x

31 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/43

  Kızıl Bayrak'tan
   Ekim Devrimi’nin 91. yılında sosyalizm güncel, Yeni Ekimler ve Partisi yakıcı bir ihtiyaçtır!
  Patronlarla Amerikancı AKP hükümetinden saldırı sinyalleri…
Ekonomik kriz ve sendikaların tutumu
Devlet terörü tırmanıyor!

Metal TİS’lerinde son durum ve görevlerimiz...

İşçi emekçi haraketinden…
  Kadın çalışmasının önemi ve sorunları…
Yüzü kitlelere dönük etkin bir İşçi ve emekçi kadın çalışması hedeflenmelidir!
  Kapitalizmin krizi ve emekçi kadınlara yansımaları...
  Kot taşlama mı, işçi mezarlığı mı?
  Hesabı tersane işçileri soracak!
  Genç-Sen Genel Kurulları yapıldı...
  İtalya, Yunanistan ve Fransa kaynıyor!
  Sınıfın manifestosu, manifestonun sınıfı: Buluşamayan nehirler mi? - Yüksel Akkaya
  Durum ve gelişmelerin yönü…- M. Can Yüce
  Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı / 2
Volkan Yaraşır
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. mücadele yılını bir etkinlikle kutladı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Finansal tsunami, öncü sarsıntıdan büyük çöküşe mi?

Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı / 2

Volkan Yaraşır

Kapitalist sistem çok boyutlu bir kriz yaşıyor

Finansal kriz sistemin çok boyutlu krizini açığa çıkardı. Emperyalist hegemonya krizi bunlardan biri. Küreselleşme sürecinde dünyanın toplam değerlerinin büyük bir kısmını kendine transfer eden, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde rejimlerin çöküşüyle imparatorluk projeleri yapan, 11 Eylül sonrasında bu yönde adımlar atan ABD, yeni süreçte bırakın imparatorluk projesini gerçekleştirmeyi hegemonyasını bile tartıştırır konuma düştü.

ABD’de bir yandan eşitsiz gelişim yasasının işlemesi, öte yandan Ortadoğu bataklığında sıkışmışlığının sonucu, hegemonyasını kurmakta ciddi problemler yaşıyor.

AB hızla ve derinden soft bir biçimde nüfuz ve ekonomik alanlarını genişletmeye başladı. Ayrıca bir emperyalist blok olarak askeri gücünü konsantre ediyor. Ekonomik olarak kristalize bir güç olan AB, askeri zafiyetini hızla aşmaya çalışıyor. AB’nin NATO’yla ilişkisi ve son krizde ABD’ye karşı aldığı tavır bundan sonra AB’nin daha özerk politikalar izleyeceğini gösteriyor.

ABD’de mali kriz dalgasının yayılmasıyla AB’nin iki başat ülkesinin takındığı tutum ilginçtir. Alman hükümeti hemen ABD’yle mesafe koyma gereği duydu. Bush’un krizi bloke etmek için 700 milyar dolarlık sermaye enjeksiyonuna katkı yapma talebini reddetti. Bush yönetimini kredi sisteminde uluslararası kuralları çiğnediği için sorumlu tuttu ve suçlu ilan etti. Bu tutum ABD’nin ve NATO’nun özellikle Doğu Avrupa’daki ataklarına sınır koyma tavrıyla birlikte ele alınmalıdır. Bu arada Fransa’nın “rasyonel” bir kapitalizmin inşası için çağrıda bulunması ve diplomatik ataklar yapması önemlidir. Fransa’nın G-8’in genişletilme teklifinde bulunması, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya ve Meksika’nın G-8’e katılmasını istemesi statüko sarsıcıdır. Bu tavırlar emperyalist-kapitalist sistemde ABD hakimiyetini zafiyete düşürücü gelişmelerdir. AB’nin yavaş ama nüfuz edici, agresyonu ikinci plana alan, uluslararası dengeleri gözeten, mali ve ekonomik istikrara daha fazla önem veren tavrı emperyalist blok olarak etki gücünü yaymasını kolaylaştırmaktadır. AB’nin bu yönü önümüzdeki dönemde emperyalist hegemonya krizinde etkili sonuçlar doğurabilir.

Rusya Putin’in otoritaryan politikaları sonucu hızla toparlanma sürecine girdi. Eski Sovyetler Birliği topraklarında bir yandan ABD’nin ve NATO’nun ataklarını bloke etmeye çalıştı, diğer yandan bu bölgeleri kendisinin stratejik alanı olarak ilan etti. Emperyal vizyonunu bu coğrafyalarda inşa etmeye başladı. Daha önce Çeçenistan savaşı, doğalgaz ve petrolü stratejik bir silah olarak kullanması ve son olarak Gürcistan işgali emperyalist hegemonya savaşlarında Rusya’nın da “artık ben de varım” dediği pratik oldu. Gürcistan işgali, bu yönüyle emperyalist hegemonya krizinin açık göstergesi olarak önem taşıdı.

Çin ise kapitalist sistemi kilitleyecek özellikleri, hızlı kalkınma trendi ve muazzam militarize gücüyle ve dünyanın değişik bölgelerine sermaye ihracıyla önemli bir emperyalist özne olarak dünya siyasetine ağırlığını koymaktadır. Çin’in Rusya, AB, Latin Amerika, Hindistan, Afrika ilişkileri güçleniyor. Çin emperyalist hegemonya krizinin bir kutbu olarak öne çıkmaktadır. Finansal krizin Çin’in ekonomik modelini tartışılır kılması dikkatleri Çin’e odaklamıştır. Ekonomik milliyetçilik yöntemlerini kullanan ve devlet kapitalizminin bir versiyonu olan Çin emperyalizminin yeni dönemde model ülke olarak öne çıkması muhtemeldir.

Japonya Uzak Asya’nın İngiltere’si olma konumundan hızla uzaklaşıyor. Hem bölgede, hem dünya çapında etki gücünü yayıyor. Dünya’nın değişik alanlarında sermaye ihracatıyla öne çıkan Japonya, bulunduğu coğrafyanın en önemli militarize gücü olarak dikkat çekiyor. İki kutuplu dünya döneminde ABD’nin etki alanında kalan Japonya bugün hızla özerkleşiyor, ekonomik gücüyle azımsanamayacak bir ağırlık kazanıyor. Askeri şekillenmesini de sessizce koordine ediyor.

ABD’nin 11 Eylül’den sonra askeri gücüne dayanarak dünyayı yeniden kendi imparatorluk emellerine göre şekillendirme ve yeni emperyal güçlerin yükselmesini engelleme isteği hüsranla sonuçlandı.

Emperyalist hegemonya krizi sürüyor ve derinleşiyor. Yeni jeo-politik emperyalist özneler ve bloklar arası gerilim ve çatışkının ana kaynaklığını yapacak.

Finansal krizin yaşandığı evrede ABD’nin temsilciler meclisinden 700 milyar doların ilk görüşmede geçmemesi, öte yandan bir trilyon dolara yakın savunma bütçesinin hemen geçmesi ABD’nin yeni dönemdeki eğilimlerini göstermektedir. ABD yaşadığı ekonomik krizi emperyalist savaşları yaygınlaştırarak aşmaya çalışabilir. Yeni jeo-politiğe uygun agresyon politikalarını yoğunlaştırabilir. Fakat diğer emperyalist özne ve blokların boş durmayacağı ortadadır. Dünya emperyalistler arası çelişkilerin yoğunlaşacağı ve artacağı bir döneme giriyor.

Krizin Türkiye’ye etkileri ve olası gelişmeler

Finansal krizin bir dalga gibi yayıldığı koşullarda AKP hükümeti Türkiye’nin krizden etkilenmeyeceğini ileri sürdü. Hatta krizin yeni imkanlar doğurabileceği iddia etti. Bu söylem kısa süre sonra terk edildi.

Finans kapitalin temel kuruluşu TÜSİAD hükümeti uyardı ve dikkatli olmasını istedi. Bankaların ve şirketlerin dış borcunun 140 milyar dolar olduğunu açıkladı ve AKP’nin acilen IMF’yle Stand-by anlaşması yapması gerektiğini vurguladı. TÜSİAD da aynen merkez ülkelerinde olduğu gibi riski ve borcu devletin üstlenmesini talep ediyor.

Türkiye kapitalizminin entegrasyon düzeyi yüksektir. AB ve ABD’yle son derece gelişkin ve kompleks bir ilişki düzeyi vardır. Merkez ülkeleri sarsan krizin Türkiye’yi etkilememesi mümkün değildir. Merkez ülkelerde ciddi sarsıntılar yaratan krizin, Türkiye’de deprem etkisi yaratması büyük bir olasılıktır. Türkiye’nin olağanüstü cari açığı ve ekonomisinin 65 milyar dolar gibi sıcak parayla dönmesi, şirket ve bankaların yüksek dış borcu, üretim kapasitesinin zayıflığı bunun zeminlerini yaratmaktadır. Bugün yüksek faizle duran sıcak para, yarın daha güvenli alanlara kaçabilir. Bu türlü bir operasyon bile bir günde Türkiye ekonomisini felç edici içeriktedir. Türkiye ekonomisinin yaşayacağı senkronize bir kriz dalgası, ekonominin ana kolonlarını yıkabilecek sonuçlar doğurabilir. Bu anlamda TÜSİAD’ın şirket ve bankaların 140 miyar dolarlık dış borcunun altını çizmesi boşuna değildir. Türkiye ekonomisi hassas dengeleri üzerinde durmaktadır. Önce finansal kriz dalgasının yansıması, bunun özellikle üretici sektörlerde etkisini göstermesiyle ekonomide yıkıcı sonuçlar ortaya çıkabilir. Çünkü üretici sektörlerde krizin yansıması senkronizasyon etkisi doğuracaktır. Bu da dalgasal iflaslar demektir.

Küreselleşmenin ara kasılmalarından biri olan 2001 krizi önemli bir örnek oluşturmaktadır. Bu kriz sonucu binlerce küçük ve orta ölçekli işletme kapandı ve iflas etti. 250 bin işçi işten çıkarıldı. Toplu tensikatlar yaygınlaştırıldı. Temel hak gaspları gündeme geldi. Depresyon niteliğindeki krizin şiddetinin yıkıcılığı ise ortadadır. Finans kapital devleti göreve çağırmaktadır. Sermayenin bekçiliğini yapmasını istemektedir. Bunun yanında finans kapital krizi bir fırsata çevirmeye çalışacaktır, çünkü sermayenin üç hali diye tanımlayabileceğimiz birikme, yoğunlaşma, merkezileşme ya da tekelleşme kriz dönemlerindeki ekonomik operasyonların adıdır. Kriz bir yönüyle de tekelleşme sürecinin dışa vurumu olacaktır. Bu süreçten devlet güvencesi ve hamlesiyle en karlı çıkacak finans kapitaldir.

Kriz bir yanıyla da sistemin en güvenli ve sistemden beslenen kesimi olan orta sınıfın çöküşünü beraberinde getirecektir. Bu kesimler mülksüzleşmenin şokuyla sarsılmaları ve özellikle milliyetçi hezeyanlara girmesi olasılıktır. Ayrıca küçük ve orta ölçekli işletmelerin iflası gündemdedir ve bu bir mülksüzleşme sürecidir. Aynı zamanda sermayenin merkezileşmesinin ifadesidir.

Bugün Orta Doğu’nun Balkanlaşma sürecinde kendini gösteren etnik, dini, milli polarizasyonun Türkiye’ye krizle yansıma olasılığı artmaktadır. Türkiye’nin etnik, dini, mezhebi polarizasyonları içinde taşıdığı aşikardır. Son Altınova’daki gelişmeler bu anlamda büyük tehlikeleri işaret etmektedir. Çünkü her kriz dönemi kitlelerin giderek umutsuzluğa, açlığa, geleceksizliğe mahkum olduğu dönemlerdir. Bu dönemlerde kitleler alt kimlikleri (etnik, dini, milli, mezhebi, siyasi kimlikleri) üzerinden kolayca manipüle ve mobilize edilebilir. Krizin tahribatı toplumun bir kesimini kolayca ötekileştirebilir. Kitleler birbirinin celladı haline dönüştürülebilir. Aynen Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da olduğu gibi... Her kriz anı alternatif bir toplumsal proje ve gücün olmaması, özellikle sınıfın örgütsüzlüğüne paralel olarak faşizmin kitle ruhunun yayıldığı, insanların William Reich’ın “Küçük İnsan” diye tanımladığı faşist kimliğe büründüğü anlardır. Faşizmin sıradanlaştığı anlardır.

Teknik düzeyde yüksek faiz ve bazı özelleştirmelerle sıcak parayı tutabilen Türkiye, ayrıca jeo-politiğinin avantajlarını kullanıyor. Bir düzeyde krizin etkisi sürece yayılıyor. Ama bu durumun sürekli kalması olanaklı değildir. Özellikle merkez ülkelerdeki finansal çöküşün domino taşı etkisiyle yayılması, Türkiye’de büyük patlamalara yol açabilir. Bu da yukarıda saydığımız gelişmeleri tetikleyebilir. Çünkü unutulmasın rejimler destabilize ortamlarla krizlerini aşabilir.

Krizin sınıfa etkisi

Kapitalizmin her devrevi krizi, devrimin imkanının doğduğu anlar olduğu kadar, karşı devrimin mayalanacağı anlar ya da dönemlerdir. Yaşanan kriz salt finansal değil, sistemsel özellikler taşımaktadır. Uluslararası sınıf hareketi bu krizi örgütlü bir duruşla karşılayabilseydi kapitalizmin yıkımına yol açan sonuçlar yaratılabilirdi. Ne yazık ki sınıf hareketinin örgütsüzlüğünden dolayı kriz, bütün sarsıntısına rağmen kapitalizmin çöküşünü beraberinde getirmeyecek. Çünkü kapitalizmi yıkacak tek güç işçi sınıfı ve onun siyasal öncüsüdür.

Genel olarak uluslararası işçi hareketi ve Türkiye işçi sınıfı dağınık ve örgütsüz bir durumdadır. Kapitalizmin çürümüşlüğü bütünüyle ortaya çıktığı halde sınıf hareketinin zayıf ve şekilsiz olması en büyük problem olarak önümüzde duruyor. Kriz bu anlamıyla bütün yıkıcı sarsıntısına rağmen, kapitalizmin rektifikasyonuna dönüşebilir.

Sermaye yaşanan koşullarda krizin bütün yükünü işçi sınıfı ve emekçiler üzerinden çıkarmaya çalışacak. İlk olarak yüzbinlerce işçinin işten atılması büyük bir olasılıktır. Toplu tensikatlar yaygınlaştırılacaktır. Daha şimdiden metal sözleşmelerinin devam ettiği koşullarda, otomotiv sektörü işverenlerinin “krizdeyiz” açıklamalarını yapmaları dikkat çekmektedir. Ayrıca ücretlerin baskılanması, çalışma koşullarının ağırlaştırılması, fazla çalışmanın yaygınlaştırılması, en temel hakların gaspı gündeme gelebilir. Özellikle sendikalı işyerlerinde baskıların artması, sistemli sendikasızlaştırma operasyonlarının yaşanması olasıdır. Toplusözleşmelerde kriz bahanesiyle 0 sözleşmeler dayatılabilir.

İşsizlik, umutsuzluk, geleceksizlik yaygınlaşacaktır. Bu koşullarda en başta işçi sınıfı bulunduğu mevzileri korumalı, özellikle sendikalar kendilerine dayatılan sınıf uzlaşmacı ve işçileri boyunduruk altına alan toplusözleşmeleri reddetmelidir. Bu anlamda kapsamı, niteliği ve muhtevasıyla metal işkolundaki sözleşme bir eşik olacaktır. Metal sözleşmelerinin olumlu geçmesi sınıfın moral motivasyonunu etkileyici içeriktedir. Hatta bugün lokal düzeyde devam eden E-Kart, Unilever, Desa, Uno, Yörsan gibi direnişlerin bir ateş topuna dönüşme olanağını yaratacaktır. 2007’deki sınıf hareketine Telekom grevinin etkisi neyse, metal sözleşmeleri de o oranda 2009’daki sınıf hareketini etkileyecektir. Bugün metal sözleşmesinin olumlu geçmesinin önünde riskler bulunuyor. Özellikle sendika bürokrasisi daha şimdiden esnek üretime ve bir dizi hak kaybına onay vermiş durumda. Ama unutulmasın her kriz anı sınıflar mücadelesinin muazzam derecede keskinleştiği ve büyük potansiyellerin açığa çıktığı anlardır. Bugün bozkırda küçük küçük yanan alevler olan yani lokal direnişlerin yaygınlaştırılması, sınıfın direncinin, moral gücünün, kararlılığının da ifadesi olacaktır.

İşçi sınıfı krize karşı şimdiden örgütlenmeli, programlarını ve projelerini ortaya koymalıdır. Gelecek saldırının ve olacakların boyutları ortadadır. Belki başta yürütülecek hakları koruma anlamındaki mevzi savaşları bir birikimin ifadesi olacaktır. Bu birikimler katastrof anlarında patlamalara dönüşecektir.

TÜSİAD’ın açıkça ilan ettiği gibi şirket ve bankaların 140 milyar dolarlık dış borcu bizim değildir. Yaşanan krizden emekçilerin hiçbir sorumluluğu yoktur. Bütün sorumluluk sermayeye aittir. İşçi sınıfı “krizin bedelini krizi yaratanlar ödemelidir” şiarıyla hareket etmelidir. Bu aynı zamanda çürümüş ve kokuşmuş kapitalizmin teşhirinin ilk adımıdır.

İşçi sınıfı “hiçbir şeyi üstlenmiyorum” diyerek kendine yüklenen her türlü uygulamaya karşı birlik ve dayanışmasını yaratmalıdır. Bugün işsizliğe, açlığa, geleceksizliğe karşı sınıfın birlik olma günüdür.

İşçi sınıfı elektrik, su, doğalgaz faturalarını ödememe, kamu taşıtlarına ücretsiz binme, fatura yakma, banka faaliyetlerini kilitleme, borsayı işlemez hale getirme ve bloke etme eylemlerine hazırlanmalıdır. Sivil itaatsizlik eylemleriyle krizin gerçek müsebbiplerini göstermelidir.

En ufak hak gaspı, işten atılmalar ve tensikatlara karşı bir taban örgütlenmesi olan direniş komiteleri kurulmalıdır. Bu komiteler işyeri işyeri, fabrika fabrika, atölye atölye, sanayi bölgesi ve havza düzeyinde yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle sendikalı işçiler sermayenin her saldırısına karşı sektörel bazda yaygın eylemlerle cevap vermeli ve iç örgütlülük hızla sağlanmalıdır. Çünkü en ufak hak gaspı toplu işten atılmaların, tensikatların başlangıcı olduğu unutulmamalıdır. Çünkü bahane hazırdır, kriz var.

İşçi sınıfı “işsizliğe, geleceksizliğe, açlığa karşı işyeri komitelerinde birleş” şiarını öne çıkarmalıdır. İşyeri komiteleri kolektif irademizi yansıtan bir örgütlenme olduğu kadar, bir savaş, savunma ve direniş örgütlenmesidir. İşyeri komiteleri bizim tarihsel örgütlenmemiz olan taban örgütlenmemizin bir biçimidir. Kriz sermayenin azgın saldırganlığının başlayacağı bir dönem olacaktır. Bu saldırıların boşa çıkartılması ancak örgütlü bir duruşla mümkündür.

İşçi sınıfı “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” sloganını hayata geçirmelidir. Görev sınıfın bağımsız, birleşik gücünü açığa çıkarmaktır. Özellikle taban örgütlenmelerinin sendikalı sendikasız, güvenceli güvencesiz, marjinal sektörde çalışan bütün işçilerin hayata geçirmesi gereken silahımız olduğu unutulmamalıdır. İşsizliği, açlığı ve geleceksizliği ancak bu örgütlenmelerle aşabiliriz.

Artık ağızlarda tek bir slogan olmalıdır: “Kahrolsun kapitalizm, yaşasın işçilerin birliği!”

Ankara’da “Kapitalizm, Kriz; Olanaklar ve Olasılıklar” panel-forumu

Emek Araştırmaları Merkezi’nin ilkini İstanbul’da gerçekleştirdiği “Kapitalizm: Kriz, Olanaklar ve Olasılıklar” başlıklı panel-forum 25 Ekim günü Ankara’da Petrol-İş Sendikası Toplantı Salonu’nda gerçekleştirildi.

Etkinliğin ilk oturumu panel ikinci oturumuysa forum biçimindeydi. Yüksel Akkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı “Kriz ve alternatifler” başlıklı bölümde Korkut Boratav, Mustafa Sönmez, Metin Altıok ve Haluk Gerger konuşmacı olarak yer aldı. Etkinliğin ikinci bölümü ise “Krize soldan bakış: Ne yapmalı, nasıl yapmalı?” başlıklı forum bölümüydü.

Panel bölümünün ilk konuşmacısı olan Korkut Boratav, krizin iktisadi yönüne değindi ve krizin ana merkezi olan Amerika’nın aşırı tüketime dayanan ekonomik sisteminden bahsetti. Dünya ölçeğinde genel bir değerlendirme yaptı ve Türkiye’deki tabloyu ele aldı.

“Türkiye bu krizi aşabilmek için yeniden IMF’ye koşacaktır ve yeniden bir IMF reçetesi dayatılacaktır” diyen Boratav, öngörülen IMF reçetesini ise daraltıcı politika, işgücü piyasasının tasfiyesi ve batık bankaların alacaklarının garantiye alınması olarak sıraladı.

Boratav’ın ardından Mustafa Sönmez söz aldı. Amerika’da patlayan kriz için “hasar beyinde meydana geldi. Uzuvlara bulaşmaması mümkün değil” biçiminde tespitte bulunan Sönmez, Türkiye ekonomisinin krize karşı dayanıklı olduğunu söyleyen iktidar çevrelerinin yalan söylediğini belirtti. Türkiye’deki cari açık, sürekli büyüyen dış borçlar, dayatılan IMF reçetelerinin krizin varlığının göstergeleri olduğunun altını çizdi, 2001 krizinin faturasının tüm topluma ödettirildiğini söyledi.

Sönmez, yeni sürecin ilerleyişi konusundaki düşüncesini ise şöyle özetledi: “O günkü krizin faturası topluma ödettirilmişti, bu krizde böyle olacak, emek piyasasına esneklik dayatılacak, sendikal örgütlenmeler engellenmeye çalışılacak, alt ve orta sınıflar sindirilmeye çalışılacak.”

Mustafa Sönmez’in konuşmasının ikinci bölümünde ise “ne yapmalı?” sorusunun cevabı arandı.

Sönmez çözüm olarak; emek cephesinin biraraya gelerek bir önce sosyal önlemler ve makro politikalardan oluşan bir paket oluşturması gerektiğini savundu.

Metin Altıok ise yaptığı konuşmasına krize bakış konusunda marksistleri burjuva iktisatçılardan ayıran temel özelliğin sadece ekonomik değil toplumsal yan olduğunu belirtti. Altıok yaşanan krizi neoliberalizmin krizi olarak tanımladı.

Her kriz dönemini sistem açısından yeni bir evreye geçiş dönemi olarak tanımlayan Altıok, işsizliğin artacağını, ücretlerin daha da düşeceğini, yeni pazarlar ve paylaşım sürecine girileceğini ve faşizmin gündeme geleceğini ifade etti. Panel bölümünün son sunumunu Haluk Gerger gerçekleştirdi. Konuşmasına devrimcileri ve sosyalistleri zor bir dönemin beklediğini söyleyerek başlayan Gerger, eldeki fırsatları doğru değerlendirebilmenin önemine vurgu yaptı.

Kapsamı günden güne genişleyen Kürt sorununun krizle birleşerek işçi ve emekçiler üzerinde önemli etkiler bırakacağını söyleyen Gerger, artan yoksullukla sınıf savaşımının keskinleşeceğini ifade etti. Bu süreçte devrimcilerin ve sosyalistlerin önemine vurgu yaptı. Gerger konuşmasının devamında devrimciler ve sosyalistlerin yapacağı ittifakların önemine dikkat çekti ve bunun önündeki “engellere” değindi.

Gerger’in “ne yapmalı?” sorusunu Lenin’in “Ne Yapmalı?”sına atıfta bulunarak cevapladı. Bu kısımda “devrimci “açık” bir partinin mümkün olacağı tezi ortaya konuldu. Bu adres çatı partisi olarak tanımlandı.

Sunumların ardından soru-cevap kısmına geçildi.

Bu bölümde Korkut Boratav, “kriz sayesinde marksist sol bir anda itibar kazandı, iktidardakiler bile durup dururken komünizmden bahsetmeye başladılar, demek ki kafalarında komünist hayalet yeniden hortladı” dedi.  

Mustafa Sönmez, “ana hedefimiz sosyalizm ama buna giden yolda geniş bir yelpazede ittifaklar zemini kurulmalıdır” dedi. Ayrıca reformların iyi bir şey olduğunu fakat bunların bir amaç değil, hedefe giden yolda yalnızca birer araç olduklarını belirtti.

Metin Altıok, “krizler karşısında örgütlü bir işçi sınıfı yoksa kapitalizm krizi rahatından aşar, bu krizi de atlatacaktır” dedi.

Son olarak Haluk Gerger ise Türkiye soluna bir takım eleştirilerde bulundu. “Türkiye solunun deneyimleri ve belleği parça parça olmuş, bir an önce birleşerek bu parçalar biraraya getirilmelidir” dedi. Ayrıca Türkiye solunun hala varoşlardan beslendiği, politikasını oradan doğru belirlediğini iddia ederek, “sol yüzünü artık işçi sınıfına dönmelidir” dedi.

İlk oturumun ardından verilen aradan sonra forum bölümüne geçildi. Bu oturumda EMEP, DİP Girişimi, TSİP, SDP temsilcileri söz alarak krize ilişkin görüşlerini ifade ettiler.

Forum bölümünde söz alan Yüksel Akkaya ise, bu dönemde siyasi partilerin ve sendikaların önemine değindi. “Kriz döneminde milliyetçilik” yapanları eleştirerek “bir tarafta emekçilerle birlikte kriz üzerine mücadele edenler, diğer tarafta demokratik talepler, Kürt sorununda çözüm diyenler, anlamak güç…”  dedi.

Forum bölümünün temel tartışması Çatı Partisi ve Türkiye solunun birleşmesi üzerine oldu. Yaklaşık iki saat süren tartışmaların ardından etkinlik sona erdi.