29 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/35

  Kızıl Bayrak'tan
  Gerilim, militarizm ve silahlanma yarışı
   ABD ve NATO savaş gemileri Karadeniz’de…
Emperyalist saldırganlığa ve gerici çatışmalara karşı birleşik mücadeleyi yükseltelim!
Sağlık hakkı için örgütlü mücadeleye!

KESK eylemlerinden…

TİB-DER: Gemiler kara bir tabut olmaya devam ediyor!..
  Grevler, direnişler ve TİS süreçleri devam ediyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Metal TİS’leri ve görevlerimiz
  Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…
  Çevresel bunalım bir aşırı-üretim bunalımıdır!
K. Ali
  GOP’ta tekstil ve kot taşlama işçileri buluştu!
  “Çevrecinin daniskası”na yanıt!
  Bolivya’da sınıf çatışmaları keskinleşiyor!
  Dünyadan…
  ABD emperyalizmi “güvenlik anlaşmasıyla” askerlerini yargıdan muaf tutabilecek...
  Gülsuyu’nda festival coşkusu…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Savaşsız bir kapitalizm beklemek, ölüden gözyaşı beklemektir…

Barış ve özgürlük sosyalizmle gelecek!


Kafkasya ve Karadeniz’de savaş rüzgârlarının estiği, Irak ve Afganistan’da işgal ve katliamların sürdüğü, Filistin halkının ağır bir abluka altında tutulduğu, İran’a dönük askeri bir saldırıdan söz edildiği ve nihayet emperyalistler arası silahlanma yarışının tırmanma eğilimine girdiği bir süreçte, burjuvasından küçük-burjuva soluna, herkesin yine barış nutukları atacağı 1 Eylül Dünya Barış Günü yaklaşıyor. Dünya, bir 1 Eylül’ü daha kan revan içinde karşılamaya hazırlanıyor. Dünyanın birçok bölgesi, emperyalist paylaşım mücadelesinin savaş araçlarıyla yürütülmesinin sonuçlarıyla yüzyüze.

Son olarak Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısı ile başlayan ve Rusya’nın sert müdahalesine yolaçan yeni savaşın faturası yoksul ve mazlum Kafkas halkları için yeni yıkımlar ve acılar oldu. Yıkımın fiziki görünümü yıkılan kentler, ölen ve yaralanan binlerce sivil insan, yerinden yurdundan edilen büyük insan gruplarıyla halen gözler önündedir. Gazete ve televizyonlar, bombardımanlar sonucu harabeye dönmüş şehirlerin ve insan cesetlerinin görüntüleriyle dolu. Tüm bunlara halklar arası ilişkilerde yaratılan tahribatlar ve düşmanlıklar eklenmelidir.

Kısacası, bugün emperyalist devletlerin nüfuz alanları mücadelesi ile işbirlikçi burjuva iktidarların hırsları arasında sıkışıp kalan halklar, her zamanki gibi savaşın getirdiği ölümlerin, sefaletin, göçün ve binbir türlü acının pençesinde çaresizlik içinde kıvranıyorlar.

Açıktır ki, emperyalist ABD ve NATO ittifakı tarafından her yolla desteklenen ve Rusya’ya karşı kullanılan işbirlikçi Gürcistan yönetiminin yolaçtığı bu savaş, Kafkasya üzerinde süren emperyalist nüfuz mücadelesinin bir ürünüdür ve hiçbir haklı ve meşru bir nedene dayanmayan gerici nitelikte bir savaştır.

Şu gerçeğin altı kalınca çizilmelidir ki, emperyalist savaşın kaynağında, dünya kapitalizminin uzun bir dönemdir krizde olması ve emperyalist güçlerin nüfuz ve yatırım alanları üzerinde yürüttükleri hegemonya mücadelesi yatmaktadır. Dünyadaki tüm siyasal gelişmeleri koşullandıran ve belirleyen, işte bu nesnel zemindir.

11 Eylül sonrası ABD’nin Afganistan’ı işgaliyle başlayan ve daha sonra Irak’ta süren sıcak savaş, giderek dünyayı bir anafor gibi etkisine almakta, tüm siyasal dengeleri sarsarak yayılmaktadır. Bugün Kuzey Amerika ve Avrupa’nın bir bölümü hariç tüm dünya, emperyalist bir sıcak savaşın yörüngesine girmiştir. Güney Asya’dan Afrika’ya, Doğu Avrupa’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya değin tüm bölgeler emperyalist hegemonya mücadelelerine sahne oluyor. Dünyanın yeniden paylaşımı kesin çizgileriyle belirleninceye kadar da bu savaşlar serisi sürecektir.

Her büyük emperyalist savaş öncesinde yaşanan karakteristik gelişmelere bugün de tanık olmaktayız. Birincisi, savaş aygıtları yıkıcı ve yok edici silahlarla yenilenmekte ve ordular savaş düzenine sokulmaktadır. Bu çerçevede konvansiyonel silahların sınırlandırılmasını içeren anlaşmalar çöpe atılmış ve silahlanma yarışı alabildiğine hızlanmıştır. İkincisi, emperyalist güçler arasında ana kutuplar henüz kesin biçimde ortaya çıkmasa da yine de bir saflaşma ve kutuplaşma yaşanmaktadır. Gelinen yerde Rusya-Gürcistan savaşı, kutuplaşmanın taraflarını daha belirgin bir hale getirmiştir. Üçüncüsü, emperyalist çürüme ve siyasal gericilik daha belirgin bir şekilde kendini dışavurmaktadır. İleri kapitalist ülkeler de dâhil burjuva demokrasisinin çerçevesi daralırken polis devleti uygulamaları yaygınlaşmakta, militarizm ve milliyetçilik tırmandırılmaktadır.

Öte yandan Türkiye, hem bu emperyalist savaş ve saldırganlık sürecinin bölgesel aktörlerinden biri olma yolunda çabalarını sürdürmekte, hem de sınır ötesine de yayılarak Kürt halkına karşı yürüttüğü haksız savaşı daha da büyütmeye soyunmaktadır. Kısacası önümüzdeki dönemde işçi ve emekçi kitleleri savaş ateşinin daha da büyüyeceği ve dolayısıyla acıların daha da artacağı günler bekliyor.

1 Eylül 1939’da faşist Alman ordularının Polonya’yı işgale girişmesiyle II. Dünya Savaşı resmen başlamıştı. 55 milyon insanın katledilmesiyle ve çok daha fazlasının yaralanmasıyla sonuçlanan bu emperyalist barbarlığın resmi başlangıç tarihi, daha sonra yine aynı emperyalist güçler tarafından tam bir sahtekârlıkla Dünya Barış Günü ilan edildi! Unutulmamalıdır ki, emperyalizm çağında nasıl ki büyük güçlerin kozlarını paylaştıkları savaşlar emperyalist savaşlarsa, onların çıkarlarını koruyan ve güvence altına alan bir barış da ancak emperyalist bir barıştır. Dolayısıyla, emperyalist-kapitalist sistem egemenliğini sürdürdüğü sürece, sözde barış dönemleri gerçekte emperyalist savaşlar arasında verilen geçici bir ateşkes döneminden başka bir şey değildirler.

Emperyalistler, II. Dünya Savaşı sonrası güç dengelerine göre, yani ABD hegemonyasında dünyayı yeniden paylaşmış ve kurdukları Birleşmiş Milletler (BM) örgütü sayesinde sonsuz bir barış döneminin başlayacağı yalanını tüm insanlığa yutturmaya çalışmışlardı. Oysa, emperyalizm çağı boyunca ve özellikle de II. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın şu ya da bu bölgesinde haksızsavaşların yaşanmadığı tek bir gün bile geçmemiştir. Son 60 yılda 100’e yakın ülkenin dâhil olduğu 200’e yakın savaş yaşanmış ve bu savaşlarda 25 milyona yakın insan katledilmiştir. Bu, II. Dünya Savaşı’nda kaybedilen insan sayısının yarısı demektir. Üstelik tüm bu savaşlar, BM’nin gözetmenliği altında gerçekleşmiştir!

Bugünkü savaşlar serisinin “terörizme” karşı yürütüldüğü iddiası koca bir yalandır. Gerçekte bu savaşlar, emperyalist büyük güçler arasında dolaylı hegemonya savaşlarıdır. Gerçek sebep, tıpkı II. Dünya Savaşı’nınki gibi, iktisadi krizin daha da keskinleştirdiği emperyalist rekabet ve paylaşım kavgasıdır. ABD emperyalizmi, giderek güçlenen emperyalist rakipleri (AB, Japonya, Rusya ve Çin) karşısında, SSCB’nin çöküşünden sonra sarsılmaya başlayan hegemonyasını pekiştirmek, sağlamlaştırmak ve dahası geliştirmek için yürütüyor bu savaşı. Bugün Kafkaslar’daki savaşı, Rusya ve Gürcistan arasındaki bir savaş olarak değil, ABD’nin yürüttüğü genel savaşın bir parçası olarak değerlendirmek gerekir.

Sözkonusu olan, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya, Balkanlar’dan Kafkasya ve Orta Asya’ya kadar olan geniş coğrafyanın, ABD’nin egemenliği altında siyasi ve iktisadi temelde yeniden şekillendirilmesidir. Böylece, stratejik enerji kaynaklarının tamamıyla kontrol altına alınması, bölgenin ABD’nin nüfuz alanı haline getirilerek, rakip emperyalist güçlerin bu alandan dışlanmasıdır.

Kapitalizm varolmaya devam ettiği sürece, emperyalistler arasında kıyasıya rekabetin, sıcak çatışmalarla, yani emperyalist paylaşım savaşlarıyla sonuçlanması kaçınılmazdır. Bir başka deyişle, derin iktisadi krizler nasıl kapitalizmin iç işleyişinden kaynaklanıyorsa ve kapitalizmi krizlerin patlak vermesinden kurtarmak mümkün değilse, emperyalist savaşlar da doğrudan kapitalizmin iktisadi krizlerinden ve yeniden-paylaşım mücadelesinden doğarlar. Bu nedenle savaşsız bir kapitalizm düşünülemez.

Dolayısıyla, işçi sınıfı emperyalist savaşların kurbanı olmak istemiyorsa, yalnızca emperyalist savaşları başlatan, körükleyen, destekleyen, sevk ve idare eden burjuva hükümetlere değil, bir bütün olarak kapitalist sisteme son vermek zorundadır. Emperyalist savaşları engellemenin tek mümkün yolu burjuvazinin egemenliğine son verecek bir proleter devrimdir. 

Bu nedenle komünistler kendi içinde barış sloganını amaçlaştırmaz, fakat ona devrimci bir içerik katar, onu devrimci bir tarzda formüle ederek işçilerin devrimci iktidarı hedefine bağlarlar. Zira, geride kalan yüzyılın tarihi deneyimleri de kanıtlamaktadır ki, gerçek ve kalıcı bir barışı sağlamanın tek yolu, bir proleter devrimle kapitalizmi yıkarak sosyalizmin yolunu açmaktan geçmektedir.

Dolayısıyla, emperyalist-gerici savaşlar sözkonusu olduğunda, sermaye iktidarını devirme perspektifinden yoksun bir “barış” sloganı, devrimci işçi sınıfının sloganı olamaz. Komünistler, işçi sınıfına silahlardan arınma değil, silahları diğer uluslardan sınıf kardeşleri yerine kendi burjuvazisine yöneltme çağrısı yaparlar.

Barış, kapitalizm çerçevesinde hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek ütopik bir silahsızlanma programıyla değil, ancak devrimci işçi sınıfının enternasyonalist eylemliliğiyle sağlanabilir. Zira, savaşsız bir kapitalizm beklemenin ölüden gözyaşı beklemekten hiçbir farkı yoktur.