31 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/43

  Kızıl Bayrak'tan
   Ekim Devrimi’nin 91. yılında sosyalizm güncel, Yeni Ekimler ve Partisi yakıcı bir ihtiyaçtır!
  Patronlarla Amerikancı AKP hükümetinden saldırı sinyalleri…
Ekonomik kriz ve sendikaların tutumu
Devlet terörü tırmanıyor!

Metal TİS’lerinde son durum ve görevlerimiz...

İşçi emekçi haraketinden…
  Kadın çalışmasının önemi ve sorunları…
Yüzü kitlelere dönük etkin bir İşçi ve emekçi kadın çalışması hedeflenmelidir!
  Kapitalizmin krizi ve emekçi kadınlara yansımaları...
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Hesabı tersane işçileri soracak!
  Genç-Sen Genel Kurulları yapıldı...
  İtalya, Yunanistan ve Fransa kaynıyor!
  Sınıfın manifestosu, manifestonun sınıfı: Buluşamayan nehirler mi? - Yüksel Akkaya
  Durum ve gelişmelerin yönü…- M. Can Yüce
  Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı / 2
Volkan Yaraşır
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. mücadele yılını bir etkinlikle kutladı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye kodamanları krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmenin senaryolarını çiziyorlar…

Krizin faturasını ödememek için mücadeleye!

Kapitalist sistemin tarihinde görülmeyen mali kriz dalgası küresel piyasaları sarsmaya devam ediyor. Kapitalist düzenin ülkelerdeki spekülatif parasını çevirdiği borsalar tüm dünyada bir bir çöküyor. Küresel spekülatörler, tekeller “panik atak” halinde çöküşün faturasını çıkarmaya ve işçi ve emekçilerin sırtına yıkmaya hazırlanıyor.

“İMF’nin şansı tam tarihe karışmak üzereyken döndü”

Emperyalist ülkelerde hızlı sermaye kaçışının ekonomik çöküşe yol açmaması için para akışı sağlayan ülkelere “acil destek sağlama” görevi, bir süreden beri işsiz ve işlevsiz kalmaktan yakınan IMF’ye verildi. Kemal Derviş, kriz sonrası yaptığı açıklamada krizin faturasının azgelişmiş ülkelere kabul ettirilmesi, emperyalist ülkelerin bu krizden en az zararla çıkması için başrolün IMF’ye verilmiş olmasını şöyle özetlemişti: “İMF’nin şansı tam tarihe karışmak üzereyken döndü. Kendisine olan talep birden bire arttı.”

IMF’nin 250 milyar dolar dolayında kullanılabilir kaynağı bulunduğu belirtiliyor. Bu kaynağın yeterli olmaması halinde IMF bünyesinde 1 trilyon dolarlık bir destek fonu oluşturulabileceğini ileri sürenler de var.

Şu ana kadar IMF’den destek almak için başvuran ve görüşmelere başlayan Beyaz Rusya, Ukrayna, Macaristan ve İzlanda’ya Pakistan ve Letonya’da eklendi. Geçtiğimiz günlerde New York Times’ın haberine göre IMF desteğine ihtiyaç duyması beklenen ülkeler arasında Romanya, Bulgaristan, Estonya ve Litvanya gibi ülkelerin yanısıra, Türkiye, Rusya ve Güney Afrika gibi ülkelerin de adı geçiyor.

Türkiye’de AKP hükümetinin başı Tayyip “ümüğümüzü sıkmayın yoksa resti çekeriz” biçimindeki ikiyüzlü açıklaması bir yana, büyük patronlar kulübü TÜSİAD ve diğer kodamanlar bir an önce İMF ile anlaşılması ve “sosyal reform” uygulamalarına geçilmesini istiyor.

Irak’ın ABD tarafından işgali öncesinde ABD’den alınması beklenen paraya umut bağlayarak IMF ile anlaşmayı savsaklayan AKP hükümetinin, ABD desteği suya düşünce denize düşen yılana sarılır misali IMF’yenasıl da dört elle sarıldığı hafızalardaki tazeliğini koruyor. Öte yandan IMF 8 Ekim’de Türkiye için 2009’da yüzde 3, yani dünya ortalamasında bir büyüme öngördü!

Sermaye baronları feryat ediyor:

“Bir an önce saldırılara başlayın, yoksa bu gemi batar”

Amerikalı emlak kralı Donald Trump’un kızı İvanka Trump internet sayfasında “krizden korunmak için ABD’li işçi ve emekçilerin evde hazırlayacakları yiyecekleri sefertasına koyup işe gitmelerini önererek” tasarruf önerisi sunmuştu! Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’e göre, bu kriz nedeniyle 100 milyon insan daha yoksulluğa itilmiş bulunuyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) tahminlerine dayanarak verdiği rakamlara göre, halen dünya genelinde 190 milyonu bulan işsiz sayısı 20 milyon kişinin eklenmesiyle 210 milyona ulaşacak.

Ülkemizdeki kodamanlar ise peşpeşe krize çare olacak açıklamalarda bulunuyor, çözüm reçeteleri sunuyorlar. Ülkenin dört bir tarafında sayısız fabrikada işçiler toplu bir şekilde ücretsiz izne çıkarılmakta ya da işlerine son verilmektedir. Sermaye sınıfı yaklaşan Ocak ayı zamları ve TİS sürecinde krizi bahane etmekte, sıfır zam ve sosyal yıkım saldırılarını dayatmaktadırlar.

TÜSİAD şirket ve bankaların 140 milyar dolarlık dış borcu olduğunu, bir an önce çare bulunması gerektiğini söyledi. Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Başkanı Lütfü Küçük ise Türkiye’nin 1970’lerde Hollanda’da döviz bolluğu yüzünden yaşanan mali krizin aynısına, “Hollanda sendromu”na yakalandığını, mevcut programın 2005’ten itibaren görevini tamamladığını vurgulayarak, “hükümet son 3,5 yıldır ‘son kullanma tarihi geçmiş bir ilacı’ kullanmayı sürdürüyor. Çözüm için uygulanan ekonomik programın gözden geçirilmesi gerekiyor” diyor!

2001 krizi sürecinde aktif rol alan Egeli sanayiciler de “feryad-ı figan” korosundaki yerlerini aldılar. İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ilgili bakanlara bir mektup göndererek, ekonomik krizin reel sektör üzerinde yarattığı olumsuzlukların giderilmesi için İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken 30 milyar YTL’nin kullanılmasını önerdi ve en az 10 milyon dolarlık kaynak talebinde bulundu. Güçbirliği Holding Başkanı Kemal Zorlu da patronları işçi çıkarmamaları konusunda uyardı ve 2001 krizinde uyguladıkları telafi çalışma, esnek üretim, ücretsiz izin vb.. uygulamaların devreye sokularak “kimsenin mağdur edilmemesi” gerektiğini belirtti!

Sermaye emrediyor, uşağı AKP hükümeti uyguluyor: Krizin faturası şimdiden işçi emekçilere kesildi bile!

Patronların emirlerini hükümet peşpeşe attığı adımlarla hayata geçirmeye başladı bile.

* İlk olarak yerli yatırımcıların hisse senedi ve hazine bonosu/devlet tahvili kazançlarından elde ettikleri ranttan alınan yüzde 10’luk vergiyi sıfırlama kararı aldı. Hükümet, bir süre önce yabancı yatırımcıların vergisini de sıfırlamıştı. Bununla da sınırlı kalmayarak KOBİ’lerin bankalardan yüzde 21 faizle alacağı kredilerin 11 puanlık bölümünün bütçeden karşılanacağı bildirildi.

*AKP hükümeti, emeğiyle geçinen ve vergisini verenleri bir kez daha “enayi” yerine koyarak, vergi kaçıran hırsız ve dolandırıcıları bir kez daha ödüllendirdi. Vadesi hangi tarihte dolarsa dolsun 1 Eylül 2008 öncesi vergi borçları için 18 ay taksit yapılacak ve bu taksite de yıllık yüzde 3 tecil faiz uygulanacak.

* 2009 bütçesinin hali bugünden belli. Maliye Bakanlığı’nın aldığı “tasarruf önlemleri” 2009’un kemerleri sıkma yılı olacağını göstermekte. Başta kamu idarelerinin harcamalarının kısılması olmak üzere giderleri azaltıcı bir politika izlenecek. Yani IMF, Hazine-DPT ve Maliye bürokratlarıyla birlikte 2008 ve 2009 bütçesini şu sıralarda karşılaştırmalı incelemekte, alınacak önlemler bir bir sıralanmakta. Bunların başında da şunlar gelmekte: ücret ve maaş artışlarının sınırlanması, yeni vergiler, yeni zamlar, kıdem tazminatının gaspı, bölgesel asgari ücretin uygulanması, istihdamın daraltılması, özelleştirmeler...

2009 bütçesinde 58 milyar YTL’nin faize ayrılması da rantiyeden alınmayan verginin ve bütçeden karşılanan faiz ödemelerinin emekçilere artı vergiler ve zam olarak yansıtılacağının kanıtı.

* Maliye Bakanı, bir cin fikir daha açıkladı. AKP yurtdışındaki paraların ülkeye gelmesi adına “nereden buldun” sorusunu sormayacağını belirtti. Bakan, “Herkes parasını Türkiye’ye getirsin; hiçbir soru sormayacağız; vergi bile almayacağız; geriye dönük işlem yapmayacağız.” dedi. Paralar, çuvalla bile getirilebilecek. Sadece, paranın “uyuşturucu, terör finansmanı, insan kaçakçılığı” gibi kirli işlerle ilgili olup olmadığı araştırılacakmış!.

Bu operasyonun, “Deniz Feneri” yolsuzluğunu legalleştirmek için yapıldığı, açıkça anlaşılıyor. Çünkü, onun dışında hiçbir para bu tedbirlerle yurtdışından gelmez. Bu sayede Deniz Feneri Derneği’ndeki hortumlanan paraları kazasız-belasız ülkedeki kasalarına akıtacaklar. (Bu derneğin kurucularının yüzde 90’ı Kanal 7’nin çalışanları. Bu soygun hareketinin perde arkasındaki bu sözde müslümanlar, İslami holding adı altında birçok ülkede -TBMM araştırma Komisyonu’nun raporlarına göre- 5 milyar dolar para topladılar. Sonra bu paraları hortumladılar.)

Sınıfa karşı sınıf savaşı!

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan Türk Lirası’nın son 35 günde ABD Doları karşısında yüzde 30’dan fazla değer yitirmesini normal görüyor ve şunları söylüyor: “Bazı günler hassas günler oluyor, bugünler geçince de her şey normale tekrar dönüyor. Bunları hep beraber daha önce de Türkiye’de çok yaşadık. Bu krizi bir fırsata dönüştürmeliyiz.” 

Evet, o günleri gördük ve krizi bir fırsata da çevirdiler. 2001 krizinin ardından 300 bine yakın işçi işten atıldı. Bu kriz sonucu binlerce küçük ve orta ölçekli işletme kapandı veya iflas etti. Toplu tensikatlar yaygınlaştırıldı. Temel hak gaspları gündeme geldi. Krizden çıkmak veya “özelleştirme” adı altında bütün kamu kurum ve kuruluşlar tek tek parsellenip peşkeş çekildi. Böylece 2001 krizinin faturası topluma ödettirilmişti. Türkiye emekçileri açlığın ve yoksulluğun pençesinde kıvranırken, sermaye ve onun uşakları dev adımlarla tekelleşti, lüks ve sefahat içinde yaşamaya devam etti.

Ancak kapitalizmin 2008 dünya krizinde, aşağı-yukarı hiçbir ülkenin satacak bir şeyi kalmadı.

Cari açık, sürekli büyüyen dış borçlar, dayatılan IMF reçeteleri… Dünyanın en yüksek faiz oranına (%70’lerde) ve İMF’ye en çok borçlu ülke olma “şanına” sahiptir Türkiye sermaye devleti.

Kan deryası üzerine kuruluşunun 85’inci yılını kutladığı, çürümüşlüğüyle her yerinden irin irin kan damlayan Türkiye sermaye devletinin işçi sınıfına, emekçi halklara yoksulluk, açlık, kitlesel sefalet görüntüleri, kitlesel ölümler dışında sunacak başka bir şeyi yoktur. Dünya kapitalist düzeni de dünya işçi sınıfına ve emekçi halklara başka bir şey sunmayacak.

O halde Türkiye’deki işçi ve emekçiler şahsında dünya işçi sınıfının ve emekçi halkların her tarafından çürümüş olan kapitalist sermaye düzenini tarihin çöplüğüne atmak dışında bir çıkar yolları yoktur.


Emekçiler yoksullaşıyor, patronların zevk-i sefaları sürüyor!

Haramilerin saltanatını yıkalım!

Dünya kapitalizminin krizi sürüyor. Borsalar çalkalanmaya, piyasalar altüst olmaya devam ediyor. Amerika ve Avrupalı emperyalistler yaşanan ağır krizi atlatabilmek için trilyonlarca dolar ve euro ile kurtarma operasyonları yapıyorlar. Birçok banka batıyor, finans devleri yerle bir oluyor.

Türkiye’de ise “bize bir şey olmaz” söylemleri anında gelişmelerle boşa çıkıyor. Krizin yansımaları hissedilmeye başlamış durumda. Dolar ve euro karşısında YTL’nin değer kaybı sürüyor. Sermaye örgütleri ve temsilcileri peşpeşe açıklamalar yaparak hükümete krize karşı yapılması gerekenleri hatırlatıyor ve İMF ile anlaşma imzalanması için bastırıyorlar.

İşçi ve emekçileri daha fazla yoksulluk bekliyor!

Kapitalistler krizin faturasını işçilere ve emekçilere çıkartmaya hazırlanıyor. ABD’nin krize karşı devlet bütçesinden 800 milyar dolar yatırarak bankaları, sigorta şirketlerini vs. kurtarmasını hep birlikte izledik. Şimdi bu 800 milyar doların nasıl telafi edileceği sorunu var ABD burjuvazisinin önünde. Tabii ki bu fatura işçilere ve emekçilere çıkartılacak, işsizlik artacak, sömürü derinleşecek, yaşam için asgari geçim ürünleri zamlanacak. Bu Türkiye için de geçerli bir süreç. 2001 krizi bu durumun en yakın kanıtı. Yaşanılan kriz karşısında sermaye devleti “herkesi birlik, beraberlik içinde krizi yenmeye” çağırmış, aynı gemide olduğumuz palavralarıyla kemerleri sıkma çağrılarıyla faturayı emekçilere ödetmişti. Krizle birlikte birçok işçi işinden atılmış, her şeye fahiş oranlarda zamlar yapılmıştı. Bugün yine benzer bir sürece doğru ilerliyoruz. İşsizlik her geçen gün artıyor. Elektriğe, suya, doğalgaza astronomik oranlarda zamlar yapılıyor. Çalışma koşulları ağırlaşıyor, ücretler eriyor, kıdem tazminatı gaspedilmeye çalışılıyor vs.

Sermayedarlar çıkıp krizin kendilerini derinden etkilediğini, iş yapamadıklarını, ürettikleri ürünlerin ellerinde kaldığını söyleme arsızlığında bulunuyorlar. “Kriz geçene kadar idare edin, biz de kötü durumdayız” sözü patronların dillerinden düşmüyor. Ama bu sözlerin hepsinin hikaye olduğunu biz çok iyi biliyoruz. Her kriz döneminde bozulmuş plak gibi karşımıza çıkıp tam bir aymazlıkla aynı şeyleri söylemeye devam ediyorlar.

12 günde 350 ev satıldı!

Bütün bu kargaşa içinde sermaye basınında İstanbul Halkalı’da Sinpaş’ın başlattığı bir projenin “başarısından” bahsediliyor. Sinpaş, Halkalı’da başlattığı “Bosphorus” projesiyle, İstanbul Boğazı’nın, burjuva kodamanları tarafından işgal edilmesi, burjuvaların yalılarda ve saraylarda sefa sürmelerini yeterli görmemiş olacak ki, 247 dönümlük arazi üzerine 2750 konutluk suni boğaz yapma çalışmalarına başlamış. Yalılardan ve lüks evlerden oluşacak bu proje daha başlamadan %60’ını satarak “yüksek bir başarıya” ulaşmış, hatta tam da krizin en şiddetli bir şekilde kendini hissettirdiği günlerde, 12 günde 350 ev satılarak 150 milyon YTL’lik gelir elde edilmiş.

Şimdi sorumuzu sorabiliriz; kapitalizmin yarattığı krizler kimi etkiler? Burjuvazinin kendi yarattığı krizden hiç de etkilenmediği Sinpaş’ın “büyük bir başarı” olarak kamuoyuna duyurduğu ev satışında yaşanılan patlamadan anlaşılıyor. İşçiler ve emekçiler açlık, sefalet içinde yaşarken, kriz koşullarında yaşamları zindana dönerken, sermayenin kopardığı yaygara sadece daha fazla kâr etmek için değilse ne içindir? Her geçen gün soframızdaki ekmek küçülürken, “aynı gemide olduğumuzu” söyleyenler geminin güvertesinde “çılgınca eğlenmeye” devam ediyorlar. Bizlere de kriz fırtınasına karşı gemiyi karaya daha hızlı yanaştırmak için geminin en ücra köşesinde, daha çok çalışmak gerektiğini telkin ediyorlar.

Neden? Çünkü onların gözünde bizim hiçbir değerimiz yok. Bizler onların daha iyi yaşaması için varız. Bizler Halkalı’da suni boğazı ve evleri yapmak için, onlarsa bu evlerde oturmak için yaratılmışlar! Bizlere kemerleri sıktırırken, ikinci boğazı yaptıran, “ekonomi kötüyken” işçileri kapı önüne koyan, kriz var deyip alınterimizin karşılığını dahi vermeyen, ama milyonları yatırarak suni boğazın kenarında ev alanlara daha nereye kadar izin vereceğiz! Daha ne kadar tepemizde yaşamalarına, bizlerin gözüne bakarak işimizi, aşımızı ve geleceğimizi çalmalarına sessiz kalacağız. Biz sustukça daha çok kriz gelip geçecek. Ve bütün bu krizlerin faturasını bizler öderken, onlar bizim yarattığımız değerleri har vurup harman savuracaklar. Artık yeter demenin zamanı geldi. Bu sömürü ve soygun düzenine karşı yan yana gelmeli, bizim olanları geri almak için, kendi dünyamızı kurmak için mücadele etmeliyiz.