21 Ağustos 2009
Sayı: SİKB 2009/32

  Kızıl Bayrak'tan
  “Kürt Açılımı”nda son gelişmeler ve devrimci tutum üzerine
  Ümit Pamir’in referandum önerisi üzerin
  TKP-SİP, İP’leşmeye doğru..
Hacıbektaş Şenlikleri ve müdahalemiz
Birleşik Metal ve
bürokratik yozlaşma
“Dünya markası” ETİ Gıda’da 2 bin işçi grevde!
  İşçi ve emekçi hareketinden .
  KESK’in içinde bulunduğu durum ve
sosyalist kamu emekçilerinin
görevleri
  Direniş 100. gününde!
  Direnişlerle dayanışmayı yükseltelim!
  Seyhan Belediyesi’nde yaşanan işten atmaların gösterdikleri
  Gençlik eylemlerinden..
  Hasta tutsaklara özgürlük!
  Britanya emperyalizmi Afganistan bataklığında çırpınıyor!
  Latin Amerika’dan...
  ABD emperyalizmi Güney Amerika’yı
kana bulamaya çalışıyor!
  Gazze’de Hamas-Cünd-ü Ensarullah çatışması
  Sacco ve Vanzetti
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Dünya markası” ETİ Gıda’da 2 bin işçi grevde!

Krizin faturasını reddeden Eti işçisiyle dayanışmayı yükseltelim!

Krizi sınıfa dönük yeni saldırıları hayata geçirmenin fırsatı olarak gören sermaye sınıfı, daha ilk andan yol haritasını çizerek icraata geçti. Bir yandan sadık hizmetkârı AKP hükümetine “ısmarladığı” yasal düzenlemelerle her türlü teşvik, vergi indirimi vb. kolaylıklardan yararlanarak kârlarına kâr katarken, diğer yandan da sınıfın elinde kalan son kırıntı hakların da gasp edilmesi için var güçleriyle bastırdılar. Sınıfın genelini hedef alan bu merkezi saldırılara bir de tek tek fabrikalar özgülünde yaşanan fiili saldırılar eşlik etti. Ücret ve sosyal hak gaspları, “sıfır zam” dayatmaları, işten çıkartmalar, ücretsiz izinler, esnek üretim uygulamaları vb. saldırılar asalak patronların bu dönemde sıklıkla başvurduğu yöntemler oldu. 

Sermaye sınıfının “öldük, bittik” sızlanmalarıyla hayata geçirdiği bu saldırılarla gerçekte nasıl bir vurgunun tezgâhlandığını ise İSO’nun sanayideki ilk 500 firmaya dair açıkladığı veriler ortaya koydu. Kriz döneminde hangi firmalar daha çok işçi çıkartmışsa, hangileri ücret, sosyal hak vb.lerinin gaspında daha başarılı olmuşsa ve bu sayede işçiler üzerindeki sömürü yükünü artırmışsa o sermeye kuruluşları da listenin en üst sıralarına tırmanmış oldular.

Elbetteki tüm bunlara karşılık, dünyada olduğu gibi ülkemizde de sermayenin krizin faturasını işçi ve emekçilere ödettirme çabaları, sınıf ve kitle hareketinde yeni bir kıpırdanışın ilk işaretleri sayılabilecek çeşitli eylemlerin doğmasına vesile olmuştur. “Grev, işgal, direniş” vb. biçimler üzerinden kendisini açığa vuran bu “eylemsel hat” gün geçtikçe daha da yaygınlaşan bir hal alıyor.

Metal TİS’leri öncesinde, krizi bir fırsata çevirmek isteyen MESS patronlarının işten çıkartma ve ücretsiz izin uygulamalarına karşı kimi fabrikalarda gerçekleşen işyeri terk etmeme eylemleri, Meha Tekstil örneğinde de olduğu gibi özellikle de tekstil sektöründe yaşanan ücret ve hak gasplarına karşı gerçekleşen eylemler, Kent AŞ işçilerinin verdiği mücadelede olduğu gibi işten çıkartmalara karşı gerçekleştirilen direnişler, Alpagut işçilerinin fiili grevleri, “sıfır zam” dayatmasına karşı grev silahını kuşanan Halkalı Kâğıt işçilerinin grevi bu süre zarfında yaşanan örneklerden bazıları olmuştur. Üstelik bunlara gerek kriz öncesi, gerekse de kriz dönemiyle birlikte kamuoyunun gündemine giren (DESA, Sinter, Gürsaş, Ünsa, ATV-Sabah vb.) sendikal örgütlenme mücadelesi çerçevesinde gelişen eylemleri de eklediğimizde sınıf hareketinde uzun süredir yaşanan sessizliğin kırılmaya yüz tuttuğu söylenebilir.

 Halen birleşik bir karakterden yoksun ve lokal kalan bu eylemler, işçi ve emekçi kitlelerde yaşanan hoşnutsuzluğun ve direnme isteğinin ilk dışa vurumu olmakla birlikte gerek sorunlara karşı çözüm yolunu göstermesi, gerekse de birleşik bir mücadelenin zeminini döşemesi bakımından son derece önemlidir. Yine bu eylemler sayesinde “mücadele okulundan” geçen işçilerde yaşanan değişim ve dönüşümü şu dönemki sınıf hareketinin önemli kazanımlarından biri olarak görmek gerekir.

“Grev aslında bize çok olumlu etkiler yaptı. Grevin bize en büyük katkısı kendi gücümüzü göstermesidir. Grev, işçi sınıfının aslında çok büyük bir güce sahip olduğunu, bu gücü kullanması gerektiğini gösterdi” diyen Halkalı Kâğıt işçisinin sözlerinden de yansıyan bu gerçeklik mevcut eylemliliklerin içerdiği sınırlarının ötesinde taşıdıkları anlamı da ortaya koymaktadır. Bundan birkaç yıl öncesine kadar sermaye çevrelerinin adeta bir zafer edasıyla grevin “demode” olan, “unutulan” bir araç olduğuna dair gerici propagandası son dönemdeki eylemlerle birlikte tuzla buz olmuştur. Bu bakımdan yaşanan tüm bu eylemlikler, özelikle de içinde bulunduğumuz kriz dönemi nedeniyle başlangıcındaki amacından ve hedeflerinden öteye bir anlam taşımaktadır.

Şimdi bu mücadeleye yeni bir mevzi daha eklenmiştir. TİS görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine 13 Ağustos günü ETİ Gıda Sanayi ve Tic. AŞ’de örgütlü olan Tek Gıda-İş Sendikası 2067 işçiyle birlikte greve başlamıştır. Şirketin gıda sektöründe tuttuğu yer ve de bir dünya markası olması nedeniyle yaşanan grevin önemli etki ve sonuçlarının olacağı kesindir.    

 İşçilerin genelinin 550 TL ücret karşılığında çalıştırıldığı ETİ Gıda’da 175 gün süren TİS görüşmeleri sonucunda bir anlaşmaya varılamamış ve greve çıkılmıştır. Tek Gıda-İş Sendikası TİS masasına “hem açlık hem de yoksulluk sınırı” altında yaşayan üyeleri için ücretlerde yüzde 22’lik bir artış (185 TL) ve sosyal haklarda kademe dengesizliğinin düzenlenmesi talepleriyle oturduklarını ifade etmektedir.

Sendikanın teklif etmiş olduğu bu son derece sınırlı taleplere bile uzlaşmaz bir tavırla yaklaşan ETİ Gıda A.Ş’nin tutumu kriz dönemiyle birlikte sermaye sınıfının nasıl da pervasızlaştığının somut bir göstergesidir aynı zamanda. Zira İSO’nun 2008 yılına ilişkin 500 büyük firma sıralamasında ETİ Gıda A.Ş, bir önceki yıla göre 6 basamak yukarı çıkarak 110’dan 104. sıraya yükselmiştir. Bu da göstermektedir ki, ETİ AŞ, açlık ve yoksulluk sınırı altında çalıştırdığı işçiler üzerinden kurmuş olduğu bu sömürü mekanizmasını sonuna kadar işletmek istemektedir. 

ETİ Gıda’nın uzlaşmaz tavrı, grev başladıktan sonra yerel basın aracılığıyla grevi karalamaya dönük yalan beyanların sunulması üzerinden de devam etmiştir. Tıpkı bir zamanlar YÖRSAN işçilerinin sendikal mücadelesine karşı patronun  yerel ve ulusal basını kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı gibi. Ya da İzmir Kent AŞ direnişinde yaşanılanlar gibi…

Tek Gıda-İş adına yapılan açıklamada; ETİ Gıda’nın TİS masasında teklif ettiklerini söyledikleri birinci altı aya ilişkin yüzde 13.20’lik zammın gerçeği yansıtmadığı, bunun devlete ödenen vergiyi de içeren brüt rakamlar olduğu söylenmektedir. Ayrıca brüt haliyle bile bu rakamın yüzde 9,6 oranına tekabül ettiği belirtilmektedir. Yine sosyal haklar da yüzde 26’lık artışın teklif edildiği iddialarının doğru olmadığı, işletmede çalışan işçilerin 7 kademeye ayrıldığı bu yüzden de işçilerin maaş ve sosyal haklardan farklı farklı yaralandıkları ifade edilmektedir. 2 bin işçiden sosyal haklardan tam olarak yararlanabilenlerin sayısının 707 kişi olduğunu belirten sendika ayrıca bu kademelendirmenin de çalışma yılına göre yapılmayışının mantıksızlığına dikkat çekmektedir.

Sonuç itibariyle ETİ Gıda’da başlayan grev, sermaye sınıfının krizi fırsata çevirme çabasının doğrudan sonuçlarından biri olarak gündeme gelmiştir. Grevin ne kadar süreceği patronun tutumuna ve tabandaki işçilerin sendika üzerinde ne oranda bir basınç oluşturacağına bağlı olacaktır. Elbette grevin kamuoyuna ne kadar mal olacağı, dayanışmanın ne oranda gösterileceği gibi etkenler de sürecin gidişatını belirleyecektir.

Sendikanın Ramazan ayını da bahane ederek ilk fırsatta kapağı anlaşma masasına atacak olması kuvvetle muhtemeldir. Zaten Türk-İş 2. Bölge Temsilcisi Nejat Kılıç’ın “Biz 110 lira gibi bir ücretle grevi sonlandırmaya hazırız” ifadesi sendikanın ilk teklifinden de çark etmeye hazır olduğu göstermektedir.

Yine de son yıllarda bu nicelikte bir grevin yaşanmamış olması ve bulunduğu sektörde önemli etkiler doğuracak olması nedeniyle ETİ grevi özel bir ilgiyi hak ediyor. Ayrıca krize karşı son dönemde artan eylemsel hattın büyütülmesi bakımından son derece önemli bir yerde duruyor. Bu yüzden de başta yerel planda olmak üzere ETİ greviyle gerekli dayanışmanın örülmesi sınıf devrimcilerinin ve sınıftan yana tüm güçlerin önünde acil bir görev olarak durmaktadır.

Bahsedilen dayanışma ise çeşitli sendika ve konfederasyon başkanlarının “grevinizi destekliyoruz” mealindeki açıklamalardan öteye bir pratiği gerektiriyor. Bu gün direniş, grev vb. şekillerde kendisini ifade eden sınıfın eylemsel hattının birleşik bir karakter kazanması ve gerekli dayanışmanın somuta indirgenmesi için kurulmuş olan “direnişçi işçilerle dayanışma platformu” gibi araçlar bu noktada oldukça işlevsel ve önemli bir rol oynayabilirler.

Ayrıca grevin işçiler için gerçekten bir mücadele okulu işlevi görmesi bakımından da sınıftan yana güçlerin sergileyeceği müdahalenin ve dayanışmanın özel bir rolü olacaktır. Zira direniş ve eylemlerin sınıf kitleleri üzerinde yaratacağı etkiler aynı zamanda bu mücadelenin başını çeken onu yönlendiren anlayışların izleyeceği politikalarla doğrudan alakalı olmaktadır. Sendikanın daha başından yelkenleri suya indirmesinin önüne geçilmesi, işçilerin tabandan uygulayacağı basıncın sendikacılar üzerinde bir etkide bulunması ve daha da önemlisi işçilerin kazanımlarını ancak dişe diş bir mücadele sonucunda elde edebilecekleri bilincine varabilmesi bir yanıyla da sergilenecek olan sınıf dayanışmasının düzeyine bağlı olacaktır.        

Ancak bu sayede sınıf hareketi birleşik militan bir merkezi hatta çekilebilir ve sermayenin krizin faturasını işçi ve emekçilere ödettirme saldırısına karşı topyekûn bir cevap verilebilir. Bunun için gerçekleşmekte olan her türlü mevzi direnişi büyük bir ilgiye konu edilerek gerekli dayanışma ağı örülmelidir.