20 Şubat 2009
Sayı: SİKB 2009/07

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharı kazanmak için!..
  Onbinlerce işçi ve emekçi faturayı ödememek için Kadıköy’de buluştu!
15 Şubat mitinginin dersleri
AKP yolsuzluk ve yağmada sınır tanımıyor!
Düzen solu ve sosyal reformistler emekçi kitleleri sahte hayallerle oyalıyorlar...
İASEMAT ve Renault işçileriyle konuştuk.
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  29 Mart yerel seçimleri üzerine BDSP temsilcisi İstanbul Büyükşehir Bağımsız Sosyalist Belediye Başkanı adayı Melek Altıntaş ile konuştuk...
  “Beyaz yakalılar”da örgütlenme arayışı...
  Krize karşı faaliyet ve eylemlerden…
  Genç-Sen 7. Temsilciler Meclisi toplantısı gerçekleşti...
  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor...
  “Beşir’le Vals”in er Folman’ı yitik anılarını arıyor…
  Dünyadan...
  Bültenlerden...
  Kavga Ziya ustalarla kazanılacak!
  Siyaset ve ahlak!..
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Beşir’le Vals”in er Folman’ı yitik anılarını arıyor…

Sahi ne olmuştu Sabra ve Şatilla’da!

“- Lübnan’a ait görüntüler gözünün önüne gelmiyor mu?
- Hayır, pek sayılmaz.
- Emin misin?
- Hayır
- Ya Beyrut, Sabra ve Şatilla?
- Ne olmuş Sabra ve Şatilla’da?”

Bu sözlerle başlıyor hafızası ile birlikte insanlığı da unutturulan bir toplumun belleğini kazanma yolculuğu... 1982 yılında Beyrut işgali sırasında, İsrail ordusunda yer almış eski bir asker olan yönetmen, kendi anılarını ararken, insanlığın gördüğü en büyük katliamlardan birini de parça parça ortaya seriyor. İsrail toplumuna ve dünyanın tepkisiz halklarına kaba çizgiler yardımıyla hatırlatıyor Sabra ve Şatilla katliamlarını...

İsrailli yönetmen Ari Folman’ın Beşir’le Vals (Vals Im Bashir) filmi, bu yılın en çarpıcı yapımları arasında yerini aldı. 90 dakikalık bir animasyon olan Beşir’le Vals, Folman’ın biyografik yolculuğunu konu alıyor. Bir barda kendisi gibi savaşa katılmış asker arkadaşının sorusu üzerine, savaşa dair hiçbir anısı olmadığını fark ediyor Folman. Hafızasını yitirdiğinin bile farkında olmayan Folman, o akşamın ardından kendisiyle birlikte savaşta yer almış eski arkadaşlarının peşine düşerek yaşananları hatırlamaya çalışıyor.

Yönetmenin anıları yerine geldikçe, biz de Beyrut’ta katledilen insanları, rasgele bombalanan evleri, “kazara” taranan arabaları ve askerlerin içine düştükleri yabancılaşmayı parça parça görüyoruz. İnsanlıktan çıkmış İsrail askerlerinin yaşadıkları yozlaşma ve duyarsızlık da en kaba ve zaman zaman rahatsız edici biçimiyle yansıyor beyaz perdeye.

Max Rixhter tarafından hazırlanan film müzikleri de, filmin bütünlüğüne önemli bir katkı sunuyor. Katliamları umursamamayı ve yaptıklarını sorgulamamayı seçen, çevrelerinde olup biteni sanki izleyiciymiş gibi yorumlamaya çalışan İsrail askerlerinin ruh hali, savaş ve katliamı çarpıcı şarkı sözleri ile anlatan müziklerle başarılı biçimde sunuluyor.

Film adını ise, Falanjistler’in “efsanevi” lideri olan ve kral olmasına bir gün kala şaibeli biçimde öldürülen Beşir Cemal’den alıyor.

İsrail günah mı çıkarıyor?

Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Beşir’le Vals filmi, gösterime girmesiyle birlikte pek çok ülkede de tartışma yarattı. Filmin İsrail yapımı olması, İsrail Film Akademisi tarafından ödüle boğulması ve En İyi Yabancı Film Oscarı’na aday gösterilmesi, akıllara “Bu İsrail için bir günah çıkarma filmi midir?” sorusunu getirdi. İslami çevreler kaba bir Yahudi düşmanlığı ile filmi peşinen reddederken, marksist referanslı kesimler de haklı olarak filmin eksiklerini ortaya koydular.

Filmin temel sorunu, Sabra ve Şatilla katliamlarının anlatıldığı son bölümlerde kendini ortaya koyuyor. Burada Falanjistler bir grup gözü dönmüş vahşi olarak gösterilirken, İsrail askerlerinin naifliği ve vurdumduymazlığı önplana çıkıyor. İsrail’in Falanjistler’e kol kanat gerdiği, onları silahlandırarak kamplara soktuğu, katliam yapabilmeleri için işaret fişekleri ile geceyi aydınlattığı, İsrail’in en üst düzeyde katliamın planlayıcısı olduğunun anlatılmasına rağmen, vurgu noktaları daha çok Falanjistler’e ve onların vahşiliğine kayıyor. “Kasap” unvanını burada kazanan Ariel Şaron’dan bile film boyunca yalnızca bir kez bahsediliyor.

Filmde İsrail ordusunun rütbeli ve rütbesiz mensupları özel olarak ayrılıyor ve komutanların katliamdan haberdar oldukları sıklıkla vurgulanıyor. Erler ise bu katliama tanıklık ettikleri, gözlerinin önünde cereyan eden olayları umursamadıkları için eleştiriliyor. Yer yer katliamı gören askerlerin verdikleri tepkiler ve şaşkınlık da, film boyunca İsrail askerlerinin yaptığı katliamları seyreden izleyici için tuhaf bir çelişki yaratıyor.

Dikkat çeken bir başka nokta ise, yaşanan savaşta İsrail’in rolü, Lübnan’da ne aradığı, karşısında savaşan ve ölümü göze alan gerillaların kim olduğu, insanların neden kamplara toplandığı sorularının es geçilmiş olması. Tabiî ki yönetmen bu gibi sorulara kaba biçimde yanıt vermek ve ajitatif cümleler kullanmak zorunda değil. Ancak anlatımın bir askerin hatıraları üzerinden yapılıyor olması, tüm bu noktaların gözardı edilmesine ve hikâyenin belli öğelerinin yadsınarak masalsı bir havaya büründürülmesine sebep oluyor. Sonuçta elde, bilinmeyen bir düşmana karşı savaşan, neden orada olduğunu ve ne yaptığını dahi bilmeyen İsrail askerleri ile gözü dönmüş Falanjistler kalıyor.

Filistinli gerillalar güçlü ve başarılı savaşçılar olarak gösterilirken, İsrail askerlerinin 19 yaşında tecrübesiz gençler olması da, askerlerin ne yaptığının bilincinde olmadığı vurgusunu destekliyor.

İsrail yapımlarında sıklıkla görülen Auschwitz göndermesi ise, filmin bütünü içinde hayli sırıtıyor. Sabra ve Şatilla’nın Auschwitz’e benzetilmesi anlaşılır olsa da, Yahudilerin asıl katliamı Auschwitz’de yaşadığına, Folman’ın Sabra ve Şatilla’dan bu kadar etkilenmesinin sebebinin bu olduğuna vurgu yapılması, İsrail kamuoyunun tepkisini çekmemek için verilmiş bir rüşvet olduğu izlenimi yaratıyor.

Savaşın “anlamsızlığı” ve “anlamı”

Toplum mühendisliğinin önemli bir aracı olan Amerikan sinemasının, tüm konuları yumuşatma ve tüketilebilir hale getirme gibi bir yöntemi vardır. En vahşi katliamlar, savaşlar bile bir aşk örgüsü içerisinde eritilir ve hep savaşın anlamsızlığı öne sürülerek sona erdirilir. Kof barış mesajları, “neden savaşıyoruz”lar, “iki tarafın da farkı yok”lar savaş filmlerinin özünü oluşturur. Tabii birçoğunun kaba Amerikan propagandasına sahip olduğunu da unutmamak gerekir. Coppolla’nın Kıyamet’i (Apocalypse Now), Stone’un Müfreze’si (Platoon) ve Kubrick’in Full Metal Jacket’ı bu cendereyi kırabilen ve Amerikan cephesini anlatırken savaşın “anlamsızlığı”nı değil de “anlamı”nı sorgulayan sayılı yapımlardan birkaçı olarak geçmiştir sinema tarihine.

Beşir’le Vals, savaşın “anlamı”nı ortaya koyma konusunda yeterince cesur olamasa da, “günah çıkarma filmleri” ile arasına net bir çizgi çekmeyi başarıyor. Bireyin dünya algısını esas alan bir anlatım izliyor. Bu tür bir anlatım tercihinin getirdiği kısıtlamalara sığınarak, katliamdan bir kesiti perdeye taşıyor. Ancak bu kesit bile izleyiciye, İsrail vahşetini, katliamın gerçek yüzünü ve filmin başlarında sorulan “Ne olmuş Sabra ve Şatilla’da?” sorusunun yanıtını vermeye yetiyor.

Baştan sona güçlü ve etkileyici bir anlatıma sahip olan film, finalinde animasyonun yarattığı kasvetli hayal dünyasını yıkarak, izleyiciyi katliam gerçeği ile karşı karşıya bırakıyor Ve asker Folman, “Ne olmuş Sabra ve Şatilla’da?”nın yanıtını tüm çıplaklığıyla buluyor:

“Kampın içerisinde büyük bir moloz yığını gördük. Gözüme bir el, küçük bir el takıldı. Yığının içinden çıkmış küçük bir çocuk eliydi. Yakından baktığımda buklelerini gördüm. Kıvırcık saçlı bir yüz toza bulanmıştı. Ayırt etmek çok güçtü. Ama bir kafaydı, burnuna kadar görünüyordu. Bir kafa ve bir el. Benim kızım da o kız çocuğuyla aynı yaşlardaydı. Onun da saçları kıvırcıktı. Filistinlilerin kamplardaki evlerinde avlular vardı. Bu avlular kadın ve çocuk cesetleri ile dolu haldeydi. İlk olarak erkekleri öldürmüşlerdi. Sonra da ailenin geri kalanlarıyla ilgilenmişlerdi. Bir ara sokağa girdik, bir buçuk adam boyunda dar bir sokaktı. Sokak insanın göğüs hizasına gelecek şekilde erkek cesetleriyle doldurulmuştu. İşte ancak o an katliamın sonuçlarının farkına varabildim.”

Z. Us