7 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/44

  Kızıl Bayrak'tan
   Kürt sorununda çözümsüzlük, Kürt halkında öfke büyüyor!
  Krizin faturası kapitalistlere!
İMF ile yeni anlaşma yolda...
İÜ’de faşist provokasyon ve saldırı…

Emek dünyası sahte tasarıyı onaylamıyor!

İşçi ve emekçi hareketinden…
  Krize karşı birleşme ve mücadele çağrısı
  TKİP’nin kitlesel ve coşkulu 10. Yıl etkinliği...
  “Parti, Sınıf, Devrim, Sosyalizm Gecesi”nde yapılan konuşma...
  TKİP İstanbul İl Komitesi’nin mesajı:
  TKİP 10. Yılında!
10. Yıl Bildirgesi
  İstanbul Parti örgütlerinden 10. Yıl etkinliğine:
  TKİP 10. Yıl etkinliğine öteki kentlerden gelen mesajlar....
  TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine devrimci parti ve örgütlerden mesajlar...
  TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine enternasyonal mesajlar...
  Genç Komünistlerden TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine...
  Gençliğin faaliyetlerinden…
  “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”...
  Hüseyin Üzmez buzdağının yalnızca görünen yüzüdür...
  Ekim’in Kasım 2008 tarihli 254. sayısı
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hüseyin Üzmez buzdağının yalnızca görünen yüzüdür...

Bu pisliği ancak devrim temizler!

Zola “Gerçek” adlı romanında Fransa’da dinsel gericiliğin toplumun bütün kurumlarına nüfuz ettiği, toplumun burjuvazi ve dinsel gericiliğin sarsılmaz ittifakı karşısında maddi ve manevi anlamda kılıçtan geçirildiği bir dönemi anlatır. Bir ilkokul öğrencisi kasabanın rahiplerinden biri tarafından tecavüz edilerek öldürülmüştür. Bu olayın ardından tüm din adamları, burjuva siyasetçiler, ordu mensupları ve sahibinin sesi sıfatına yaraşır medya elbirliği ile bu cinayetin üstünü örtme ve sorumluluğu ilerici Yahudi bir öğretmene yıkma çabasına girerler. Zola ise, bu cinayet ve cinayet karşısında sergilenen büyük oyuna dair önemli bir gerçeğin altını çizer: Şer odaklarının elbirliği ile harcadığı bu çabanın hedefi bir rahibin ceza almasını önleyebilmenin çok ötesindedir.

Zola’ya göre, bir ilköğretim öğrencisinin bir rahibin tecavüzüne uğrayarak öldürülmesi bütün bu dönen dolapları ortaya çıkartacak ve toplumu derin uykusundan uyandırabilecek bir olaydır. Bu yüzden bu olay hasıraltı edilmeli ve mümkünse dinsel gericilikle kolkola girmiş burjuva gericiliğe karşı mücadele eden kesimleri itham altında bırakabilecek, yani kendi egemenliğini perçinleyebilecek bir tarzda ilerici kesimlerin temsilcisi bir kişiye yüklenmeliydi. Bu kişinin bir Yahudi olması da ayrıca önemliydi. Zira bu sayede toplum içerisinde dinsel milliyetçilik de körüklenecek ve bu kargaşanın sonuçları da yine egemenlerin ekmeğine yağ sürecekti. İşte bu yüzden sorun basitçe bir rahibin aklanması değil, bununla birlikte toplumdaki din kurumunun ve o güne dek dolaysız olarak bu kuruma arka çıkmış burjuvazinin korunması ve geniş yığınları uykusundan uyandırabilme olanağına sahip tek güç olan ilericilerin de bu olay vesilesiyle yıpratılmasıydı.

Elbette yalnızca bir roman, elbette henüz 1800’lerin ortası... Kapitalizmin farklı bir yüzü, dinsel gericiliğin farklı bir tezahürü ve daha da önemlisi bir kurgu... Bütünüyle “budur” denilemez. Ancak  benzerlikler üstünden atlanılamayacak kadar fazla. Alın işte, hiç gündemden düşmeyen Deniz Feneri dalgası, din kardeşliği adına birilerinin banka hesaplarına aktarılan paralar... Emekçi kesimlerin birlik ve dayanışmaya en ihtiyacı olduğu dönemlerde halklar arasında yaratılmaya çalışılan düşmanlık, körüklenen milliyetçilik... Sahibinin sesi medya patronları, yalan-yanlış haberler veren ve halkı alıklaştıran gazeteler... Katilleri, banka hortumcularını ve 14 yaşında bir çocuğa tecavüz etmiş bir soysuzu aklamayı görev bilen mahkemeler...

Aklanmaya çalışılan yalnız Hüseyin Üzmez mi?

 Elbette “Gerçek” romanına yapılan bu atfın tek nedeni dönemin Fransa’sı ile bugünün Türkiye’si arasında kimi benzerlikleri ortaya sermek değil, Zola’nın basitçe ulaştığı bir soru üzerine biraz olsun düşünmek... “Bugün aklanmaya çalışılan yalnızca Hüseyin Üzmez mi?”

Hüseyin Üzmez Vakit Gazetesi yazarlarından. Türkiye’de dinsel gericiliğin borazanı bu gazetenin sesi en tiz çıkan yazarlarından biri hem de. Yargılanması sırasında elini bir gazetecinin kanına buladığını da anlatıyor. Alt perdeden bir tehdit ve güvenle bu gerçeği bildirmekten imtina etmiyor Üzmez. Bu iğrenç tecavüzü gerçekleştirdiği şüphe götürmemesine rağmen, skandal bir Adli Tıp raporu verilerek tahliye ediliyor. İşlediği insanlık suçundan zerre kadar pişman olmadığı her halinden belli olan Üzmez, gazete sayfalarında ve televizyonlarda büyük bir özgüvenle boy gösteriyor. Üzmez kendini savunuyor, karısı Üzmez’i savunuyor, tecavüze uğrayan kızın annesi Üzmez’i savunuyor, Adli Tıp Kurumu, mahkeme heyeti, daha bir dizi kişi ve kurum elbirliği ile Üzmez’i savunuyor. Yani bir tecavüzü meşrulaştırıyorlar. Yani 14 yaşında daha binlerce çocuğun cinsel istismara maruz kalmasına olur veriyorlar. Çünkü kendi baktıkları pencerede kadın cinselliğine karşı girişilen her türlü eylem caizdir. Ve istiyorlar ki, bütün bir toplumun beynine bu gerçek kazınsın. Ve Kuran kursunda ölüme yatan çocukların şehit, 14 yaşında el kadar çocukların cinsel meta olduğuna ve arka arkaya üç kez okunan duanın en lanet günahı bile silebildiğine inandırmak istiyorlar toplumu... İnsanlığın kıstasını eylemden inanca indirgemek istiyorlar. Bunun için de üç gün içinde bir Adli Tıp raporu hazırlayıp sapık bir din tacirini bir çırpıda salıveriyorlar.

Tekil bir tecavüz vakasından bahsetmiyoruz. Son günlerde gazetelerin 3. sayfa haberleri şöyle bir tarandığında, benzer içerikte onlarca habere rastlanacaktır. Ve gerçekte bunlar yalnızca buzdağının görünen yüzü olacaktır. Toplumsal çöküntü, kirlenme topluma öylesine sirayet etmiş durumda ki, ne yazık ki hemen her gün benzer örnekler yaşanmaktadır.

Her ne kadar benzer olaylar yaygın bir biçimde yaşansa da, bu ölçüde göz önünde yaşanması ve saldırganın bu ölçüde aleni aklanması rahatsızlık yaratıyor. Burjuva medyadan AKP milletvekillerinin bir kesimine kadar hemen herkesten eleştiri sesleri yükselmeye başladı. Üzmez’i suçlayarak, kendi suçlarını tek kişinin sırtına yüklemek derdindeler. Ama gerçek yalın bir biçimde ortada, Üzmez’in tecavüz ettiği çocuktan başlayarak, ırzına geçilen bütün çocuk ve kadınlardan bu ülkenin egemenleri elbirliği ile sorumlu... Çünkü bu kirliliği de, Üzmezleri de onlar yarattılar.

“Gerçek durmadan kendi yolunda ilerlemektedir”

Zola’nın yaşamının ve eserlerinin özlü bir özeti, Dreyfus olayı karşısındaki bu haykırışıdır: Gerçek durmadan kendi yolunda ilerlemektedir. Hiçbir güç onu durduramayacaktır.” Gerçek romanının sonunda da onyıllar sonra gerçek suçlu bulunur. Yasalar tarafından mahkum edilemese de toplum bilincinde mahkum edilir. Hem de suç, yalnızca bir rahibin sırtına yüklenmek yerine, onunla birlikte toplumu ölüm uykusuna yatıran ne varsa onlar mahkum edilir. Ezilen sınıflar cellatlarından hesap sormaya soyunur.

Ama bütün bunlar kendiliğinden olmaz. Bir avuç ilerici, devrimci insan ömürlerini “gerçek” uğruna feda ederler. Gerçeği toplumun beynine kazımak için, toplumun gerçek için savaşmasını sağlamak için mücadele ederler. Çünkü bir tek dünya vardır. Çünkü karşılanabilir yegane cennet beklentisi ancak bu dünyada ve sınıfsız-sömürüsüz bir toplumun kurulmasıdır. Bu cennet elbetteki işçi ve emekçilerin kanını emip ardından secdeye varanların, yahut 14 yaşında bir kız çocuğunun bedenine saldıranların beynindeki cennetle bir değildir. Onların cenneti zulmün ve egemenliklerinin sürmesi, gerçeğin cenneti ise insanların gecelerin aç yatılmayan gündüzlerinde sömürülmeyen bir dünyanın kendisidir.

A. Eylül

Adli Tıp Kurumu tartışılıyor…

Devlet tüm kurumlarıyla çürümüştür!

Mudanya ilçesinde 14 yaşındaki B.Ç.’ye “cinsel istismarda bulunduğu” suçlamasıyla tutuklanan ve hakkında Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 25 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Vakit Gazetesi yazarı 76 yaşındaki Hüseyin Üzmez’in tahliyesini Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan rapor sağladı.

Rapor jet hızıyla hazırlandı. 17 Eylül’de yapılan ilk duruşmanın ardından İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk edilen B.Ç., 19 Eylül günü muayeneye alındı. 22 Eylül günü ise rapor hazırlanıp imzalandı. Böylece B.Ç.’nin “ruh ve beden sağlığının bozulmadığına” üç gün içinde karar verilmiş oldu.

Adli Tıp Kurumu’nun hazırladığı raporla birlikte Adli Tıp Kurumu’nun güvenilirliği tartışılmaya başlandı. Aslında bir devlet kurumu olan Adli Tıp Kurumu’nun, bugüne kadar bağımsız ve güvenilir bir kurum olmadığı, tümüyle devletin siyasi iradesine tabi olduğunun birçok örneği mevcuttur. Öyle ki devletin kolluk güçlerinin uyguladığı işkencenin ardından işkence mağdurları hakkında bizzat kolluk güçlerini aklayacak şekilde raporlar verilmiştir.

Hapishanelerde ölüm sınırına gelmiş hasta tutsakların yaşamlarını yitirmesinde de bu kurumun payı büyüktür. Durumu ağırlaşmış tutsakların tahliye edilmemesinin gerisinde Adli Tıp Kurumu’nun “cezaevinde kalabilir” raporu vermesi yatmaktadır.

Bir başka örnek ise, polisler tarafından öldürülen Mustafa Kükçe hakkında hazırlanan rapordur. Kükçe, 14 Haziran 2007’de hırsızlık iddiasıyla gözaltına alınmış, iki karakol gezdirildikten sonra, darp görmüş halde çıkarıldığı mahkemece tutuklanmıştı. Kükçe, konulduğu Ümraniye Cezaevi’nde rahatsızlanınca Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırılmış ve burada ölmüştü. Ölümün beyin kanaması ve beyin doku harabiyetinden meydana geldiği vurgulanırken, “Daha ziyade yüksekten düşmekle uyumlu olduğu” ifade edildi. Kükçe hakkında Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Aralık 2007’de incelenmek üzere soruşturma dosyasını gönderdiği Adli Tıp Kurumu’ndan tam 10 ay sonra rapor çıktı.

Hüseyin Üzmez’in üç gün içinde hazırlanan Adli Tıp Raporuna dayanılarak tahliye edilmesi, devletin işkencecilerini, katillerini, tecavüzcülerini koruduğunu ve devletin kurumlarındaki çürümeyi bir kez daha gözler önüne sermiştir.