21 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/21

  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin yeni oyunlarına karşı sınıfın devrimci baharı için!
  Newroz ateşini devrim ateşiyle körükleyelim!
AKP’ye kapatma davası ve karartılan bilinçler!
İş bırakma eylemi İstanbul’da geniş yankı buldu!
Türkiye’nin dört bir yanında işçi ve emekçiler iş bıraktı alanlara aktı!
Sınıf dayanışmasını büyütelim!
  “Bürokrasi”nin İslami faşizm ile son cephe savaşları
Yüksel Akkaya
  14 Mart eylemleri üzerine...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Sosyal yıkım saldırılarına karşı işçi ve emekçi barikatı!
  Beyazıt ve Halepçe katliamları lanetlendi
  Genç-Sen faaliyetlerinden....
  Irak işgalinin beşinci yılı…
  İran’da milletvekili seçimleri…
  İslam Konferansı Örgütü “çağın ruhu”na uyum sağlıyor!
  İktidar çekişmesinde yeni bir aşama! M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İslam Konferansı Örgütü “çağın ruhu”na uyum sağlıyor!

İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), Senegal’in başkenti Dakar’da gerçekleştirdiği zirvede “yenilenme” sürecine yelken açamaya hazırlandığını ilan etti.

Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün temsil ettiği zirveye 50’yi aşkın devletin önde gelen temsilcileri katıldı. “İlkler”e imza atan Dakar Zirvesi’ne ilk defa ABD’den bir yetkili de gözlemci olarak katıldı.

Yoksulluk ve aşırı eğilimlere karşı mücadele etmek üzere yeni bir kampanya başlatmaya karar verdiğini ilan eden konferans, Batı’da İslam aleyhtarı hakaret ve saldırıların kaygı yaratmaya başlandığına hükmetti. En büyük iddia ise, örgütün 40 yıllık tüzüğünün reformcu bir yaklaşımla değiştirilmesini kabul etmesidir.

Peş peşe sıralanan ve kulağa hoş gelen kavramların arasına serpiştirilen bazı ifadeler, nelerin “yeni”leneceği konusunda fikir edinmek için yeterlidir.

İlkin, “yoksulluğa karşı kampanya” başlatmak kapitalist rejimlerin işi olamaz. Böyle bir iddia en hafif bir deyimle ikiyüzlülüğün doruk noktasıdır. Zira yoksulluk, insanın insan tarafından sömürüsü üzerine bina edilen kapitalist üretim ilişkilerinin dolaysız sonucudur. Bu düzende bir yandan servetin öbür yanda sefaletin birikmesi eşyanın tabiatı gereğidir. Bu kuralın kısmen de olsa emekçiler lehine çiğnendiği olur. Ancak bu tür örneklere, asalak kapitalistlerin işlerini gören devletlerin kampanyalarıyla değil, tam tersine, burjuvazi ve onun devletinin baskılarına rağmen mücadele etme kararlığı gösteren işçi sınıfının söke söke hak kazanması durumunda rastlanır. O halde İKÖ üyesi devletler “aşırı eğilimlere” karşı kampanya başlatmaya karar vermişleridir. Bu tanıma düzen dışı tüm eğilim girer ki, her gerici devletin bu eğilimlere karşı zaten kampanyası vardır. Bu durumda bu kampanyaların paralel yürütülmesinden söz edilebilir ancak.

İKÖ’ye göre “kaygı yaratan İslam aleyhtarı saldırılar”, Muhammed peygamberi hedef alan ilgili karikatürler ile bir Avrupalı yönetmenin çektiği İslam karşıtı filimdir. Buna karşın İKÖ ne Afganistan işgalini, ne Irak işgalini ne de siyonist İsrail’in katliamlarını bu kategoriye dahil ediyor. Demek ki, İKÖ’ye göre kaygı uyandıran saldırılar emperyalist-siyonist orduların kitlesel kıyımları değil, bir takım karikatür ve filmledir.

Örgütün asıl “büyük iddia”sı ise tüzük değişikliği ile ilgili çizilen çerçevedir. Buna göre İKÖ, “temel özgürlükler, insan hakları, hukukun üstünlüğü, iyi yönetim, hesap verilebilirlik, kadın hakları, çevrenin korunması, dinler ve medeniyetler arası diyalog, terörizmle mücadele ve üye ülkeler dışında yaşayan müslüman azınlıkların haklarının korunmasını” benimseyecek.

Yapılan açıklamaya göre, yıl sonunda Uganda’da bir araya gelecek İKÖ üyeleri dışişleri bakanlarının onaylamasıyla tüzük yürürlüğe girecek.

“Temel özgürlükler, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kadın hakları” gibi kavramları telaffuz etmeye alışık olmayan gerici rejimin temsilcileri, böyle bir tüzüğü ilan ederken kaba riyakârlıklarına kendileri şaşırmış olmalılar. Çünkü bu rejimlerin tümü de bu değerlere düşmandır. Bu değerlerin kazanıma dönüşmesinin yegâne yolu olan toplumsal muhalefetin gelişimi, daima bu rejimlerin en büyük korkusu olmuştur. Bundan dolayı en basit demokratik hakkın kullanımını bile şiddetle ezen bu rejimler, herhangi bir demokratik gelişimin önündeki temel engellerdir.

Kadın haklarından söz edilmesi ise, 50 ülke nüfusunun yarısını oluşturan yüzmilyonlarca kadınla alay etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Bu ülkelerin tümünde -diğer kapitalist devletlerden daha kaba bir şekilde- kadınlar ikinci cins muamelesi görmektedir. Hele Suudi Arabistan (ki İKÖ’nün merkezi bu ülkenin Cidde kentinde bulunmaktadır), Afganistan ve şeriat rejimine yakın olan bazı İKÖ üyesi devletlerde kadın insan bile sayılmamaktadır.

“Müslüman azınlıkların haklarının korunması” söylemi de samimiyetten yoksundur. Türkiye’nin önerisini aynen kabul eden İKÖ, üye ülkelerin KKTC ve Batı Trakyalı Türklerle dayanışmasını bir kez daha vurgularken, Kosova’ya kayıtsız kalamayacaklarının altını çizerken, ezilen Kürt halkının adını anmıyor. Türk devletinin önerilerini kabul eden İKÖ’nün, Kürt halkı üzerine yağdırılan bombalardan söz etmesini beklemek elbette saflık olurdu. Ancak çifte standarda dayalı bu utanç verici tutumu alan İKÖ’nün, müslüman azınlıkların haklarının korunmasından söz etmesi iğrençtir.

“Başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasının şarta bağlandığı”na dair boş sözler bir yan bırakılırsa, “yenilenme hamlesi”nden geriye kalan elle tutulur tek söylem, “terörizmle mücadele” edileceğine dair iddiadır. Bu da emperyalist-siyonist güçlerin gündemine uygundur. Bu tutum, İKÖ’nün ileriye değil, “çağın ruhu”na uygun bir tercihle geriye dönük adımları pekiştirme eğiliminde olduğundan başka bir anlama gelmemektedir.



İsviçre’de inşaat sektöründe greve doğru...

 Geçtiğimiz yıl inşaat patronlarının mevcut sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmesiyle başlayan yapı işkolundaki gerilim giderek tırmanıyor. Kaynağını neoliberal politikalar olarak da adlandırılan saldırılardan alan, işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik saldırılar pervasız bir biçimde bugün İsviçre’de inşaat sektöründe yaşanıyor.

2007’nin Eylül ayında inşaat patronları toplu iş sözleşmesini tek taraflı feshetmişlerdi. Bunun üzerine yapı işkolundaki en geniş örgütlülüğe sahip olan UNIA Sendikası 2007 Ekim ayında Bern, Zürich ve Basel kantonlarında, Kasım başında da İsviçre genelinde aldığı grev ve iş bırakma kararlarıyla belli bir kamuoyu yaratarak kapitalist patronları zorlamıştı. Kasım ayının sonlarında başlayan görüşmelerin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine, hükümet tarafından belirlenen bir arabulucu başkanlığında taraflar yeniden bir araya geldiler ve toplu iş sözleşmesi yeniden görüşüldü. Aralık ayında belli bir uzlaşma sağlandı ve sözleşmenin 2008’de yürürlüğe girmesi karar altına alındı.

Ancak 2007 Aralık’ında varılan anlaşmanın üzerinden daha bir ay bile geçmemişti ki, inşaat patronları ikinci kez sözleşmeyi tek taraflı feshettiler. Bunda, “tarafsızlığa” oynayan hükümetin işverenlerin bu kararına çanak tutmaları su götürmez bir gerçektir. Dahası, burjuva demokrasisinin ileri örneği olarak gösterilen İsviçre’de, yeri geldiğinde, kapitalistlerin ihtiyacına göre yasaların nasıl yok sayılabildiği bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Özetle, hükümetin “sahibinin sesi” rolünü son derece iyi oynadığı açıktır.

Kapitalist patronların ve hükümetin bu pervasızlığına inşaat işçilerinin ve örgütlü oldukları sendikanın ilk tepkisi, Şubat ayının ilk haftasında Basel’de örgütlü olunan 10 değişik şantiyede iş bırakma, ikinci haftada Basel bölgesi genelinde iş bırakma eylemi gerçekleştirmek oldu. 11 Mart günü gerçekleşen Basel’deki iş bırakma eylemine yaklaşık 3500 inşaat işçisinin  katıldığı belirtiliyor. Öğlene doğru yaklaşık 500 inşaat işçisi, gerçekleştirdiği protesto yürüyüşüyle taleplerini kararlı ve coşkulu bir tarzda haykırdı.

Önümüzdeki hafta başından itibaren Lozan bölgesine kaydırılacak olan iş bırakma eyleminin giderek İsviçre geneline yayılması hedefleniyor. Sonuç alınamaması durumunda Nisan ayında bir günlük iş bırakma, Mayıs ayında da genel grevin örgütleneceği söyleniyor.

İsviçre’de aylardır süren yapı işkolundaki toplusözleşme mücadelesinin seyri, gelecekte artarak devam edeceği açık olan bu ve benzeri saldırıların püskütülmesinde önemli bir rol oynayacaktır. İşkolunda örgütlü bulunan sendikanın mücadele yeteneği ve kararlılığına sahip olmadığı açıktır. Ancak tabandan gelişebilecek basınç ve sınıfın mücadele kararlılığı bu saldırı dalgasına dur diyebilecektir.

Bir-Kar / Basel