışına girişmiş bulunuyor. MHP AKP’nin demokrasi havarisi kesilmesinden yakınırken, CHP de AKP’den daha demokrat olduğunu ispat için kapatma davasının anti-demokratikliğini anlatıyor. Her biri AKP ve Erdoğan’a karşı DTP örneğini öne sürüyor. O’na dava açıldığında farklı konuşuyordun, şimdi farklı, sen sadece kendine mi Müslümansın, dokundurmalarıyla demokrat olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Fakat örnek sadece örneklikte kalıyor, çünkü “demokrasilerde parti kapatılmaz mı?” sorusunun yanıtı, bu en demokrat baylarda, teröre destek verenler” hariç kapatılmamalıya, yani Erdoğan’ınki ile aynı kapıya çıkıyor.

Bu yanlarıyla kapatma davası, emperyalizme göbekten bağımlı sermaye düzeni ve devletine katıksız bir hizmet sunmakla kalmıyor, aynı zamanda, sermayeye saldırı hükümeti olarak hizmet eden AKP’yi “mağdur” konuma düşürerek aklamaya, güçlendirmeye de hizmet ediyor.

Kapatma davasının bulandırdığı suları durultmak, elbette yine devrimci harekete, sınıf bilinçli işçi ve emekçilere düşüyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelere yönelik saldırı ve yıkım programları, İMF-TÜSİAD şahsında simgelenen emperyalist-kapitalist sermaye düzenine aittir. AKP hükümeti ve dinci başbakanı bu programları hayata geçirme görevini, kendinden önceki hükümetin ‘solcu’ başbakanı Ecevit’ten devralmıştı. Uygulama konusunda kendinden önceki hükümeti aratmadı. Tüm işçi ve emekçiler emin olsun ki, AKP’den sonra hükümet görevini devralan parti veya partiler de aynı azimle sürdürecektir saldırı programlarını. Onlar sermayenin hükümetleridir çünkü. Görevleri sermaye sınıfına ve düzenine hizmettir.

Bu temel bilgi, hiçbir şart ve koşulda (hükümet partisine kapatma davası açıldığında da) işçi ve emekçilere unutturulmamalıdır. Şimdi görev, saldırı programına karşı mücadeleyi kaldığı yerden ve hiç aksatmadan, daha da güçlendirerek sürdürmektir.


 

Düzenin “siyasal çözüm” adına Kürt emekçilerine vaadi:

Ulusal ve sınıfsal köleliğin katmerlenmesi!

Tayyip Erdoğan, New York Times gazetesine verdiği demeçte, önümüzdeki birkaç ay içerisinde Kürt sorunu kapsamında bazı adımları atmaya hazırlandıkları mesajını vermiş. Açıklamasına göre, bu adımlardan ilki bölgedeki yatırımları teşvik etmek üzere hazırlanan 12 milyar dolar değerinde bir kaynak, diğeri ise Kürtçe TV’nin önündeki engellerin kaldırılmasıymış. Medyadan yapılan yorumlara göre, devlet televizyonunun kanallarından biri tümüyle Kürtçe yayın yapar hale getirilecekmiş.

Erdoğan’ın bu açıklamaları, çoğu düzen medyasında köşe sahibi olan liberal güçler tarafından “kara harekatından sonra sırası gelen kapsamlı çözüm paketi”nin açılmakta olduğuna yoruldu ve coşkuyla karşılandı. Demek ki, beklentileri boşuna değilmiş, kara harekatı bir tarafında “siyasi çözüm”ün olduğa kapsamlı bir paketin bir parçasıymış...

Doğrusu, bu liberal çevreler kendi cephelerinden bir gerçeği ortaya koyuyorlar. Evet, bu devlet, kara harekatının da içerisinde olduğu sopa politikasıyla bir arada kullanılmak üzere hazırlanmış ABD patentli bir “siyasi çözüm planı”na sahiptir. 5 Kasım anlaşmasıyla yürürlüğe sokulan bu plan, Kürt burjuvazisi ile birlikte ara sınıf ve katmanları düzene entegre etmeyi, diğer taraftan esasında Kürt emekçilerinin ve yoksullarının desteği ve enerjisine dayanan militan güçleri marjinalize etmeyi amaçlamaktadır. Bu plan, Güney Kürdistan’da devletleşme yönünde mevziler kazanan bölgenin Kürt burjuvazisinin de Kerkük petrollerinden mahrum bırakılmasıyla Bağdat’a bağlanması politikasının bir parçasıdır. Amaç, Güney Kürdistan özgülünde elde edilen Kürt mevzilerini sakatlarken, Kuzey Kürtleri’ni başarma umutlarını kırarak Ankara’ya bağlamaktır. Yani özcesi, her iki parçada da Kürt burjuva sınıf ve katmanların parçalara egemen Arap ve Türk burjuvazisinin egemenliğine sağlamca bağlamaktır.

İşte bunun için militan Kürt mevzilerine yönelik askeri abluka yanında Kürt burjuva güçlerini düzene bağlayacak siyasi ve ekonomik adımlar da atılabilecektir. 12 milyar dolarlık devasa kaynak, bu bakımdan son derece işlevsel bir adım olacaktır. Kürt burjuvazisi, böylelikle düzenle olan bağlarını daha da güçlendirecek, zaten AKP üzerinden düzenle kurduğu köprüleri sağlamlaştıracaktır. Düzenin Kürt burjuvazisini düzene bağlamak üzere hazırladığı plandaki ekonomik ve sosyal tedbirler bundan ibaret değildir. Kürt yoksullarının emeğini burjuvaziye yem yapmak için düşünülen bölgesel asgari ücret uygulaması bu tedbirlerden en önemlilerinden biridir. Diğer taraftan Kürtçe TV gibi bir adım da, hem Kürt burjuvazisinin ulusal hassasiyetlerini tatmin edebilecek, hem de umutları kırılmış Kürt yoksul emekçilerini en azından bir süreliğine aldatabilecektir.

Köşe taşları bu biçimde ortaya konulan “siyasi çözüm paketi”nin Kürt burjuvazisi için hazırlandığı gün gibi açıktır. Bu paketten, Kürt yoksul emekçi halkın payına daha katmerli bir sömürü ve kölelik dışında başka bir şey düşmeyecektir. Bölgedeki yoğun işsizlik ve sefalet Kürt burjuvazisinin ve onunla birlikte elbette Türk burjuvazisinin sefil çıkarları için değerlendirilmek istenmektedir.

Kürtçe TV gibi adımların ise gerçekte ulusal mücadeleyi kırmak uğruna hazırlanmış bir dalgakıran olmak dışında bir işlevi bulunmamaktadır. Zira bugün uydu kanalları yoluyla zaten fiilen boşa çıkarılmış bir yasağın kaldırılacak olmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Durum bu iken, düzen cephesi bu adımı devletin bir lütfu gibi gösterecektir. Liberal çevreler de bu kırıntı dahi sayılamayacak adımı parlatmak uğruna bin dereden su getireceklerdir.

Kürt emekçileri bu aldatıcı adımlara itibar etmemelidir. İtibar edecek Kürt burjuva güçlere ve liberal çevrelere de kanmamalıdır. Haklar ancak mücadeleyle alınır. Kürt emekçileri kendi deneyimlerinden bu gerçeği iyi bilmektedir. Yapılması gereken, ulusal ve sınıfsal talepler etrafında devrimci bir mücadele çizgisinde derlenip toparlanarak harekete geçmektir.